El Clasico hakkında kendi kendime klasikleştirdiğim maç önü ve sonu yazılarından artık vazgeçmiş durumdayım. Olay sanırım sadece benim değil dünyanın genelinde durağanlaşmaya girmiş bir durumda. Müthiş rekabeti her zaman aynı heyecanla izliyor ve Barcelona'nın kazanması için safımı tutuyor olsam da bunu en sevdiğim iş olan yazıya dökme konusunda bir takım sıkıntılar yaşıyorum.
Şüphesiz dünyanın çeşitli faktörleri ile en iyi iki takımı olan El Clasico tarafları Simon Kuper'in klasik "Futbol asla futbol bla bla bla." sözünün de o yeşil zemindeki düsturları. Hele ki Katalonya'nın bağımsızlık "hayallerinin" realizme yaklaştığı şu günlerde daha da büyük bir siyasi iştahla bu derbilere yaklaşıyorum. Siyasete olan özel ilgim bununla paralel. Her izleyicinin bunu düşünmesi mümkün değil fakat bundan haberdar olmamak da pek mümkün değil. Özellikle maç esnasında dalgalandırılan binlerce Katalonya bayrağı ister istemez "Ulan bu bayrak da neyin nesidir acaba?" sorularını akıllara getirmiştir. Bu yıl da Katalanlar'ın Diada de la İndependencia yani Bağımsızlık Günleri'nin rekor katılım ile yapılması ve özerk bölge vatandaşlarının çok daha gür bir sesle bağımsızlık istemelerinin neticesinde gelen bu El Clasico'da neler olacak acaba sorularını da ister istemez akıllara getiriyordu.
***
Evvelinde Beşiktaş'ın tam anlamıyla hezimete uğradığı maçı seyrettikten sonra ister istemez kafayı bu mücadeleye vermek benim açımdan çok daha zor bir hale geldi fakat dünya üzerinde tabii ki durum böyle değildi. Hatırlarsınız Filistin-İsrail savaşının "aktif" dönemlerinden olan 2006'da Gilad Şalit adlı bir asker esir düşmüş ve bu asker de çeşitli lobiler ile geçtiğimiz El Clasico'ya çağırılmıştı. Dünya üzerindeki İsrail lobisinin getirisi olarak bu davet basit bir haber olmaktan çıkıp bir futbol dünyası meselesi haline geldi. Hamas'ın açıklamaları gibi benzeri sürtüşmeler de olunca Barcelona Filistin adına üç önemli şahısı da bu karşılaşmaya davet etti. Bunlardan biri Hamas ile direkt bağlantılı olan önemli bir direnişçi idi. Mahmut Sarsak adındaki bu direnişçi teklifi reddetmişti fakat bu reddediş buruk bir reddediş olarak göze batıyordu.
Filistin'in geçmişini anlatmaya kalksak kitap olur. Hepiniz az çok durumdan haberdarsınız. Filistin halkında öyle bir Barcelona sempatizanlığı oluşmuş durumda ki çoğu yabancı muhabirlerin dikkatini çekmiş ve bu konuda kısa kısa belgeseller bile çekilmişti. Olay basit. Sömüren, ezilen ve koskocaman bir umut...
***
Real Madrid'in dünyanın en büyük kulübü olduğunu kabul edip yüzeysel olarak Franco ile bağının en büyük direnişçisi olarak da Katalanlar'ın Barcelonası geldiği de hepimiz tarafından bilinen şeyler. O direnişin getirisi bugün Barcelona'nın dünya bir numarası tahtına oturması ve Katalanlar'ın da yakın zamanda bir aksilik olmadığı takdirde bağımsızlıklarını ilan etmesi ise Filistin halkına umut veren şeylerin başında geliyor. Katalanlar belki farkında değiller ama attıkları her adım ile sömürülmüş halklara ümit vaad ediyorlar.
Etraflıca oturup düşünme şansım olmadı. Hispanik köken ve özellikle ülke bazında İspanya kendi ülkemden ve insanından daha çok sevdiğim iki olgudur. Buna rağmen her direnişin ve haklı davanın elbet bir gün sonuca ulaşacağına dair inancım ve isteğim İspanya sempatimi de köreltiyor. Bu yüzden belki de bundan önce defalarca orada burada "Visca Catalunya!" naraları attım. Haydi Katalonya, bizlere biraz daha umut ver.
NOT:Simon Kuper'i geçiyoruz. Bill Shankly'nin müthiş bir sözü vardır: "Futbol ölüm, kalım meselesi değildir. Size temin ederim ki çok daha önemli bir şeydir!"
DİP NOT: İlk defa bu blogda bu kadar siyasetten dem vurdum. Antipati oluşturabilir fakat inancım bu. Bu tarihten itibaren belki de Barcelona sayesinde daha da çok bu yola başvurabilirim.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Eyvallah, kısa yollara ekledik
YanıtlaSil