30 Aralık 2012 Pazar

Menemen Kanunları ve Triloji

Domateslerin kabukları soyulup küp küp doğranır. Sivri biberler tohumları çıkarılarak halka şeklinde bıçak darbelerine yenik düşer. Daha sonra kullandığınız yağı tavanıza döküp biberler kavrulur. Ardından domatesler de aynı işlemden geçirilir. Domates, biber ikilisi "yenilecek" kıvama geldikten sonra yenilecek miktarda yumurta çırpılır ve tavaya dökülür. Karıştırma işlemiyle birlikte tuz ilavesi de yapılır. Yumurta ile harmanlanmış malzeme de piştikten sonra ekmek "banmak" suretiyle menemen yemeye hazır hale getirilir.

Samet Aybaba'nın olay yaratan "menemen" açıklamasından sonra benim böyle başlamam da farz oldu. Zira Beşiktaş'ın geneli itibari ile ilk yarı performansı da tam menemen pişirme aşamaları gibiydi. Yavaş yavaş ve adım adım gidildi.

En azılı dilonun bile beklentisini alt seviyeye indirdiği sezon başı tabiri caizse kabus gibiydi. Cevapsız soruların ardı arkası kesilmiyordu. Kaotik bir takım vardı. Buna karşın her geçen gün Beşiktaşlılar'ın yüreğine su serpilip, suratına da tebessüm oturtuluyordu. Bunu beceren ise Samet Aybaba'nın ta kendisiydi. Samet Aybaba, her şeyden öte oyuncularla muhteşem bir bağ kurdu. Öyle ki kızını bahane ederek gemiyi terk etmek isteyen Hugo Almeida bile takıma döndü. Dönmekle kalmayıp istenilen performansına yaklaştı. Buna paralel yüzü gülmeyen takım lideri Manuel Fernandes kahkaha atmaya başladı. Rakip oyuncuların içinden geçip peygamberliğini ilan etmeye çabalayan ve takımdan gönderilmesi an meselesi olan Filip Holosko anka kuşu efsanesinin var olabileceğini düşündürtmeye başladı. Yılların durağanı Necip Uysal bir anda umut bağlanmış ikinci kaptan statüsüne yükseldi. Bunlar ve bunlara benzeyen örnekleri git gide arttırabiliriz. Hepsinden önemlisi, aile arasında "menemene ekmek banabilecek" kıvama gelmiş bir takım oluşturulmuş durumda. Takım ciddi anlamda takım, takım ciddi anlamda makro-aile. İlk etapta bunu oluşturabilmek eldeki kısıtlı kadronun birçok defosunu örtmek anlamına geliyordu. Nitekim oldu da. Sekizinci haftada (altta göreceğini ve muhtemelen okuyan herkesin bileceği kare) Trabzonspor'a karşı Olcay Şahan'ın son dakikada kaçırdığı yüzde yüzlük pozisyonun ardından yere yığılan takım... Söyleyeceklerim bu kadar.

Basınımızdan tutun da Twitter mikro-bloglarımızda bizlere kadar herkes kırılma anı goy goyunu sever. İşte Beşiktaş'ın da sezon içindeki kırılma anı ilk yarı( ve büyük ihtimalle ikinci yarıda da) itibari ile bu sahneydi. Öncesine set çekilip ciddi anlamda taraftarın takıma olan inancının tekrar sağlanması da tam anlamıyla bu karşılaşmadan sonra oluyordu. Ardından gelen kırmızı formalı seri galibiyetler ve mağlubiyetsiz  geçilen haftalar umutları da bir bir yeşertiyordu. Bu noktada rakiplerin Avrupa Kupaları'nda Beşiktaş'ın son iki sezondur çektiği acıyı çekerek darbe almaları da önemli oldu. Şans Beşiktaş'tan yana işlemişti. İşte bu noktadan sonra bendeniz devreye giriyorum. Naçizane...

Öncelikle hakkı yeteri kadar teslim edilmeyen bir isimi şiddetle telaffuz etmek istiyorum: Ersan Gülüm... Takıma girişi rastlantısal olarak Oğuzhan Özyakup ile aynı döneme denk gelse de Oğuzhan'ın varlığı, Ersan'ın takıma katkılarının göz ardı edilmesine sebep olmuş durumda. İlk olarak Ersan'ın takıma girişi bu sezon nerede oynarsa oynasın muazzam katkı sağladığını fakat stoperde artık vasatın üstüne çıkamadığını düşündüğüm İbrahim'i stoperlerin önünde kesici rolüyle oynamaya itti. Bu, takıma Veli Kavlak'ın performans düşüklüğü dönemine denk gelen ve Necip'in de pozisyon bilgisi zaafiyetinden istenileni veremediği noktada kaliteli bir alternatif yarattığı için önemlidir. Bir diğer nokta ise Ersan'ın ortalama bir Türk stoperin çok üstünde oyun bilgisi olması ve de Tomas Sivok ile söz konusu olan uyumu neticesinde defansif kurgunun daha sağlıklı olarak uygulamaya geçirilmesini sağlamasında. Dikkatle incelediğini vakit stoper ikilisinde Ersan olmadığı vakit savunma çizgisinin kendisini ister istemez geriye attığını görüyoruz. Nitekim bu da hatlar arası boşluk oluşmasına sebebiyet veriyor. Ersan ile hem daha rasyonel bir savunma hattı hem de kümülatif biçimde giderek daha efektif bir pres gücü oluşumunu sağlamakta. Her ne kadar son hafta Kayserispor maçında felaketi oynasa da bu takımın Ersan'a ihtiyacı vardır. Oğuzhan'dan uzun uzun bahsetmeyi düşündüm, tıpkı Ersan gibi lakin hiç gerek yok. Ozzie zaten her şeyi sahadayken gözler önüne seriyor. Bu noktada Samet Hoca'ya bir sitemimiz olabilir: "Koşu kalitesi diyerek böyle bir opsiyonu kenarda tutmak kime fayda sağladı?"

Tüm bunlara müteakip bir de oyun içinde Olcay Şahan'ın varlığı denen bir durum söz konusu. Son vuruşları ile özellikle Eskişehirspor mücadelesinde saç baş yoldurtsa da takımın demirbaşlarından birisidir. Tartışmasız, hücum hattı için methiyeler düzülen takımın "X-Faktörü"dür dersem yanılmış olmayacağım. Yetenekleri kısıtlı olsa da alt yapıdan gelen bilgi ve mayadan gelen azim ile birlikte oyun görüşü de birleşince lig için önemli bir koz haline geliyor. Hiçbir şey olmazsa bir maç boyunca sadece boş koşularını izlerken dahi yorulabilirsiniz. Muadili olarak alınan Uğur Boral'ın ise bekteki performansı tam anlamıyla facia. Net biçimde benim sayabildiğim yenilen yedi(evet rakamla da 7) golün baş aktörü. Bundan sebeptir ki zaten sol bek arayışları var. Direkt olarak söyleyebileceğim şey Gökhan Süzen'in takım için Uğur Boral'dan daha iyi olsa da verecek fazla bir şeyinin olmaması. O noktada direkt olarak yabancıya yönelmek çok daha akıl karıdır. Önde Olcay'ın bahsettiğim performansı orası için yabancı olmasa da olur dedirtebilecek lükse sahiptir. O noktada her iki kanadı da yedekleyebilecek/forma savaşı yaşanmasını sağlayacak bir kanat oyuncusunun alınması ideal olur.

Transferlerin ligin kaderini belirleyecek önemde olduğunu arz edebilirim. Bilhakis bekin kalitesi çok önemli olacaktır. Transferlerden sonra ise düşünülecek konu belirli olacak: Kompakt oyun, önde baskı ve inanç faktörlerinin nasıl korunup, geliştirileceği. Netice itibari ile Beşiktaş'ta bu trilojiden herhangi biri olmadığı taktirde takım kafası kesilmiş tavuk misali dağılıyor. Yapılacak olan transferlerin "menemen kanunlarına" uyması ve bu felsefe anlayışının devam etmesi neticesinde ben neden olmasın diyorum. Yine de sezon başındaki gibi beklentiyi alt seviyede tutmak gerek. E abicim bu takım ister istemez heyecan yaptırıyor, haklısınız. Beşiktaş'ın olduğu yerde umut vardır. Bu umudun realist bir raya oturabilmesi için de net biçimde söyleyebiliriz ki rakiplerin Avrupa'da en az bir tur daha oynamaları gerekmekte.

NOT-1: Şampiyonluğu telaffuz etmek için gerçekten çok erken. Her takım adına. Bunun yanında ilk hedef TT Arena olmalıdır. Oradan gelecek üç puan kapı tokmağına el koymak demektir.

NOT-2: Muhtemel gelebilecek yabancının Fernandes'in liderlik rolünü çalması facia olur.

NOT-3: Hugo Almeida, Filip Holosko, Necip Uysal gibi isimlere teker teker değineceğim lakin nazar değmesinden korkuyorum. Bekleyelim.

SON NOT: Menemeni soğanlı da seven varmış. Saygı duyarım. Herkesin keyfi kendine. Goy goy için Samet Aybaba'ya da ayrıca teşekkürler.

Ufuk Tolga Aldırmaz


7 Aralık 2012 Cuma

EL Grup Aşaması Ardından

Şampiyonlar Ligi için yaptığım uygulamanın bire bir aynısını Avrupa Ligi için de yapmıştım. Yine yazıya şuradan ulaşabilirsiniz. Hemen başlayalım.

A Grubu: Liverpool 10, Anzhi 10, Young Boys 10, Udinese 4

Young Boys'un yerinde eğer ki Udinese olsaydı tahmin açısından benden mutlusu olmayacaktı. İçeride dışarıda Young Boys'a yenilmenin ceremesini çektiler. Liverpool beklenen yerinde, Anzhi ise sahiplerini tatmin edecek şekilde kalifiye oldu diyebiliriz. Seyir zevki açısından güzel maçların olduğu bir gruptu. Takımlara teşekkür etmek gerek.

B Grubu: Viktoria Plzen 13, Atletico Madrid 12, Academica 5, Hapoel Tel-Aviv 4

Çekler iyi iş başardılar. Atleti deplasmanda Academica'ya yenilerek işi yokuşa sürdü. Bu yıl ligi tercih edebilirler ki rotasyondaki oynamalar da onu gösterdi. Son iki sıra da beklendiği gibi oldu. Plzen ileriki turlarda sürprizler yapabilir.

C Grubu: Fenerbahçe 13, Borussia Mönchengladbach 11, Marsilya 5, AEL 4

Fenerbahçe beni şaşırttı. Özellikle deplasman karnesi hayret verici seviyede. Marsilya teknik direktörü Elie Baup da serzenişlerinde haklı çıktı. Fenerbahçe'nin ileriki yolu hakkında detaylı bir inceleme yapmayı ümit ediyorum. O yüzden fazla uzatmamak gerek. Üst tur da çok kolay olmayacak. Rastgele diyelim.

D Grubu: Bordeaux 13, Newcastle United 9, Maritimo 6, Cercle Brügge 4

Newcastle rölantide götürüp istediğini aldı. Üst turda fazla zorlanmayacaklardır. Buna karşın Bordeaux uzun bir süre sonra Avrupa arenasında istediğini almış oldu. Buraları oynamaya alışkınlar. Brügge'ün de Maritimo'ya geçilmesi ilginç bir durum, altını çizelim.

E Grubu: Steau Bükreş 11, Stuttgart 8, Kopenhag 8, Molde 6

Steau çok şaşırttı. Denge gruplarından biri olarak göze çarpan grupta Steau'nun yerinde Kopenhag'ın olmasını bekliyordum. Puanlardaki kayıpların dağılımı sıralamayı en nihayetinde çizmiş oldu. Şanslı maçlar da yaşayan Steau aradan sıyrıldı. Önemli başarı onlar adına.

F Grubu: Dnipro 15, Napoli 9, PSV 7, AIK 4

Sanırım Dnipro'ya güvendiğim için kendimi tebrik edebilirim. Doğru işleri yaptılar. Napoli ve PSV galibiyetleri  fişi çekti. Napoli ise biraz yalpaladı. Özellikle Hollanda'daki 3-0'lık "hezimet" beklentilerin tersineydi. PSV ve Hollanda futbolunun düşüşü net bir biçimde tekrar ortaya serilmiş oldu. Bravo Dnipro! Aynen devam.

G Grubu: Genk 12, Basel 9, Videoton 6, Sporting 2

Sporting bir çuval inciri berbat etti. Portekiz'de işler yolunda gitmiyor. Videoton'un Macaristan'daki 3-0'lık galibiyeti altı çizilesi. Genk ise potansiyelini açığa çıkarmış oldu. Bu yönde bir beklenti vardı.

H Grubu: Rubin Kazan 14, Inter 11, Partizan 3, Neftchi 3

Beklendiği gibi gitti. Sadece Neftchi'nin 3 puan alması şaşırtıcı oldu. Tabii ki iyi de oldu. Azeri futbolu adına önemli. İlerleyen senelerde bakalım devamı gelecek mi?

I Grubu: Olympique Lyon 16, Sparta Prag 9, Athletic Bilbao 5, Hapoel Shmona 2

Athletic de bir çuval inciri berbat eden ikinci takım. Bielsa'nın öğrencilerinin bu kadar kötü gideceğini açıkçası düşünmüyordum. Prag olmayan potansiyelini sayelerinde kullandı.

J Grubu: Lazio 12, Tottenham 10, Panathinaikos 5, Maribor 4

Lazio ve Tottenham rahat geçtiler. Bundaki en büyük sebep gruptaki ilk maç da diyebiliriz. Maribor'a 3-0 yenilen Panathinaikos şansını baştan yok etmiş oldu.

K Grubu: Metalist 13, Leverkusen 13, Rosenborg 6, Rapid Wien 3

Komple yanıltıcı bir grup oldu benim adıma. Taison ile Metalist güzel çıkış yapmış oldu. Rosenborg da üçüncü sırada bitirerek şaşırtanlardan.

L Grubu: Hannover 96 12, Levante 11, Helsingborg 4, Twente 4

Bir çuval inciri berbat etme vol3. Bursaspor'u eleyen Twente şaka gibi bir grup aşamasından geçti. Onun dışında Hannover'in lider bitirmesi büyük olasılıktı, gerçekleşti.

Ufuk Tolga Aldırmaz

CL Grup Aşaması Ardından

Grupların belirlenmesinin ardından bir girizgah yapmıştım. Genel olarak grup sürecinin nasıl gideceği üzerine tahmin yürüttüm diyelim. Gruplarda son maçlar da oynandığına göre bunun üzerinden bir gidiş yapalım istedim. Önce şuradan daha önce ne düşündüğümü görebilirsiniz. Paralel gidelim istiyorum. Takımların sıralaması ve puanları art arda geliyor deyip uzatmadan bakalım.

A Grubu: Paris Saint-Germain 15, Porto 13, Dinamo Kiev 5, Dinamo Zagreb 1

PSG'nin birincilikteki yerini kısmen daha rahat görmüştüm. Buna karşın uzun bir aradan sonra Şampiyonlar Ligi tecrübesini yaşayan takım ve şehir için daha iyisi olabilir miydi? Sanmıyorum. Ligde çok hoş bir karneye sahip olmasalar da gruptaki tek mağlubiyetlerinin Porto deplasmanında olmasını çok doğal karşılayabiliriz. Bu açıdan da bakınca fena bir grup aşaması yaşamadılar da diyebiliyoruz. Buna karşın 2. ve 3. sıralarda yer almasına kesin gözüyle baktığımız iki takım arasında ufak çapta bir dengesizlik de oluştu diyebiliriz. Kiev temsilcisinin yaptığı yatırımlar daha meyve vermeye başlamadı dersek yeridir. Porto, tecrübesiyle işi kotardı. İki takım arasındaki maçlar da beklediğimiz gibi ikinci sıranın sahibini belli etti. Dinamo Zagreb ise son maçta attığı gol ve puan ile aslında "normalini" yaşadı. Dün gece futbolcuların aşırı sevinçleri de suratta hafif bir tebessüm yaratmadı değil. Bu grup için fena gitmemişiz.

B Grubu: Schalke 12, Arsenal 10, Olympiacos 9, Montpellier 2

Schalke deplasmanda aldığı Arsenal galibiyetinin tam anlamıyla kaymağını yedi. Tarihlerindeki en önemli teknik direktör olarak görülen Huub Stevens onlara güzel bir deneyim daha yaşatmış oldu. Buna karşın Arsenal son hafta Pire deplasmanında alınan mağlubiyet ile ile yelkenleri suya indirmiş oldu. Bu grubu fazla ciddiye aldıklarını düşünmüyorum. Olympiacos ise beni tam anlamıyla ters köşeye yatırdı. Montpellier'i içeride-dışarıda yenip fişi çektiler. Fransız temsilcisinin geçen yıla oranla çok kötü bir sezon geçirdiği aşikar fakat Manchester City örneğinde de görebileceğimiz gibi bu arenada belki de en önemli şeylerden birinin tecrübe olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu, sayelerinde. Lige odaklanıp yükselişe geçeceklerdir. Onlar için hayırlı oldu da diyebiliriz. Bu grupta işler tahmin açısından anlaşılabilir seviyede ters gitmiş diyebiliriz.

C Grubu: Malaga 12, Milan 8, Zenit 7, Anderlecht 5

Zenit... Herkesi ters köşeye yatırdılar. Büyük paraların kadro kimyasını nasıl bozduğunun direkt olarak örneği oldular. Onların yanı sıra İsco önderliğinde Malaga'nın müthiş çıkışı da herkesi ters köşeye yatıran diğer bir nokta oldu. Tahminlerimde Zenit ile Malaga yer değiştirmiş biçimdeydi. Hangisini tercih edersin derseniz Malaga'nın bu sürprizini derim. Milan beklenen noktada kaldı. Muhtemelen ömürleri daha uzun olamayacak. Anderlecht ise puan olarak bizi şaşırttı. Dengeli bir grup oldu diyebiliriz. Sonuç: Helal olsun Malaga!

D Grubu: Borussia Dortmund 14, Real Madrid 11, Ajax 4, Manchester City 3

Temkini elden bırakmadığımız grup. Dortmund ile ilgili temennim nihayete vardı. Hakikaten muazzam bir grup aşaması geçirdiler. Geçen sene yaşadıkları hüsrandan iyi sonuç çıkarmak diye buna denir. Santiago Barnebeu'da oynanan mücadele ise benim açımdan müthişti. İstedikleri zaman neler yapabileceklerinden bir kesit sundular. Ligde işleri zor olsa da bunu bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde ilerleyerek telafi edecek gibi gözüküyorlar. Ajax'a çantada keklik gözüyle baktığım için hakikaten Amsterdam'a bir özür borçluyum. City için ise söylenebilecek tek kelime var: Fail...

E Grubu: Juventus 12, Shakhtar 10, Chelsea 10, Nordsjaelland 1

Zor grup diye tabir edip, iyi bir yol seçmişim. Shakhtar iyi iş çıkardı. Liderliği hak ettiler. Juve ise Danimarka deplasmanında bıraktığı iki puan ile ikinciliğe oturmalıydı. Romantik futbol adamlığını bir kenara bırakacak olursak İngilizler daha doğrusu Ambramovich için fail vol2 durumu oluştu. E hak ettiler şimdi. Tebrikler Luce.

F Grubu: Bayern Münih 13, Valencia 13, BATE 6, Lille 3

Lille rezalet performansı ile grubun kaderini tayin etti. Genel olarak beklenen durum karşılandı. Bayern ile Valencia'nın aynı puanda bitirmeleri bir yana, BATE yıllar sonra azmetmenin hediyesini aldı. Bu grup bu açıdan önemli: İstikrar...

G Grubu: Barcelona 13, Celtic 10, Benfica 8, Spartak Moskova 3

Celtic'i de benzer olmasa da Ajax gibi çantada keklik görmüşüm. 125. Yılları neticesinde önemli bir başarıya imza attılar. Spartak ise grubun kesinlikle yanıltanı.

H Grubu: Manchester United 12, Galatasaray 10, Cluj 10, Braga 3

Hikayesi yazılabilir kesinlikle. Temsilcimiz önemli bir başarıya daha imza attı. Özellikle Burak Yılmaz ile taşınan bir Galatasaray... Temsilcimiz kendi işini zora sokmasına rağmen "son sözü söylemeyi" becerdi. Braga'ya içeride kaybedilen üç puan ve Cluj'a içeride kaybedilen iki puanı da rahatlıkla hanelerine yazdırabilirlerdi. Buna da şükür diyelim. Cluj'un gösterdiği direnç ise önemli. Gerçi fazla gaza gelip Aykut Kocamanvari "Hedefimiz Avrupa Ligi!" naraları atılmaya başlanmış ya, neyse.

Bir üst tura baktığımızda temsilcimiz adına istenebilecek en güzel rakip sanıyorum ki Malaga olur. Gerçi Sinyor Terim Juventus'u istemiyorsa ben de bir şey bilmiyorum diyeyim. İş kolay değil. Zamanı gelince daha detaylı değerlendirme yapmak istiyorum fakat İstanbul'da Barcelona'yı izlemek de hoş bir deneyim olur diyeyim. Rastgele Galatasaray!

Ufuk Tolga Aldırmaz

5 Aralık 2012 Çarşamba

Rekorları Yaratan Adam


24 Haziran 1987, Rosario… Daha önce dünyanın kaderini etkileyecek isimlerden olan Ernesto Che Guevara’yı veren Arjantin’in bu şehri, belirtilen tarihte - Che’nin ölümünden yirmi yıl sonra- dünyada etki bırakacak olan bir isimin daha doğuşuna şahitlik ediyordu. Fabrika işçisi Jorge ve temizlikçi Celia’nın dört çocuğundan üçüncüsüydü bu isim: Lionel Andres Messi…

Messi’nin keşfi hiç de uzun sürmedi. Daha 5 yaşındayken babasının da fabrikadan artan zamanlarda “antrenörlük” yaptığı Grandoli adlı küçük ve mahalle arasına sıkışmış diye nitelendirebileceğimiz kulüpteki baba akranı Don Salvador Ricardo Aparicio tarafından; evlerinin duvarına  top çarptırırken ilgiyi üzerine çekerken keşfedilir. On kişiden oluşan küçük takımın eksiğini tamamlar. Bu noktaya kadar bilinen hikayeler Messi’nin babaannesi, annesi ve Aparicio’ya göre farklılık gösterse de olay bir noktada birleşir. Top sağ ayağında iken duraksayan çocuk, sol ayağına aldıktan sonra Aparicio’da şaşkınlık yaratır. 5 yaşındaki bir velet gibi değil de, yıllardır futbol oynayan bir amatör gibidir.

Hastalık ve Değişen Hayat

1995 yılında yani 8 yaşındayken Messi, şehrin iki büyük takımından biri olan Newell’s Old Boys’un altyapısına giriş yapar. Burada güzel bir 2 yıl geçirmiştir. Gösterdiği emareler onun futbolcu olmaya yetecek ölçüde bir yeteneğinin olduğunu ortaya çıkarır fakat kulüp doktorları onun vücudunda bir şeylerin ters gittiğini düşünür. Yapılan testler sonucunda küçük Leo’ya “büyüme hormonu eksikliği” teşhisi koyulur. Jorge Messi’ye haber verilir. Doktorların söylediğine göre oğul Messi düzelebilecektir lakin bir dizi ilaç tedavisi görmesi gerekmektedir. İlaç tedavisi ise aylık dokuz yüz dolarlık bir gidere neden olacaktır. Dönemin Arjantin’i ekonomik krizdedir. 4 çocuğun yükü üstünde olan bir Arjantinli işçi ailesinin aylık dokuz yüz dolar verebilecek gücü yoktur. Jorge, yetkililere giderek durumu izah eder ve kulüp olarak bir şey yapılıp yapılamayacağını sorar. The Lepers yetkilileri böyle bir “yatırıma” gerek duymaz, zaten çocukta yeteri kadar ışık yoktur. Jorge oğlunu kulüpten alır. Sadece Arjantin değil, dünyanın sayılı kulüpleri arasındaki River Plate’in kapısını çalar. Oğlunun onlar için oynayabileceğini, karşılığında ise ilaç masraflarını karşılamalarını ister. Red cevabı alır. Son bir çare vardır. Zaten göçmen bir aile oldukları için Avrupa’daki akrabalarına haber yollarlar. Akrabaları Katalonya’da yaşamaktadır. Zamanın Barcelona koçlarından biri olan Carles Rexach’a Leo’nun durumundan bahsedilir.  Rexach da bir söz veremeyeceğini lakin onu denemeye alabileceklerini belirtir. Haberi öğrenen Jorge ve Celia elde avuçta ne varsa uçak biletine yatırır ve Leo ile birlikte Katalonya’ya doğru yol alır. Barcelona’da geçen birkaç günün ardından Leo’yu Carles’e götürürler. Antrenmanlara çıkması sağlanır ve bir hazırlık maçına çıkar. Bu maçta muazzam bir performans sergileyip beş gol atan Leo yıllar sonra Carles’e şu cümleleri kurdurtacaktır: “İki dakika içinde yeteneğini ve hızını fark ettim. Ona sözleşme imzalatmamak delilik olurdu.” Aynı zamanda bu, tedavi masraflarının da karşılanması anlamına geliyordu. Buna karşın tek şart vardı: Messi artık La Masia’ya emanet edilecekti. 


Yeni Maradona Olmaktan Korunma

La Masia hepimizin az çok bilgi sahibi olduğu o muazzam futbolcu fabrikasına dönüşmüş bir “çiftlik”. Ailesinden kilometrelerce uzak olan Messi, ikinci ailesini burada buldu. Gerard, Francesc ve Pedro en iyi arkadaşlarıydı. Onlar Messi gibi çok uzaklardan gelmeseler de ailelerinden uzak bir hayat geçiriyorlardı. Hocaları onlara ilk geldikleri gün de zaten bunu söylemişti: “Burası bir ev ve evinizde kocaman bir aile ile birliktesiniz.” Bu anlayış hepsinin gelişiminde büyük rol oynadı da diyebiliriz. Özellikle de Leo üzerinde pozitif bir etki sağladı. Öyle ki La Masia Gençlik Koordinatörü Albert Capellas kısa bir süre önce şunları söyler: “Burası sadece onların yaşadığı yer değil. Yemek yemeye geliyorlar. Bir sorunları olduğunda da anne ve babalarıyla konuşacak gibi bizi arıyorlar. Bizim için onlar birer yıldız değil. Sadece Leo, Bojan ve Andres. Onlara her zaman aynı öğütü veriyoruz: “ Sen iyi bir adamsın, değerlerini kaybetme.””

Yıllar geçer. Messi artık o hastalıklı çocuk değildir. Tedaviye cevap vermiştir ve boyu günden güne uzamaktadır. Buna paralel olarak fiziği de gelişim göstermektedir. İzleyen herkesin dikkatini çeker. Takım arkadaşları bile onun gelecekte tam bir Cule olacağından emin birer tavır takınırlar. 2005 yılına kadar sadece koçları, arkadaşları ve rakip takım oyuncuları tarafından tanınan Messi, Arjantin forması ile katılacağı U-20 Dünya Kupası’nda kendini dünyaya tanıtacaktır. Finalde 2-1 geçtikleri Nijerya karşısında iki golü de penaltıdan atar. Simon Kuper de bu durumun üzerine Futbol Adamları adlı kitabının ilgili bölümünde ilginç bir anektod aktarır. FM oynayanlar bilir; Chelsea’nin gözlemcilerinden birisi de Hollandalı Piet de Visser’dir. Finalde yan yana oturan Kuper- de Visser ikilisi hayran hayran Messi’yi izler. de Visser ikinci golden sonra “Maradona!” diye haykırır. Klasik düşünce artık oluşmaya başlar. Ariel Ortega’nın içi geçmişti, Marcelo Gallardo büyük bir balondu, Andres D’Alessandro aklını kullanamamıştı ve Javier Saviola da yeteri kadar kendini gösterememişti. Biri yeni Maradona olacaksa o da mutlaka Lionel Messi idi!

Ülkemizde bile yapılan Galatasaray’ın Hagi arayışı gibi Arjantin’in de Maradona arayışında olması çok doğal fakat bu, isimlerin ezildiğinin farkındalık bilincini yaratmaz. Bu da bir o kadar normaldir. Çünkü insanlar somut olanı görmeyi ve umut bağlamayı sever. Messi’nin geçirdiği dönemler ve yarattığı olgunluk seviyesi bunu rahatça aşmasını sağlayacaktır. Dünya üzerinde onun kadar mental anlamda güçlü olan futbolcu sayısı çok az. Bunun sebebi Messi’nin kaybedecek bir şeyinin olmaması, dolayısıyla geçirdiği süreçtir. Futbol oynamak için her türlü zorluğundan üstünden geldi.  Bu noktadan zaten baskıyı kırdı. Ekstrasında da La Masia avantajını kullandı. Herkes gözden kaçırabilirdi fakat Messi, Maradona’dan farklı olarak Avrupalı olarak yetişmişti. Avrupa’nın sistematiğini ve La Masia’nın da profesyonelliğini alarak rehavet duygusuna bünyesinde yer vermeyecekti. Üstelik ham yeteneğine farklı şeyler de ekleyebiliyordu. Öyle ki La Masia onu “Maradona olmaktan” ileride kurtaracaktır da. Pep Guardiola’nın takımın başına geçmeden önceki senesinde Ronaldinho’nun gece hayatına nasıl dadandığını ve düşkün olduğunu hepimiz biliyoruz. Ronaldinho, Messi’yi de şehre alıştırmaya başlamıştı. Yine hatırlayacaksınız çıkışa geçen Messi, Ronaldinho’nun gol sevincine bile özenecekti. Kulaklarının çekilmesi çok uzun bir süre almayacaktı. La Masia’nın aile ortamı onu Pep’in uyarmasını sağladı. Durumun bilincine varan Messi düzeldi, Ronaldinho da takımdan gönderildi. Öyle ki Messi’nin artık en büyük eğlencesi kendi tabiriyle “evde takılmak”.

Rekorları Yaratan Adam

Yeni Maradona Olma ve Ronaldinho engelini aşan Messi, Pep’in gelişi ile performansını daha da yukarı çıkaracaktı. Ufak taktiksel nüanslar ile Messi’yi adeta baştan yaratan Pep, Messi’nin hayatında çok değerli bir rol almaya başlar. Messi attıkça Barcelona kazanıyor, Barcelona kazandıkça da Messi kazanıyordu. Adeta Tanrı kılığında sahada yer alıyordu. Ödüller ve kupalar gün geçtikçe artmaya başladı. Gözler milli takıma çevrildi. Barcelona ile bu kadar başarı kazanan Messi artık ailesinin topraklarına hizmet etmeliydi. Yıllarca Cengiz Han’ı bekleyen Moğollar gibi Maradona’yı bekleyen Arjantinliler için gün gelmiş olmalıydı. Maradona’nın teknik direktör olduğu 2006 Dünya Kupası’nda Arjantin iki Maradona’ya sahipti. Biri sahada diğeri de kulübede...  1986’da gelen başarı tekrarlanmalıydı fakat bu kadar basit olmayacaktı. Maradona’nın Messi’yi fazlasıyla kaleden uzak tutması Almanya karşısındaki hezimetin en büyük sebeplerinden biriydi. Diğerlerine girersek zaten çıkamayız. Messi de işin bilincinde ve son teknik direktörü Alejandro Sabella ile birlikte hem kendisinin hem de arkadaşlarının performanslarını üst düzeye çekmiş durumda. Arjantin 2014 Dünya Kupası’nın Messi önderliğinde en büyük favorilerinden biri olmuş vaziyette.

Milli takımda kazanacağı bir veya daha fazla uluslararası kupa ise onun dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu olduğunu tescilleyecek. Varlığı sayesinde rekorlardan haberdar eden adam, şu sıralar Gerd Müller’in rekorunu kırmak üzere. Kim bilir daha nice rekorlar vardır kırılmayı bekleyen? Ayrıca çıtayı öyle bir noktaya taşıyor ki sonradan gelenlerin onun seviyesine ulaşabilmesi için yapılacak bir ton şeyi olacak. Hakkında milyon çeşit taşlama yapabilirsiniz fakat futbolun en güzel insanına hakkını teslim etmelisiniz. Kıracağı rekor ile dünyanın gelmiş geçmiş en iyisi olduğunu ispat eden ve yapacağı birçok şey ile ispatlamaya devam edecek olan adam: Lionel Andres Messi!

Ufuk Tolga Aldırmaz





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...