31 Ağustos 2013 Cumartesi

Altın Çağ Puzzle'ı Tamamlandı



1998 yılından sonra ilk kez II. Louis Stadı'ndan çıkan UEFA Süper Kupası bu yıl Prag'da düzenlendi. Bayern Münih ve Chelsea arasındaki mücadele fazla klişe olacak lakin bu sefer tam anlamı ile nefesleri kesti. Maçtan önce, daha önceki takımlarından "kanlı bıçaklı" olarak tanıdığımız Pep Guardiola ve Jose Mourinho birbirlerine adeta güzellemeler yaparak maçın sıcaklığını arttırmamak niyetindeydiler. Nitekim maç öyle başladı ve öyle de devam etti.

Takımlar sahaya aşağıdaki görselde bulabileceğiniz dizilişler ile çıkıyordu. Tarafların daha ne yapmaya çalıştıklarını algılayamadan sekizinci dakikada Fernando Torres'in ayağından gelen gol Chelsea'yi maça adeta 1-0 önde başlatıyordu. Daha önce Real Madrid-Barcelona eşleşmelerinden aşina olduğumuz bir başlangıç da diyebiliriz. O dönemdeki maçlardan esintileri hissetmedik de diyemeyiz.



Mourinho, çalıştırdığı takımlardaki kimliği haline gelen önde baskılı ve direkt hücumu benimseyen bir organizasyon ile sahaya çıkıyordu. Gelen golün ardından bu iki durumu daha da disiplinli ve iştahlı biçimde uygulamaya çalıştılar. Özellikle baskı o denli efektif olmaya başladı ki Toni Kroos her geçen dakika daha da fazla stoperlere yaklaşmak zorunda kaldı. Bayern Münih ise topu ayağına aldığı zaman hatlar arası kısa mesafeli, kompakt bekleyen bir Chelsea'yi karşısında buluyordu. Yediklerin golün de vermiş olduğu şokla maça iyi başlayamayıp bocalama evresine girdiler. Özellikle hücumda olması gerektiği gibi hızlı davranmayıp birbirleri ile pek yardımlaşmamaları belli bir süre boyunca sürekli olarak Franck Ribery'nin ayağına bakmalarına neden oldu. Yaklaşık 20-25 dakika boyunca en sık uyguladıkları set, sağ taraftan Ribery'e atılan diyagonal paslar neticesinde olgunlaşan hücumlardı. Ribery, David Alaba'nın da desteği ile birlikte o kanadı adeta hallaç pamuğuna çevirdi. Son hamlelerini daha kararlı biçimde uygulasa daha ilk yarıdan Bayern Münih için gerekli skoru yakalatabilirdi. Kilitlenen Bayern Münih karşısında Chelsea'nin geride kompakt bekleyen bu pasif hali anlaşılabilirdi lakin ikinci yarı başladığında işler değişecekti. Ribery bir akşam önce aldığı Avrupa'nın En İyi Futbolcusu ödülünün pek de boşa olmadığını gösterircesine bir gol atarak skoru eşitledi.

Beraberlikten Sonraki Oyun

Ribery'nin daha da serbest dolaşım hakkına sahip olmasının ardından hücumları merkezden olgunlaştırmaya başlayan Bayern Münih'te pasif bekleyen rakibe karşı gerekli baskı kurulamıyordu. Bunun neticesinde 55. dakikada gelen Rafinha-Javi Martinez değişikliği takımdaki taşları yerine oturtacaktı. Philipp Lahm sağ bek mevkiine geçerken Kroos onun boşalttığı bölgeye, Martinez de defansın önünde geçiyordu. Merkezi iyi biçimde dolduran Guardiola, oyunculara alanı daha da daraltmaları direktifini verdi. 70.Dakikada Thomas Müller'in yerine oyuna giren Mario Götze ile hücum daha da işlevsel kılınmaya çalışıldı. Pasif oyunu gittikçe "aciz" oyuna dönüşen Chelsea ise direkt hücumlarının yanında repertuarına birkaç şey daha eklemek zorundaydı. Bunlardan biri duran top olabilirdi ki en kestirme yoldan iki yüzde yüzlük gol pozisyonuna girildi. Torres'in de oyundan düşmesi neticesinde durumun vehameti gittikçe arttı. Ramires'in kırmızı kartı görmesinin ardından tek çare savunmaya çekilmekti. Andre Schürrle'nin yerine giren John Obi Mikel de Ramires'in bölgesine geçti fakat bir tek fark vardı. O da Obi Mikel'in stoperler arasına fazlaca girmesiydi. Maç 1-1'lik eşitlikle tamamlanırken uzatmalara gidiliyordu.

Uzatmalardaki Oyun

İkinci yarının başında Ribery'nin yaptığı ekstra işi bu kez Eden Hazard Chelsea adına yapıyordu. Piyangodan bulunan bu gol takımın moralini şüphesiz ki yükseltmiştir. Oyundan düştüğünü belirttiğim Torres'in yerine giren Romelu Lukaku ise önemli bir hamle olduğunu ilerleyen dakikalarda ileride top tutarak gösteriyordu. Buna karşın yeteri kadar o bölgeye yollanamayan top artık el yakmaya başlıyordu. İkinci uzatma devresine girilirken Guardiola'nın Javi Martinez ile Mario Madzukic'i amiyane tabirle ceza sahası içine dikmesi ve sürekli onlara yollanan yüksek toplar ile tehlike yaratılma çabası meyvesini defalarca kez verdi. Petr Cech eski günlerine nazire yapan cinsten bir perfromans sergilerken Chelsea'yi ayakta da tutuyordu. Defalarca takımını ipten aldıktan sonra artık hiçbir hamle şansı kalmayan Mourinho'nun taraftarı tam anlamı ile gaza getirişini görmek de muhteşemdi. Çok yaklaşmışlardı. Euro 2012'deki Türkiye-Hırvatistan mücadelesindekine benzer biçimde uzatmanın uzatmasında gelen gol büyük sevinç yaşatıyordu doğal olarak.

Penaltılara giden mücadelede mükemmel penaltıcılar sahneye çıkıyordu. "Drogba olmak istediğim yok." diye demeç veren Lukaku bir Didier Drogba olamıyordu ve Bayern Münih Avrupa'nın en büyük kupasına da sahip olarak altın sezonunu taçlandırıyordu. Uzun yıllardır böyle zevkli bir Süper Kupa karşılaşması izlediğimi hatırlamıyorum. Sırf bu yüzden bile iki takım birer teşekkürü hak ediyor. Bu kupa sayesinde Guardiola üzerindeki baskıyı bir nebze olsun kırdı. İlerleyen günler ne getirecek hep birlikte göreceğiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

30 Ağustos 2013 Cuma

Talent Hunter

Zinedine Yazid Zidane... Cezayir asıllı bir ailenin oğlu olarak 23 Haziran 1972'de Marsilya banliyölerinden birinde dünyaya geldi. Aslında "Afro-Fransız" olarak Fransa'da yaşayan her çocuk gibi bazı zorluklar yaşayarak büyüdü. Futbol sevgisi neticesinde ise amatör başlangıcı yapacaktı. Mahalle takımı kıvamındaki US Saint-Henri efsanenin ilk kulübü olarak kayıtlara geçecektir. Daha sonraki durağı OS Septemes-les-Vallons olur. Burada geçirilen kısa sürenin ardından istikamet ülke çapındaki seçmeler olur. Tahmin edebileceğiniz gibi ondaki yeteneğin fark edilmesi güç olmayacaktır. Seçmeler, kariyerindeki dönüm noktalarından biri olarak nitelendirilir. AS Cannes yetkililerince ileride Fransız Futbolu'nda fena sayılmayan bir yere sahip olacak Guy Lacombe'un başında olduğu alt yapıya kazandırılır. 1987 yılında katıldığı alt yapıdan henüz bir yıl sonra A takım teknik direktörünün dikkatini çeker ve profesyonelliğe adım attırılır. 20 Mayıs 1989 ise büyük futbol zanaatkarının henüz 17'sine basmadan önce ilk resmi maçına çıktığı tarihtir. Hepsini o teknik direktöre borçludur. Takımı küme düştükten sonra ayrılmak zorunda kalır zira o yeteneğin Ligue 2'de heba olması söz konusu bile olamayacaktır.




Sonraki adres Bordeaux olur. Güzel geçen macerası ile birlikte ilk kez milli formayı sırtına geçirir. Yetmez, milli takımın beyni konumuna getirilir. 35 milyon Fransız frangı karşılığında Juventus'a transfer olur. Siyah-beyazlı forma ile neredeyse kazanılmadık kupa bırakmaz, hatta Şampiyonlar Ligi başta olmak üzere bir kısmını da finalde kaybeder. Bir futbolcunun gelebileceği en üst seviyeye ise 77 milyon Euro karşılığında imza attığı Real Madrid'de gelir. Juventus ile yapamadığını Real Madrid'de yapar ve kulüp kariyerindeki kupa koleksiyonunu tamamlar. 2010 Dünya Kupası Finali'nde kült olmuş o kafayı Marco Materazzi'ye attıp kırmızı kartı gördüğünde dahi koleksiyonunda bir Dünya Kupası bir de Avrupa Şampiyonası kazanılmış konumdaydı

***

Franck Bilal Ribery... 7 Nisan 1983'te Fransa, Boulogne-Sur-Mer'de dünyaya gelen Ribery henüz iki yaşındayken hayatı boyunca yüzünde taşıyacağı o izin sebebi olan trafik kazasını geçirecekti. Yüzüne atılan 100 dikişin daha sonraları onun dünya çapında bir yıldız olup "Scarface" olarak anılmasına sebep olacağını kimse tahmin edemezdi.



Henüz altı yaşındayken Conti Boulogne'de emekleme dönemini geçirdi. Yedi yıl sonra Lille'e katıldı. Burada geçirdiği üç sene neticesinde yaşadığı sıkıntılar onun US Boulogne'ye katılmasına sebep olacaktı. Amatör biçimde devam ettirdiği kariyeri birilerinin dikkatini çekmeyi başarmıştı. FC Metz'in teknik direktörü sayesinde Ligue 1'de oynama fırsatı elde edecekti. Rüya gibi olmalıydı. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki yalnızca altı ay sonra kendini Türkiye'de buldu. Galatasaray'da yaşanılan malum sıkıntılar neticesinde FC Metz'deki teknik direktörünün yeni adresi olan Marsilya'ya geçecekti. Burada beklenenin çok üstünde bir performans sergilemişti. 2006 Dünya Kupası Fransa Milli Takımı'na çağırılan Ribery, dikkat çekici performansı neticesinde FC Bayern'in yolunu tutacaktı. Dünyanın en iyileri arasındaki yeri yadsınamayacak olan Ribery, bu günlerde Avrupa'nın En İyi Futbolcusu ödülünün de en büyük adayı.

***



Jean Fernandez... Cezayir'in Mostaganem şehrinde 8 Ekim 1954 tarihinde doğan Fernandez, eski bir futbolcu ve şu anda Montpellier'i çalıştıran teknik adam. Somut anlamda kariyerindeki en büyük başarılar AJ Auxerre'i Ligue 1'de üçüncü yapıp Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkı kazanması ve bu başarı ile Ligue 1'de Yılın Teknik Direktörü seçilmesi. Ekstra olarak da Sochaux'yu Ligue 1'e çıkarması olarak gösterebiliriz.

Yukarıda saydığım başarılar bir kenara Zidane'ı AS Cannes'da profesyonel yapan, Ribery'i Amatör Lig'den çekip çıkartan teknik direktörün ta kendisi olması kilit nokta. Onun sayesinde bu iki isim dünya arenasında kendisine bu kadar kısa sürede yer edinmiş durumda. Yıldız futbolcu potansiyelinde olan herhangi bir isime dahi katkı yapması kuvvetle muhtemel. Kaldı ki Zidane ve Ribery'nin de çeşitli mecralarda dile getirdiği gibi mükemmel bir mentör.

Yeni takımının Montpellier olduğunu belirtmiştim. Louis Niccolin gibi bir başkan ile ne denli uzun süreli çalışabileceği hakkında bir fikrim yok. Buna karşı şu günlerde tek dileğim en azından iki sezon geçirmesi. Geçirsin ki süper star olma potansiyeli taşıyan Remy Cabella doğru heykeltraşın elinde yontulsun, biçimlensin. İşler yolunda giderse yeni bir yıldızın doğması işten bile sayılmayacaktır.

Ufuk Tolga Aldırmaz

29 Ağustos 2013 Perşembe

Oz Büyücüsü




Fenerbahçe'nin CAS'tan aldığı ceza ve kulüp kaynaklı gelen haberlerin olumsuz nitelik taşıması aslında bugünkü karşılaşmanın formaliteye döneceğinin de göstergesiydi. Buna karşın tur atlayacak skoru elde edip cezanın içinde bulunduğumuz sezonda çekilmesini sağlamak ise önümüzdeki sezonun planlaması için de son derece elzemdi. Slaven Bilic önderliğinde futbolcular da zannımca bunun farkında olarak sahaya çıktılar.

Kısa sürede klasik diye nitelendirebileceğimiz on birini oturtan Beşiktaş, aslında bu yapı ve düzende beklenmeyeni yapıp maça agresif başladı. Olabildiğince, alanı rakip yarı sahada daraltmanın da birincil plan olduğu görüldü. Skor avantajını almak için bu tip riskler gayet makul göründü. Tıpkı Kayseri Erciyesspor mücadelesinin başında olduğu gibi kanat forvetlerin yaptığı baskı ve sürekli hareket halinde olma çabaları da oldukça önem arz ediyordu. Buna karşın, merkezde partner olan Atiba Hutchinson-Veli Kavlak ikilisinin Hugo Almeida'nın açtığı/açmaya çalıştığı kulvarlara genellikle yapmadıkları koşular ise Beşiktaş'ın hücumda kısır kalmasının en büyük nedeni olarak göze çarpıyordu. Bu durumu çözmek için bolca diyagonal pas girişiminde bulunan takım, kanat forvetlerin(özellikle Olcay Şahan) topla efektif olamaması sebebi ile daha da fazla sıkıntıya giriyordu. İlk yarı sıfır sıfır geçilirken ikinci yarının hemen başında Bilic'den ilginç diye nitelendirebileceğimiz bir hamle geldi. Doğru teşhisi yapıp Oğuzhan Özyakup'a yer açmak adına Ersan Gülüm'ü çıkarıp, Hutchinson'u sol bek mevkiisine çekiyordu.

Bilic'in ilerleyen haftalarda sanırım "klasikleşen" diye tabir edeceğimiz devre arası rot-balans ayarı ile takım amiyane tabirle rakibi ısırmaya çıkıyordu. Nitekim Manuel Fernandes'in sağ çaprazdan kullandığı duran top neticesinde Hugo Almeida'nın güzel kafa dokunuşu golü getirdi. Kilit açılmıştı. Ozzie'nin yaptığı rakibi savuran koşular ve akıcı hücumlar da meyvesini verecekti. En çok eleştiri aldığı özelliği uzaktan attığı şutlar olan Ozzie, ters ayakla yaptığı mükemmel bir vuruşla rakip kaleciyi avlıyordu. Skor avantajı alındıktan sonra Almeida-Micheal Eneramo değişikliği ise teoride doğru pratikte yanlış olacaktı. Eneramo'nun alışkın olduğumuz o fit halinden uzak oluşu ve yeterince top tutamaması atılan topları geri sekmesine sebep oldu. Buna rağmen paniklenmeyip akıllıca tercihler yapılsa üçüncü golün gelmesi iş bile değildi. İlerleyen dakikalarda maç boyu yokları oynayan Olcay  yerine Gökhan Töre'yi çıkarıp Muhammed Demirci'yi alan Bilic, Töre'nin direkt olarak kattığı fizik gücü ve agresiflikten de vazgeçmiş oluyordu. Fernandes'in iki maçta düşen fizik gücünü de düşününce onun da çıkması mantıklı bir hamle olarak nitelendirilebilirdi. Sağ kanattan defalarca akın geliştiren Tromsö, Serdar Kurtuluş'u zor durumlara soktu. Hutchinson'ın ortada olmayışı da oyunu tutmakta zorlanılmasının bir diğer sebebiydi. Tromsö bulduğu fırsatlara rağmen topu kaleye sokamayınca tur Beşiktaş'ın oluyordu.

Atatürk Olimpiyat Stadı'na giden binlerce Beşiktaşlı adeta bile bile lades dedi. Hakikaten özellikle o stadda böyle bir kalabalığı oluşturmak kolay iş değildi. Tebrik etmek lazım. Beşiktaş'ın da turu almasının yanında sanırım tek faydası hazırlık dönemlerinde rastlanamayacak kalitede bir hazırlık maçı yapılmış olmasıydı. Sakatlık olmaması da tek teselli... Beşiktaş'ta işler yolunda gitmeye devam ediyor. Fizik olarak yıpranmaların başladığı da gözle görülürken hafta sonu oynanacak Gaziantepspor mücadelesi içinde bir rotasyon kokusu almak gerek diye düşünmekteyim.

Ufuk Tolga Aldırmaz

27 Ağustos 2013 Salı

Dizginler Elde Devam



Trabzonspor'a karşı alınan net galibiyet ile lige muhteşem bir şekilde başlayan Beşiktaş, Norveç'in soğuğunda hayırlı bir tokat yemişti. Camia olarak havaya uçmak için hazır kıta bekleyen Beşiktaş, ligde alabileceği darbelere karşı daha dikkatli olmak mecburiyetinde olduğunu görmüştü. Nitekim Kayseri deplasmanında Erciyesspor'a karşı hırslı, istekli ve ısırarak başlayan takım bu duruma mental olarak hazırlıklı olduğunu da gösterdi.

Tempolu, pozisyonlu kısacası zevkli biçimde başlayan karşılaşmada gollerin gelmesi de uzun sürmeyecekti. Avrupa'nın belki de birçok liginde verilmeyecek olan penaltı -hakeme kesinlikle herhangi bir serzenişte bulunmuyorum, gayet haklı bir sebebi vardı- ile öne geçen Kayseri Erciyesspor, aslında golden daha değerli bir şeyi sahada uyguluyordu: Beşiktaş orta sahasına basmak... Beşiktaş bu baskıya reaksiyon göstermekte son derece zorlandı. Atiba Hutchinson ve Veli Kavlak ikilisinin zorlandığı bu noktada imdada yine sakin ve bilinçli oyun yetişecekti. Beraberlik çok geçmeden sağlandı. Yenilen golde her ne kadar Kayseri Erciyesspor savunmasının hatası olsa da iş "al gülüm ver gülüm" noktasına gitti ve Ersan Gülüm'den amatör seviyede yapılmayacak bir hata geldi. Yenilen iki golden sonra da dikkat çekici olan şey mental olarak düşüşün yaşanmamasıydı. Sanırım Slaven Bilic, geçen sezondan kalma o gol atabilmenin getirdiği rahatlığı takımında tutmayı başardı. İkinci yarıda Kayseri Erciyesspor'un yaptığı baskıya biraz olsun hareketli hale gelerek cevap veren Beşiktaş, Gökhan Töre'nin ekstra golü ve klasik duran top gollerinden birini de Julien Escude ile atıp öne geçiyordu. 

Öne geçişin ardından taraftarın tırnak yeme seansı başladı. Malumunuz, yine geçen sezondan kalan skoru tutamama alışkanlığının devam edebilme ihtimali sıkıntının ana sebebiydi.  Biraz tesadüfi olsa da golden önce gelen Muhammed Demirci-Olcay Şahan ve sakatlık sebebi ile gerçekleşen Oğuzhan Özyakup-Gökhan Töre değişiklikleri takımı Bilic dönemi Hırvatistan'ına özellikle topu ayağında tutma sevdasından ötürü benzeyecekti. Fernandes, Oğuzhan, Hutchinson, Muhammed ve Veli gibi soğukkanlı pasa yatkın isimler ile iş daha kolaylaşıyordu. Topun Beşiktaş'ın ayağında kaldığı her saniye takımın bu yöndeki güveni de kesinlikle yerine geliyordu. Ersan'ın gelişi güzel biçimde topu savunmadan yollamasına Bilic'in sert biçimde kızması aslında takımın geri kalan çakralarını da açmasını sağladı. Nitekim gelen galibiyet ile uzun yıllar sonra Beşiktaş lige ikide iki ile başlayıp daha da rahatlayacaktı. 

Geride kalan iki hafta ve dün geceki galibiyetin anlattıkları ise net mesajlar vermeye devam etti. Transfer döneminde derinden hareket eden Beşiktaş, kadro derinliğini nitelikli biçimde arttırmış. Kenar yönetimindeki sağlamcı, bilinçli mentalite takıma da sirayet etmiş vaziyette. Gökhan Töre'ye Serdar Kurtuluş'un kademesine girip Yasin Öztekin'in etkinliğini kovuşturması ise takım bilincinin ne denli enjekte edildiğinin de aslında bir göstergesi. Bu örneğim ne kadar tezimin altını doldursa da Hugo Almeida gibi bir sorunun da varlığını inkar etmek ahmaklık olur. Maç sonunda Önder Özen'in de sol bek transferini müjdelemiş olması sanıyorum ki o problemin de çözüldüğünün işaretidir. 

Beşiktaş iyi yolda. Dizginleri elde tutarak iyi işleri devam ettirecek gibi gözüküyorlar. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi önce ayaklar yere basmalı ve bu takımın mütevazı bir ekip olduğunu unutmamalı. Sonrası bir şekilde gelecektir.

Ufuk Tolga Aldırmaz




23 Ağustos 2013 Cuma

Zaman



Taraftar açısından her zaman için iyi başlangıçlar, zaten meyilli olunan bulutların üzerine çıkma konusunda kolaylık sağlar. Olimpiyat Stadı'nda yapılan sezon açılışında Trabzonspor'u 2-0'lık net sonuç ile devirmek bir kesimde zafer sarhoşluğu yarattı. Takım o gece şampiyon ilan edilmişti bile. Ekstra olarak takım için İstanbul'u bırakıp Norveç'e, Kuzey Kutbu'na 300 küsur kilometrelik yakınlıkta bulunan Tromsö şehrine geçiş oryantasyon açısından da pek kolay olmayacaktı ki bu doğal olan şeydi.

Slaven Bilic Trabzonspor karşısında galip gelen takımındaki tek değişikliği Mustafa Pektemek'in yerine Hugo Almeida'yı oynatarak yapıyordu ki maç aslında Almeida'nın baş rolünde geçecekti. Rakibin yaptığı fahiş hata neticesinde attığı gol, karşı karşıya yapamadığı pozisyon akabinde rakibine attığı dirsek, rakip savunmaya hava topları açısından kurduğu dominasyon... Aslında bu saydığım aksiyonların içinde sürekli olarak yer alması Almeida'nın, Trabzonspor galibiyetinin ardından altını çizmeye çalıştığım gibi, sistemin devamlılığı ve verimi açısından ne kadar önemli bir profil olduğunun altını çizer nitelikteydi. Almeida'nın yanı sıra hücumda akışkanlığı sağlayacak tek bir opsiyon üretememek pozisyon açısından kısır bir döngü oluşmasına neden oldu. bu tip deplasmanlarda Beşiktaş gibi bir takımın sık sık karşılaşacağı katı savunma anlayışını çözebilmesi için statik anlayıştan kurtulması gerekmekte. Bunu sağlamak için daha agresif hücum organizasyonlarına başvurulması elzem. Aklıma Oğuzhan Özyakup'suz Samet Aybaba'nın Beşiktaş'ı da geliyor. O takımın da çektiği ceremelerden biri hücumda statik kalınmasıydı. Oğuzhan bunu çözmek için bir silah olabilir. İlerleyen haftalarda Sezer Öztürk de iyi bir alternatif olabilme potansiyeli taşıyor. Velhasıl kelam hücum atraksiyonları için zamana ihtiyaç var.

Gelelim savunmaya. Yenilen iki gol de ekstrem goller olmasına rağmen ilk etapta göze batan durum net bir sol bek eksikliği oldu. Ersan Gülüm'ün desteksiz hücum çıkışlarının yaratamadığı tehlikeler de işin cabasıydı. Zannımca bu maçtan sonra o bölge için transfer çalışmaları hızlanacaktır. Sol bek sıkıntısının yanında bu maçta yaptığı kabul edilemez hata ile eleştiri oklarının hedefi olan Julien Escude, tandemin zayıf halkası olmaya devam ediyor. Bilic'in henüz Pedro Franco'ya şans tanımaması ise kafalarda soru işareti oluşturmuyor değil. İlerleyen haftalarda oluşumu daha sağlıklı olarak inceleme fırsatı kuvvetle muhtemel buluruz. O güne kadar zaman tanımak zorundayız.

Bu tahammül edilemez mağlubiyete rağmen iyi mesajlar var mıydı diye sormadan edilemediğinin farkındayım. Eksiklerin ortaya çıkması ve erken bir tokat niteliği taşımasından ötürü bu maç fikrimce çok yararlı oldu. Bunun yanı sıra maç boyunca disiplinden kopulmaması, bilinçli bir biçimde hareket edilmesi çok büyük artılardır. Bilic'in hamleleri maçı çevirmeye yetmese de teoride doğru hamleler olarak göze çarptı. Yine de önceki iki paragrafı bağladığım gibi bunda da aynı yola başvuracağım: Bu takıma zaman şart. Ezberci bir teknik direktör olmayan Bilic'in bu dersleri takımına iyi dikte ettireceğinden de şüphem açıkçası yok.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Devrim mi Şanlı Mağlubiyet mi?



Zeki Önder Özen... Geçtiğimiz sezonun başında; havalar henüz daha soğumamışken NTVSpor'da "Kamp Günlüğü" adında bir programda kır saçlı uzun yüzlü bu beyefendiyi gördüm. Kendisi Ercan Taner ile karşılıklı entellektüel bir biçimde paslaşarak tatlı tatlı, alışkın olmadığımız biçimde anlatımlar yapıyordu. Üslubunun farklılığı ilk başta birçok kişiye sanıyorum ki garip geldi. Bu kesime ben de dahilim. Hemen elim telefona gitti. Twitter açıldı. "NTVSpor'da şu an yorum yapan şahıs kim?" diye soru içerikli bir tweet atıldı. Gelen yanıt ise özdü: "Zeki Önder Özen..." . Kim olduğunu öğrendikten sonra programın bitmesini bekledim. Bitince dizüstü bilgisayarı kaptığım gibi Google, Zeki Önder Özen, ara...

Farklı kaynaklardan birçok bilgi elde ettim. Her kaynakta ise değişmeyen şeyler belli idi: Kalite, bilgi, tevazu... Gel zaman git zaman kendisini -naçizane- göz hapsine mahkum ettim. Ekseriyetle hiçbir programını kaçırmama çabasındaydım. Ağzından çıkacak en ufak bir kelime dahi açıkçası ağzımı sulandırıyordu çünkü her kelimesi bilinçli bir biçimde karşı tarafa bir şey kazandırmak amacıyla ağızdan çıkıyordu. Kendisini bilinçli olarak kategorize edebileceğimiz kesime net biçimde kabul ettirmişti. Üzerinde birleşilen bir isim olup çıkmıştı. Bu kısımları hepimiz hatırlıyoruz. Sonradan öğreneceğimiz şekliyle, geçtiğimiz Fikret Orman yönetiminde Futbol Şube Sorumluları'ndan biri olan Tamer Kıran'ın girişimi ile kulübe kazandırılma çalışmaları başlamıştı. Tamer Kıran'ın bu girişimi aslında İşletme Yönetimi dersi alan her öğrencinin daha ilk derslerde öğrenmiş olduğu doğru organizasyon ve doğru organizasyonun içindeki doğru kişiler prensibinin temeliydi. O temelin geçtiği süreci beraber inceleyeceğiz.

22.05.2013

Başkan Fikret Orman ile birlikte Önder Özen bir basın toplantısı düzenledi. Fikret Orman, Önder Özen'in "Futbol Genel Direktörlüğü" pozisyonuna getirildiğini paylaştı. Bunun neticesinde kulüp, futbol branşında profesyonelleşecek ve branştaki tek yetkili Futbol Genel Direktörü olacaktı. Kısacası futbolun anahtarı Önder Hoca'ya teslim edilecekti. Mikrofonlar Önder Hoca'ya uzatıldığında altını çizdiği ilk konu ise günlük başarılar elde etmekten ziyade hedeflerinin bir sistem oturtmak olduğuydu. Planlı biçimde gelecek başarıların peşinden koşulmalıydı. Bir diğer önemli husus ise kulüp disiplini olacaktı. Mesnetsiz biçimde gelen "Siz tanrı parçacığı mısınız?" sorusu ise öyle zannediyorum ki yıllar sonra bile hatırlanacak düzeyde orijinal bir soru olarak hafızalarda yer edinecekti(!). 

İmza töreninin ardından BJK TV'ye konuk olan Özen, asıl plan ve projelerini burada bir bir sunacaktı. "Ayaklarım yere basıyor." dercesine işin çok çetrefilli olacağını dillendirdi. Benim dikkat ettiğim husus ise Beşiktaş'tan bir Borussia Dortmund yaratılamayacağını belirtip hayal satmamasıydı. Bunların yanı sıra organizasyon şemasını açıkladı. A Takım, Alt yapı, Kaleci, Gözlemci ve Atletik Performans Departmanları'nı oluşturacağını belirtti. Bunları teker teker açıklamaktan ziyade işaret parmağının hep "Batı'yı" gösterdiğini söylemem yeterli olacaktır. Dünya standartlarında birimler yaratma çabasına girecekti.

Pilot takım vurgusu yaparken işin mali boyutundan bahsedecekti. Bu bahis aslında kulübün rasyonel biçimde işlemesi gerektiğinin de en önemli vurgusu olacaktı. İlk etapta bunun yerine Avrupa'daki kulüpler ile oyuncu ve özellikle antrenör değişim programı oluşturmak istediklerini açık açık belirtip, kulüpteki kalifiye antrenör eksikliğinin altını çizecekti.

Bu açıklamaların yanında çok daha önemli olan husus ise Alt Yapı Departmanı'nın Beşiktaş'ın devrimcilerinden Serpil Hamdi Tüzün'ün sistematiğindeki gibi "winner" oyuncu yetiştirmek olacağını belirtmesiydi ki Serpil Hamdi Tüzün vurgusu o gün için son derece hayatiydi. 

23.05.2013

Önder Özen resmen görevine başladı. Ümraniye Nevzat Demir Tesisleri'ndeki odasına yerleşti.

18.06.2013

Kulüpte yaşanılan seçim heyecanından aklıselim yönetim biçimini ortaya koyan Fikret Orman'ın galibiyetinin çıkması ile Önder Özen görevini tam anlamı ile icraa etmeye başlayacaktı. Genel durum değerlendirmesi için çarpıcı bir basın toplantısı düzenledi. 

Daha ilk günden altını çizdiği "kulüp disiplini" konusunu tekrar gündeme getirip mevcut düzenin mali kayıplar yaşattığını belirtti ki bu aslında direkt olarak yönetime yollanmış olan bir ok niteliği taşıyacaktı. Ardından Alt Yapı Departmanı'nın nasıl bir şekil alacağını dakikalarca açıkladı. Bu seviyede bir "yöneticiden" bu tarz bir yaklaşımı ilk defa görüyoruz. Alt başlıklardan biri olan pilot takım meselesini tekrar açıp BJK TV'deki açıklamalarını "Yönetici yetiştirebilecek bir düzen dahi olabilir." diyerek bir adım öteye taşıdı. Atletik Performans Departmanı için gelecek imzanın yakın zamanda açıklanacağını belli etti. Sakatlıklardan muzdarip olan takımın sağlık heyeti için "Beni kandıramazlar. Doktor değilim ama bu işin ehlini tanıyorum." açıklaması geldi. Antrenman sahasından kaynaklanabilecek bozuklukları giderdiklerini ve tesisleri daha verimli kullanmak için "spor mimarı" ile çalışacaklarını belirtti. Kaleci Departmanı için KRC Genk'in ve Deportivo'nun kaleci antrenörlerinden birini şef olarak atayacaklarını söyledi. Son olarak malumunuz olan teknik direktör seçim kıstaslarını bir bir açıkladı. 

Açıkçası bu açıklamaları dinlediğimde çok heyecanlanmıştım. Heyecanımın sebebi bu topraklarda eşi görülmemiş biçimde profesyonelce yaklaşımdı. "Acaba bu açıklamalar havada kalır mı?" diye sormama kalmadan icraatler gelmeye başladı. 

26.06.2013

Kaleci Departmanı'nın başına Deportivo'nun kaleci antrenörü Jose Sambade Carreira getirildi. İlk adım gelmişti.

28.06.2013

Fenerbahçe Futbol Takımı'nın bireysel oyuncu antrenörü Dolu Arslan, Atletik Performans Departmanı'na katıldı. İkinci adım...

28.06.2013 

Başarmak isteyen ve başarma potansiyeli herkes tarafından kabullenilmiş, hırslı teknik direktör kıstasına uyan Slaven Bilic Beşiktaş'ın yeni teknik direktörü oldu. İmza töreninde Önder Özen'i doğal olarak övdü. Önder Hoca da onun var olan motivasyonun kilit bir konu olduğunu söyledi. İyi bir uyum yakalamaya adaydılar. Hatta öyle ki imza töreni sonunda Bilic'in Önder Hoca'yı bağrına basması yüzlerde tebessüm yarattı. 

Daha sonraları, imza atıldığı andan itibaren kadro planlanması adına tatlı tartışmalar yaşadıklarını bizzat Önder Hoca açıklıyordu. Basın mensupları da sanırım o anda ellerini ovuşturmaya başlamışlardı. 

07.07.2013

Beşiktaş camiasının ve yönetiminin önemli isimlerinden Ahmet Nur Çebi ile Önder Özen arasında sorunlar olduğu iddia edildi. Önder Özen resmi siteden bizzat bu haberi kesin bir dille yalanladı. Bu kapı kapanmıştı.

15.07.2013

Bu kez Slaven Bilic ile Önder Özen kapıştı haberleri yayılmaya başlandı. Gün aşırı bu  haberler medyaya düşecekti.

22.07.2013

Slaven Bilic, Samanyolu TV'ye röportaj verdikten sonra Önder Özen elinde telefon ile onun yanına yaklaşır. Telefondaki mesajı(kuvvetle muhtemel Tolga Zengin transferinin bittiğini müjdeleyen mesaj) gösterdikten sonra yaşanılan samimi diyalog aradaki olumlu iletişimin de göstergesi olup basına iyi de bir mesaj olacaktı. 

10.08.2013

Önder Özen'in Hürriyete vermiş olduğu malum röportaj, coğrafyanın en dolu futbol temalı röportajlarından biri olmuştu dersem abartmış olmam. Kulüp disiplininin gelişmekte olduğunu belirtmesi önemli bir gelişmeydi. Camiayı çok oyalayan İbrahim Toraman'ın kaptanlık mevzusunda İbrahim'e göstermiş olduğu dürüstlük takım içinde güven duygusunu kazanması açısından çok önemliydi. Öyle ki gönderilmesi düşünülen İbrahim'in dahi şu an yüzü gülüyor. Geldiği günden beri yaşanan süreçte hataları olduğu ve Fenerbahçe'den futbolcu almayacağız sözünün aslında bu hatalardan biri olduğunu kabul edecekti. Aslında bu önemli konuların yanında satır arasında kalan iki önemli durum olduğunu da belirtmeliyim.

Bir dönem umutsuzluğa kapılan Bilic'e "Diğerleri ile baş edeceğiz, zaten böyle kazanacağımız için sen efsane olacaksın." demesi ve Beşiktaş taraftarının kanına işlemiş olan o romantizmden bahsetmesi kulübün DNA'sını çözdüğünün kanıtları olarak rahatlıkla öne sürülebilecekti. 

12.08.2013

Röportajda geçen malum pazartesi gününü işareti sebebi ile çıkan istifa haberlerini yine bizzat resmi siteden yalanladı. 

15.08.2013

Sağlık ekibi değiştirildi. İlk basın toplantısında kendi söylediği sözlere akıllara gelecekti.

15.08.2013

TRT Spor'daki programda hakkında bulunulan ithamlar neticesinde "Ya ölürüm ya öldürürüm!" deyişi aslında biraz da dolduğunun işaretiydi. Yine bu programda Atletik Performans Departmanı'nın Milan Lab benzeri bir oluşum olduğunu belirtmesi önemli olan bir diğer husustu.

SONUÇ: Önder Özen'in yukarıdaki tarihlerde dillendirdiği her şeyin bir bir realiteye dönüşmesi gerçekten çok önemli. Siyasetten futbol sahasına, ev içi eş diyaloglarından tutun da ibadethanelere kadar her işin vaad ile geçiştirildiği ülkemizde bırakın böyle spor adamlarını, böyle etik değerlere sahip insanlara ihtiyaç olduğu aşikar. Elbette ki kendi de belirttiği gibi hataları oldu, olacaktır da. Kendisi de ne kadar büyük bir işin omuzlarına yüklendiğinin farkında. Gün geçtikçe, özellikle somut başarıyı hedef tutan ve gelmediği takdirde adam öğüten insanların yaratacağı baskı arttıkça hatalar da artacaktır. Buna karşın Beşiktaş taraftarı Önder Hoca'nın arkasında duracaktır, durmalıdır da. Ülke futbolunda denenmeye çalışılan birçok duruma rağmen başarılı olabilecek en akılcı yol bu yoldur. Önder Hoca gibi bir değer bulunmuşken kaybetmek ahmaklık olacaktır.

Sözünü ettiği sistemin başarıyı ne zaman getireceği ise akıllardaki tek soru işareti. İtiraf etmeliyim, önemli de bir soru işareti. Eğer başarı gelirse devrim olacak. Hem de sadece Beşiktaş'ta değil makro düzeyde, ülke futbolunda devrim olacak. Ya başarı gelmezse? Sevgili İbrahim Tilki'nin Marion Bartoli'nin kariyerini sonlandırışı üzerine yazdığı yazıda rastlamıştım Samuel Beckett'ın o sözüne. Benim cahilliğimdir özür dilerim. "Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.". Evet, başarı gelmezse Beşiktaş Türk Futbol Tarihi'nin en şanlı mağlubiyetlerinden birini almış olacak.

Ufuk Tolga Aldırmaz

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Tahakküm



Slaven Bilic ve Mustafa Reşit Akçay'ın maç öncesindeki içli sarılmasından tutun, İbrahim Hacıosmanoğlu'nun Beşiktaş taraftarı arasında maç izlemesine kadar; hatta Beşiktaş taraftarının arasına birer ikişer serpiştirilmiş Trabzonspor taraftarına kadar muhteşem bir saha dışı "mücadelesi" mevcuttu. Suni gündemde ne kadar karşı karşıya getirilmeye çalışılsa da aklıselim olan her insanın birbirini rahatlıkla içselleştirebildiğine bizzat şahit olduğum bir ortamı es geçerek başlamak istemezdim. Şimdi gönül rahatlığı ile maça geçebiliriz.

Bilic'in maç sonu basın toplantısında dillendirdiği gibi bu maç iki faktörü içinde barındırıyordu. Sezonun ilk maçı olmasının yanında derbi niteliği de taşıması... Bu bağlamda iki taraf adına da rahat olunamayacak bir maç yaşanılacaktı. Maçın başladığı andan itibaren topu ayağına alan Beşiktaş, özellikle Trabzonspor adına bu durumu somutlaştırıyordu. Beşiktaş'ın topa hakim olmanın yanı sıra keyfi biçimde tempoyu belirlemesi aslında maçın  gidişatının bir nevi fotoğrafını çekmekteydi.

Bilic'in daha imza attığı gün belirttiği takımın o şuursuzca hücumları bir kenara, geçtiğimiz sezonu Terminatör film serisine benzetecek olursak bu düzen içinde durağan bir Fransız yapımı izliyormuş izlenimine kapılmak işten bile sayılmayacaktı. Aslında bu durum hem saha içinde futbolculara hem de ekranları başındaki taraftara biraz olsun rahatlama payı da bırakıyordu. Bilic, bu dingin oyuna "haddini bilmek" kavramını da ekleyince Beşiktaş'ın hücumları çok daha bilinçli bir hale gelmişti. Saha parselizasyonunu da gözle görülür biçimde iyi yapan Beşiktaş'ta tüm bu durumlara karşın tek sıkıntı santrafor mevkiisine yerleştirilen Mustafa Pektemek'ten, sistemin işlemesi adına verim alınamıyor oluşuydu. Bu noktayı daha iyi anlamak için sizi Hugo Almeida-Mustafa Pektemek değişikliğine götüreceğim. Almeida'nın girdiği andan itibaren Beşiktaş'ın tüm esprisi ortaya çıkmaya başladı. Beğenilmeyen bir isim olmasına karşın takım içindeki yeri hayati. Pivot santrafor olarak varlığı bile kanat forvetleri işlevsel kılmaya yetecekti. Nitekim goller de rahatlayan sistemin getirisi olarak iki kanat forvet sayesinde tabelaya yazılacaktı. Burada Olcay Şahan'a özel bir parantez açmak zorundayız. Maç öncesi Twitter'da paylaştığı fotoğraf neticesinde kendini hazırlayışı ve hırsı takdire şayan. Oyun içinde sürekli çabalaması bir o kadar takdir edilesi. Kalite kokan işlere imza atması ise her geçen gün daha da fazla "dilenilecek" futbolcu kontenjanına eklenmesini sağlıyor. Hele ki Gökhan Töre'nin attığı goldeki payı çok acayipti. Maça tam anlamıyla damgasını vurdu.

Takımın bu genel görüntüsünün tam ortasında var olan Veli Kavlak-Atiba Hutchinson ikilisi ise oyunu tutmayı ve karşı tarafı ısırmayı görev bellemişti ki sanıyorum bu ikili Beşiktaş'ın sezon boyunca omuriliğini oluşturan mihenk taşları olacaktır. Özellikle Atiba'nın saha içindeki iki hatta üç kişilik oyunu, ihtiyaç olunan her noktada olması başta bu transfere olumsuz baktığım halde beni oldukça tatmin eden unsurlar oluyordu. Açıkçası bu performansını devam ettirmesi durumunda özür dilemeye hazırım.

Tüm bunların yanında Beşiktaş'ta eksikler yok muydu? Elbette vardı. Saha içinde hücum yaparken kat edilmek zorunda kalınan mesafenin fazlalığı, hücumda Olcay Şahan dışında durağan kalınması, duran toplardan dönüşün sürekli pozisyon görmeye eğilimli olması; ek olarak orijinal bir sol beke sahip olunmaması ilk akla gelenler.

Tabii ki iki takım adına da net yargılara varmak için çok erken lakin Ondrej Celutska'yı yollayıp sol beke Olcan Adın'ı koyan Mustafa Hoca'nın takımını düşündükçe içim de kararmıyor değil. İşleri çok zor. Beşiktaş'ın iyi değil fakat iyi yolda olan bir takım olduğunu da düşünürsek hele ki işleri hakikaten çok daha zor gibi gözüküyor.

Ufuk Tolga Aldırmaz


16 Ağustos 2013 Cuma

Kolay Olmayacak

AS Roma Serie A'daki son "Ben de bu işin içindeyim!" mesajını 2009-2010 sezonundaki ikincilik ile vermişti. Philippe Mexes, John Arne Riise, David Pizarro, Luca Toni gibi isimler son kez yarışmacı takım olduklarını hatırlatan cinsten olan kadronun yıldız isimleriydi. Tabii ki demirbaşlar Francesco Totti ve Daniele De Rossi gibi isimleri de unutmak olmaz. Daha sonraki sezonlarda gelen sırası ile altıncılık, yedincilik ve geçen sezonki altıncılık ise bir noktada yanlış yaptıklarının kanıtı niteliğindeydi. Oyuncuların dağılması bir tarafa, 2010-2011 sezonunda sportif direktörlüğe getirilen Walter Sabatini'nin yanlış adımları Roma'yı zirveden uzaklaştırmaya yetecekti. Claudio Ranieri, Vincenzo Montella(caretaker), Luis Enrique, Zdenek Zeman ve Aurelio Andreazzoli(caretaker) gibi birbirinden farklı profillerdeki marjinalliğe varan teknik direktör seçimleri Sabatini'yi sıkıntıya sokan durumların başında geliyordu. Nitekim o da bunun farkında olacak ki bir düzen oturtturmanın peşine düşerek Fransız Rudi Garcia'yı takımın başına getirdi.

Rudi Garcia, 2008'de bir proje olarak Lille'in başına getirilmişti. Nitekim bu proje 2010-2011 sezonunda Ligue 1 şampiyonluğu ve Fransa Kupası ile amacına ulaşacaktı. Roma düşerken Lille yükseliyordu. Ardından bu çaptaki Ligue 1 şampiyonlarının kaçınılmaz durumu olan oyuncu satımı faslına gelindi. Her ne kadar profesyonelliği müthiş icra edip giden her ismin yerini doldursalar da potada kalmayı başaramamaları neticesinde Garcia'nın başında olduğu proje lağvedilecekti. Sözleşmesinin sona ermesi neticesinde Roma'ya imza atarak Lille'dekinden çok farklı bir profildeki takımın başına geçip tabiri caizse büyük bir maceraya atılacaktı.

Takımın başına geçtiği ilk günden itibaren sorunların da ortasına düşecekti. Büyük defoları bulunan kadro bir yana, Daniele De Rossi'yi ikna etmek, Marquinhos'u elde tutmak ve Totti'nin emeklilik zamanına karar vermek konusundaki düşüncelerini değiştirmek zorundaydı. Nitekim De Rossi ikna edildi, Totti de sezon sonu kariyerine son noktayı koyacaktı. Marquinhos'un gidişi ise büyük bir maddi getiri ile oldu. Aslına bakacak olursak bu satış Garcia'nın elini kuvvetlendiren de bir satış oluyordu. Sıra kadronun defolarını kapatmaktaydı. Geçtiğimiz sezon şampiyon Juventus kadar gol atmalarına rağmen(71) savunmaları felaketti. Zeman'ın kaos futbolunu da düşününce doğal gelmesine rağmen takviye şarttı. Öncelikle Maarten Stekelenburg'un yetersiz performansının farkındaydılar ve (beğenmeme ve sevmeme hakkınız saklıdır) ligin en iyilerinden biri olarak gösterilen Morgan De Sanctis'i aldılar. Beğenilmeyen Ivan Piris'in bonservisini almayıp her ne kadar düşüşte de olsa Serie A'ya damga vurmuş Maicon'u o bölge için kadrolarına kattılar. En büyük sıkıntı ise tandemdeydi. Marquinhos'un gidişi ile o bölgeyi tolere etmenin zor olmasına rağmen ligde göz kamaştıran Mehdi Benatia ve genç Hırvat Tin Jedvaj ile boşluk ideal biçimde dolduruldu. Orta sahaya Serie A başta olmak üzere ilerleyen yıllarda dünya futbolunda yer edinmesi hiç de zor olmayan Kevin Strootman eklentisi yapıldı ki şüphesiz en heyecan verici transfer. Dar olan forvet rotasyonunu genişletmek amacı ile Garcia'nın eski öğrencisi Gervinho, Pescara'dan Gianluca Caprari gibi bir yetenek ve Serie A'nın son dönemdeki gözde santraforlarından Mattia Destro da kadroya katıldı.

Garcia'nın Lille'deki vazgeçilmez diye nitelendirebileceğimiz 4-3-3'üne uygun bir kadro yapısı oluşturuldu. Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan hazırlık kampında oluşturulan kadrolar neticesinde altta görebileceğiniz kadro ideal kadro olarak göze çarptı. Şu an için en büyük zaaflarının taktiksel disiplini oturtamamaları olduğunu söyleyebilirim. Zamanla aşılacaktır. Sahada dengeli göreceğimiz Roma, geçen sezon Zeman'ın Roması'ndan farklı olarak daha derli toplu lakin göze o denli hitap etmeyen bir takım hüvviyetinde olacaktır. Transferlerin kağıt üzerinde her ne kadar önemli olduğunu söylesek de bir takım riskleri içinde barındırdığını takdir edersiniz. Roma'nın sene içinde oluşabilecek sorunlar bu duruma yönelik olur gibi gözüküyor. Son sezonundaki efsane Totti, bayrak adam De Rossi, yeni heyecan Strootman ve savunma hattı ise sezon sonu nerede olacaklarını belirleyecek. Garcia'nın Osvaldo'yu kadroda tutması ya da tutamadığı takdirde yapacağı hamle ise yine belirleyici olacak bir diğer faktör.

Velhasılkelam Roma heyecan veriyor. Garcia projesi ile Roma'nın önü açık. İstikrar sağlandığı takdirde ilerleyen sezonlarda hükümranın bileği bükülebilir mi? Neden olmasın. Bu sezon zor. Hedef Şampiyonlar Ligi potası.

NOT: Bu yazı yarisaha.com için yazılmıştır. Bundan sonra elden geldiğince o platformda yer almaya çalışacağım. Saygılarımla.

Ufuk Tolga Aldırmaz

15 Ağustos 2013 Perşembe

Aldair'in Forması Emin Ellerde

13 Şubat 1990 doğumlu Kevin Strootman, şu günlerde yepyeni bir heyecan yaşıyor. Yeni takımı Roma'nın teknik direktörlüğe getirdiği Rudi Garcia'nın en kilit hamlelerinden biri, hatta birincisi olarak göze çarptı. Daha önce bahsetmiş olduğum Garcia'nın sistemi içindeki büyük bir boşluğu fazlası ile dolduracağını rahatlıkla söyleyebilirim. 

Strootman, Sparta Rotterdam'da başladığı kulübü gibi kendisinin de inişli çıkışlı kariyerinde çok geçmeden fark edildi. Çok kısa süreli Utrecht kariyerinde üzerine koyması neticesinde PSV'nin yolunu tutacaktı. Utrecht'ten Dries Mertens ile birlikte transfer oldukları PSV'de beklentiler hali ile yüksekti. Onunla birlikte çok geçmeden PSV'nin as kadrosunda, sonrasında da ilk on birinde yer bulacaktı. İkisinin de göstermiş olduğu performans dikkat çekiciydi. Mertens için A klasman takımlar konuşulmasa da Strootman için Manchester United başta olmak üzere birçok elit kulüp ile adı geçmekteydi. Nitekim iki kader arkadaşı yine birlikte, aynı lige fakat farklı takımların yolunu tutacaklardı. Hepimizin bildiği gibi Mertens Napoli'nin yolunu tutarken Strootman Garcia'nın puzzleını tamamlamak için başkentin yolunu tutacaktı. Strootman hızlı adımlar ile kariyerinde ilerlemeye devam edip yaptığı 16.5 milyon Euro'luk transferin ardından Portakallar'ın kaptanı olarak sahaya çıkmaya başlıyordu. Bu yaşta bir isim için çok daha iyi bir kariyer planlaması oluşturmak kolay değil, değil mi? 

Strootman Roma'ya transferinin ardından ilk açıklamalarında kilit bir cümle kurdu. "I spoke to Coach Rudi Garcia and he is very important for me. I took everything into account and that made my choice easy.". Garcia'nın Lille'den aşina olduğumuz üçlü orta sahalı düzeninde Daniele De Rossi- Miralem Pjanic ikilisinin yanına kimi koyarsınız diye sorsak sanırım az çok futbolun gerçeklerine hakim olan herkesin listesinde Strootman yer alacaktı. Açıkçası "çift yönlü orta saha" şeklinde futbol terminolojimize sokulan tiplemenin Roma için muhteşem bir uygulayıcısı olacaktır. Alttaki infografikte de görebileceğiniz gibi Strootman tam bir top kapma ve pas canavarı. Bu çizgisini devam ettireceğinden şüpheniz olmasın. Tek handikapı Eredivisie'den Serie A'ya geçiş yapmış olması. Bu handikapı da evrilme yoluyla atlatacağını varsayıyorum. Bu evrilme esnasında "Top Class" seviyeye her gün daha da fazla yaklaşacaktır. 



Rudi Garcia ile gün geçtikçe daha çok dilendiğim Roma için Scudetto pek de yakın bir ihtimal değil. Buna karşın Garcia bu yetkin takımı bir şekilde yarışın içine sokmayı başaracaktır. Bu sezonu Roma ve Strootman başta olmak üzere birçok isim için geçiş evresi olarak kabul etmek hayırlı olacaktır. Strootmanlı Roma, son dönemlerde hiç olmadığı kadar heyecan verici, orası garanti.

Ufuk Tolga Aldırmaz

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Gözlemcinin Not Defteri: #19 Michy Batshuayi



Michy Batshuayi, 2 Ekim 1993 Brüksel doğumlu Kongo asıllı bir Belçika vatandaşı. Hakkında uzun uzadıya bilgiler mevcut değil lakin biz onun 12 yaşında futbol kariyerine amatör olarak FC Brussels takımında santrafor olarak başladığını biliyoruz. Bir sezon burada top koşturduktan sonra Anderlecht'te denenir. Beğenilmez ve o da  FC Brussels'e döner. 2007-2008 sezonunu da burada geçirdikten sonra bu kez Standart Liege'in yolunu tutacaktır. Alt yapı eğitimini burada tamamladıktan sonra 18 yaşında profesyonel sözleşmeye imza atar. Kariyerinde şu zamana kadar toplamda 83 maça çıkıp 26 gol 7 asistlik performan sergiler. Batshuayi aynı zamanda Belçika U21 Milli Takımı'nda da top koşturmaktadır.

Özellikler

1.85'ik boy ve muhteşem bir fizik kalite ile Batshuayi görenleri açıkçası hayran bırakıyor. Fiziğinin avantajını sahada güç olarak kullanan Batshuayi'nin bu konuda hiçbir eksiği ya da dezavantajı bulunmamakta. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyip, "daha önemli" konulara geçelim.

Forvet mevkiilerinde yer alan her oyuncudan öncelikle azami düzeyde hız ve hızlanma kabiliyeti beklenir. Batshuayi de bu iki başlıkta bir sıkıntı yaşamıyor. Vasatın üstünde diyebileceğimiz top tekniğine sahip olması, hızıyla da birleşince dripling yeteneğine sahip olmasını sağlıyor. Top sürerken izleyene sanki meşin yuvarlak ayağına yapışıyormuş hissi veriyor. Bu yaşta bir isimde önemli bir erginlik olarak göze çarpıyor. Özellikle santraforların geç yaşta topla daha iyi anlaştığını düşünürsek yaşıtlarından bu konuda daha önde diyebiliriz. Aynı zamanda ilk kontrol diye tabir edilen o topla buluşma anında da büyük avantaj sağlıyor. Olmazsa olmaz son vuruş yeteneği ise yaşıtlarına göre üst seviyede. First Class golcü diye tabir edemeyeceğimizi takdir edersiniz lakin özellikle içinde olduğumuz Avrupa'nın ikinci sınıf liglerinde çok can yakabilecek seviyede bir yetenekten bahsettiğimi belirtmeliyim. Bu konudaki en büyük sıkıntısı da sanırım mental. Kolay gözüken pozisyonları gole çevirmekte zorluk yaşayabiliyor. Bu açıdan kendisini Fenerbahçeli Moussa Sow'a benzettim. Beni en çok etkileyen özellikleri ise top tutuşu, sırtı dönük olarak oyununu rahatlıkla oynayabilmesi ve en zor pozisyonlarda bile rahatlıkla yapabildiği pas dağıtımı. Ekstra olarak dar alanda kimi zaman çok acayip işler yapabildiğinin de altını çizmeliyim. Özellikleri sadece santrafor özellikleri değil, versatil bir oyuncu özellikleri. Bu yüzden onu forvet hattının her bölgesinde değerlendirilebilir olarak görmekteyim. Bu da artı hanesindeki son başlık olsun.

Boyuna rağmen henüz geliştiremediği yüksek top kabiliyeti, vasat düzeydeki yaratıcılığı ve uzun mesafedeki topsuz koşuları onun geliştirmesi gereken birincil noktalar diye düşünmekteyim. Ekstra olarak topsuz oyunda kendisini daha da geliştirip önemli bir görev adamı haline gelebileceğini de düşümekteyim.

İleride Nereye Gider? 

Açıkçası onun kalburüstü bir oyuncu olabileceğini düşünmekteyim. Belçika'nın son dönemdeki "yıldız yetiştirme" gücünü de düşününce neden olmasın diye kendime soruyorum.

Fiyat Aralığı Ne Olur? 

Henüz yeterli çıkışı ve patlamayı yapmış değil. Buna karşın gözlemcilerin gözü üzerinde. Swansea City'nin oyuncuyu ciddi biçimde izlettiği basına yansıdı. Bunun yanı sıra Avrupa'dan taliplerinin olduğu da dedikodu seviyesinden öteye gitmedi. Yaklaşık olarak 3-5 milyon Euro aralığında bir fiyata bu transfer biter diye düşünüyorum. Batshuayi özelinde bir de garanti vereyim; rahatlıkla çift haneli sayılarda bonservis bedeline satabilirsiniz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

13 Ağustos 2013 Salı

Para Gani!

Fransa'nın futbol tarihinin hemen hemen son 10-15 yılı kendileri için uçuk transfer bedelleri dolu transfer sezonları ile geçmiş. Özellikle Nasser Al-Khelaifi'nin Paris Saint-Germain'i ve Dmitry Rybolovlev'in de Monaco'yu satın almasından sonra işler iyice uçuk bir hal almaya başladı. İlk 20'ye bakacağız:

20. Augustine Okocha - 15.2 Milyon Euro

Fenerbahçe forması giydiği dönemden Jay Jay lakabı ile tanıdığımız Okocha, 1996'da Fenerbahçe'ye transfer olur. İki sezon formasını giydiği sarı lacivertli kulübe zamanın parası ile 15.2 milyon Euro kazandırıp olay olarak ülkemizden Paris Saint-Germain'e yollanır.

19. Fred 15.6 Milyon Euro

2005 yılında Brezilya'nın Cruzeiro Kulübü'nde 43 maçta 40 gol atarak dikkatleri üzerinde toplayan Fred, 2005-2006 sezonunun başında Olympique Lyon'un yolunu tutar. Lyon'da 108 maçta 40 gol 9 asist kaydeden Brezilyalı 2009'da tekrar ülkesinin yolunu tutacaktır.

18. Sonny Anderson 17.9 Milyon Euro

Barcelona'da isteneni veremeyen Anderson, Aulas'ın sonradan dilinin yanacağı meblağı ödemesine sebep olur. Kulüpte efsane olmasına rağmen bu bonservis bedeli Simon Kuper'in kitaplarında bolca dillendirilecektir. Anderson Lyon'da 110 kez forma giyip 71 kez gol katkısında bulunur.

17. Michel Bastos, Andre-Pierre Gignac, Kader Keita, Lucho Gonzalez 18 Milyon Euro

Geçtiğimiz günlerde Katar'ın yolunu tutan Bastos Lille'den Lyon'a geçerken, Gignanc Toulouse'da iki önemli sezonu geçirip Marsilya'nın yolunu tutarken, Keita yine Lille'den Lyon'a yollanırken ve son olarak da geçtiğimiz sezon tekrar Porto'ya geçiş yapan Lucho Gonzalez Marsilya'ya transfer olurken hep aynı bedelde buluştular. 18 milyon Euro ile dört isim 17. sırada buluşuyor.

13. Shabani Nonda 19.8 Milyon Euro

Ülkemizden yolu geçtikten sonra bestelere dahi adını yazdıran Nonda, Rennes de 62 maçta 36 gollük performansı sergileyince Monaco'nun yolunu tutar. Prenslikteyken Galatasaray'a karşı Şampiyonlar Ligi mücadelesine de çıkacaktır. 115 maçta 57 gol atan Nonda, bonservis bedelinin kefaletini kuruş kuruş ödemiştir.

12. Zlatan Ibrahimovic 21.4 Milyon Euro

Milan'dan Paris ekibine geçiş yapan Ibrahimovic'i anlatmaya gerek yok. Tek garip olan "Büyük Ibra'nın" 12. sırada kalmış oluşu.

11. Severino Lucas 21.5 Milyon Euro

Atletico Paranaense'de fena performans göstermeyip dönemin en pahalı transferine imza atan Severino Lucas'ın Rennes'e bu bonservis bedeli ile gidişi sanırım son olmuş. Şu günlerde dünyanın en iyi alt yapı organizasyonlarından birine sahip olan Breton ekibinin ağzı sütten fena halde yanmıştır. Öyleki forvet mekiinde görev alan Severino Lucas 72 maçta sadece altı gollük katkıda bulunabilmiştir.

10. Yoann Gourcuff 22 Milyon Euro

Yeni Zidanegiller'den olan Gourcuff Lyon'un aynı zamanda son büyük transferlerinden de oluyor. Lyon'da istenileni veremediği ise aşikar olan tek şey.

9. Lisandro Lopez 24 Milyon Euro

Porto'dan Lyon'a geçen Lopez, geçtiğimiz günlerde Katar'ın yolunu tutan bir başka Lyonlu oldu. 167 maçta 81 gol atıp 29 da asist yapan Lopez... E daha ne yapsın?

8. Joao Moutinho 25 Milyon Euro 

Rybolovlev'in son dönem gözdelerinden biri. Hakkında henüz yorum yapamıyoruz.

7. Ezequiel Lavezzi 26 Milyon Euro

Paris odaklı yapılanmanın ilk ürünlerinden... Öyleki son dönem Napoli'nin çılgıncı harcamalar yapmasının ilk adımlarını atan bonservis bedeli olarak göze çarpmakta.

6. Nicolas Anelka 33.5 Milyon Euro 

Paris Saint-Germain'in Arsenal'a 1 milyon Dolar karşılığında satıp 33.5 milyon Euro'ya Real Madrid'den aldığı adam. Ülkemize yolu düşenlerden.

5. Lucas Moura 40 Milyon Euro 

Geçtiğimiz sezon Paris Saint-Germain Barcelona'yı Parc des Princes'de ağırlarken Avrupa futboluna ben geliyorum diyen adam...

4. Javier Pastore 41 Milyon Euro

Yukarıda Lavezzi'yi nitelerken yazdığım kelimelerin bir kısmını bu bölüme de yazıyorum. O gün şartlarında "ödenebilecek" olarak bakılan bonservis bedelini bugün "abartı" olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır.

3. Thiago Silva 42 Milyon Euro 

Ibra ile paket halinde Paris'e gelen Silva'nın takımına katkısı yadsınamaz. Tıpkı Nonda gibi o da her maç bonservis bedelini fersah fersah geri ödüyor.

2. James Rodriguez 45 Milyon Euro

Rybolevlev'in son gözdelerinden diğer. Onun için  umarım Pastore için yazdıklarımı dillendirmem.

1. Radamel Falcao 60 Milyon Euro

(Monaco'nun tüm transferlerine böyle başladık bozmayalım) Rybolovlev'in gözdesi değil, adeta elması. Dünyanın en iyi restoranındaki en iyi yemeklerden birini yemek gibi Falcao'yu kadronuzda bulundurmak. Yazmaya başladı, durmayacaktır da. Monaco'nun kesinlikle en iyi transferi. Hak ediyor.

Bu multimilyoner tayfaya yenilerinin de eklenebileceğini düşünecek olursak bu listeyi güncellemek zorunda kalabilirim, zor değil. Fransa futbolu ve dolayısı ile Ligue 1 gelişirken, bu isimlerin katkısını yadsıyan şamarlıktır. Maalesef endüstriyel futbolda gelinen nokta budur.

NOT:  Bilgiler ve değerler şu yazıdan alıntılanmıştır: http://turkusev.blogspot.com/2013/06/ligue-1in-en-pahal-20-transferi.html

NOT-2: Eski değerler güncel hali ile servis edilmiştir.

Ufuk Tolga Aldırmaz

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Aga Bu Nedir? #26 Manyak

Başlık için şiddetle özür dilerim lakin duruma daha uygun bir kelime veya kelime grubu seçemedim. Adam çok acayip bir kafada. Batuhan Karadeniz misali bir mentalitenin sahibi dersem abartmış olmayacağım. 

Peru Ligi takımlarından Union Comercio, Sporting Cristal deplasmanına konuk olur. Union Comercio kalecisi 36'lık Juan Angel Flores bakın ne yapıyor: 

Maçı 2-0 kaybediyorlar. Yılmaz Vural'ın öğrencisi olsa olacakları düşünmek bile istemiyorum. Başlık için bana hak verdiğinizi açık açık düşünmekteyim.

Ufuk Tolga Aldırmaz

11 Ağustos 2013 Pazar

Monaco Neden Şampiyon Olamaz?

Transfer sezonunun ultra zengini Monaco adeta kafası koparılmış tavuklar gibi bir halet-i ruhiyeye bürünmüştü (Öyle ki kaleye Victor Valdes takviyesini bile düşündüler!). Yaz döneminin sonunun da gelmesi ile birlikte durulmaya başladılar. Yapılan Radamel Falcao, James Rodriguez, Joao Moutinho, Ricardo Carvalho, Eric Abidal, Jeremy Toulalan, Nicolas Isimat-Mirin, Fabinho, Borja Lopez, Anthony Martial transferlerine yaklaşık olarak 150 milyon Euro ödendi. Claudio Ranieri'nin eline hiç de fena sayılmayacak bir malzeme verildi. Buna karşın ligdeki ast üst ilişkisi bakımından ağabeyleri konumundaki Paris Saint-Germain de boş durmadı. PSG'nin "Serie A'nın Yıldızlar Karması" adlı programının ikinci bölümünü de içinde bulunduğumuz yaz döneminde izlemiş olduk. Kadrolarına büyük güç kattıkları aşikar. Şampiyonluğun en güçlü adayı olduklarını kabul edip başlıktaki soruyu soracağız.

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

Birçok yıldızın katıldığı kadronun bir üst lige çıkan geçtiğimiz sezonki takım ile uzaktan yakından alakası olmayacağı aşikar. Sırf bu sebepten ötürü yeni kurulmuş bir takımın yaşayabileceği her türlü sıkıntıyı yaşayacaklar. "İyi futbol iyi futbolcu ile oynanır!" mottosu her ne kadar doğruluk payı taşısa da ince nüansların getireceği o sıkıntıları görmemek pek mümkün değil. Ekstra, yıldızlar için Ligue 1'e ısınma payı bırakmalıyız. 

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

Olağanüstü harcamaya rağmen mevcut kadronun hala birçok defosu var. Önemli mevkiilerin çoğunda alternatiflerin yeteri kalitede olmadığı açıkça görülüyor. As oyuncular kadar alternatiflerin o denli kaliteli olmasını beklemek ilk etapta hayalcilik olabilir lakin rakibiniz(hatta Marsilya'nın daha dengeli bir takım olduğunu düşünürsek rakipleriniz demek daha doğru) bu lükse sahip. Somutlaştıracak olursak Monaco'nun stoper rotasyonunda Ricardo Carvalho, Nicolas Isimat-Mirin, Andrea Raggi, Andreas Wolf varken PSG'de Thiago Silva, Alex, Marquinhos ve Mamadou Sakho mevcut. Çoğu mevkiide durum bu iken aksi yorum yapmak güç olmakta. 

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

Takım içinde yıldızlar ve diğerleri diye Kızıldeniz'deki tuzluluk oranı farklı iki deniz suyunun arasındaki engel misali görünmez fakat hissedilir bir perde mevcut. Açıkçası bu konuda diğer oyuncuların tepkisi ne olacak bilinmez ama ister istemez sıkıntı yaratacaktır. 

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

PSG'nin Leonardo'yu bir "futbol aklı" olarak kulübün içine sokuşlarının bir benzerinin Monaco'da görülmemesi; böyle bir "futbol aklı" ile yönetilmemiş olmalarından ötürü kadro planlamalarındaki defolar ortaya çıkmakta güçlük çekmeyecektir. Leonardo'nun yaptığı işi küçümseyenleri açıkçası esefle kınıyorum.

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

Alt ligler harici şampiyonluk tecrübesi bulunmayan Claudio Ranieri'nin bu iş için yanlış seçim olduğunu düşünmekteyim. Hatta bir adım öteye götüreyim, bu tarz kulüpler için Ranieri'nin fazlasıyla "küçük" bir teknik direktör olduğu savını desteklemekteyim. 

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

Hiçbir zaman büyük bir "winner" olmamalarına rağmen tarihlerindeki karakteri ortaya koyacak mentaliteye henüz sahip değiller. 

Monaco Neden Şampiyon Olamaz? 

Taraftar desteği diğer kulüplerinki kadar efektif olmayacak.

Bu saydığım sebepler dışında eklemede bulunmak isteyen beri gelsin. Monaco için 2013-2014 sezonu iyi geçecektir. Buna karşın LFP'de ilk kovulacak teknik direktörün Claudio Ranieri olduğunu düşünmeye devam edeceğim. 

Önümüzdeki sezonlar? Neden olmasın? 


Ufuk Tolga Aldırmaz


9 Ağustos 2013 Cuma

Fark Gittikçe Açılırken - 2

Geriye doğru sayarken 10. sıraya geldik. Diğer 10 nerede diye soranlar ilk part için tık. 

10. OGC Nice 

Claude Puel yönetimindeki Cote d'Azur temsilcisi geçen yıl başlayan "fairytale"i devam ettirebilecek mi sorusu çoğu Fransız romantiğin kafasındaki başlıca sorulardan birisidir sanırım. Tecrübesiz kadro, Avrupa'da tutunmakta zorlanan ve buna karşın harika bir performans gösteren Dario Cvitanich... Fransa'nın haşarı oğlanlarından Renato Civelli ve orta sahadaki lider Didier Digard... Çıkarılan müthiş iş, yanında Renato Civelli'nin ayrılığını da beraberinde getirince buruk bir sevinç yaşattı. Yerini transferle değil, kadro içinden bir isimle doldurmayı tercih eden Puel'in en önemli sınavı Cvitanich'i kadroda tutmak olacaktı ki başardı. Onun ve Digard'ın önderliğinde ilerleyecek takım kalede David Ospina ile özellikle sol bekleri Timothee Kolo'nun etkili oyunları ile fark yaratacaktır. Üstüne bir de Monaco günlerinde ağızda boğazı yakmayan şerbeti ile hoş bir tat bırakan baklava tadındaki Nampalys Mendy de takıma katılınca Puel'in eli daha da güçlendi. Bu sezon yeni stadlarına da geçecekler. Avrupa'da oynayacak olmaları cabası. Taraftarları şu an mutlu lakin sezon içinde dar kadronun ceremesini çekeceklerdir. İşler yolunda giderse 10. sıra onlara az bile gelebilir. 

9. FC Lorient

Fransa değil de Almanya, İspanya ayarında bir ligde olsa "kült hoca" klasmanına girecek olan Christian Gourcuff'un öğrencileri St.Etienne'e giden Benjamin Corgnet haricinde kayıpsız biçimde kadrodaki yerlerini koruyorlar. Caen'de göz doldurucu performanslar sergileyen sol bek Raphael Guerreiro ve Valenciennes'den Bosman Kanunu sonucu transfer edilen Vincent Aboubakar ise az ama öz transferlere örnek olarak gösterilebilir. Geçtiğimiz sezonun Lorient adına en etkili ismi Jeremie Aliadiere'i ise şu ana kadar kadroda tutmakta zorlanmadılar. Savunmada Ecuele Manga, orta alandaki Alain Traore ve U20 Dünya Şampiyonu apoletini taşıyan Mario Lemina ise takımın eldeki diğer mihenk taşları olacaktır. Onların da en büyük silahları Gourcuff'un yanı sıra istikrar.Sanırım en zayıf noktaları ise kale. İyi bir sezon geçirmelerini arzuluyorum.

8. Girondins de Bordeaux

Benoit Tremoulinas Dinamo Kiev'e, Anthony Modeste Hoffenheim'a gönderildi. Tremoulinas'ın yeri Lucas Orban ile güzelce dolduruldu. Dolduruldu evet ama direkt 11'e eklenecek transferlerin bu kadar ile sınırlı kalmasını kimse beklemiyordu. Hakikaten çok iyi bir kalecileri ve lig için fazlası ile yeterli savunma hatları mevcut. Buna karşın hücum hattının dişlilerinin giderek formdan düşmesi ise bir o kadar tezat durum oluşturuyor kadro içerisinde. Direkt olarak skor yükünü çekecek bir ismin eksikliği mevcut ve bunu bir türlü gideremiyorlar. Cheick Diabate'nin bu sezon bu sorumluluğu üstlenip üstlenemeyeceği ise yine bir soru işareti. Diego Rolan ve Henri Saivet'in aşama kaydedip katkı sağlayacağını düşünsem de Bordeaux'nun işi hiç de kolay değil. Savunma hatları onları bu seviyede tutacaktır diye düşünüyorum, göreceğiz.

7. St.Etienne

Pierre-Emerick Aubameyang, Mathieu Bodmer ve Yohan Mollo direkt olarak takımın artı hanesinden silinen isimler oldu. Daha da büyük sıkıntı, bir türlü yerleri doldurulamadı. Toulouse'dan alınan Franck Tabanou biraz olsun Mollo'nun acısını dindirebilir. Benjamin Corgnet transferi St.Etienne açısından beklentileri karşılayacaktır. Yaratıcılık ve skor yükünü de karşılayan Auba'nın yerinin Carlton Cole ile doldurulacağı yönünde çıkan haberler ise taraftarı çıldırtmıştı. Bu noktadan bakacak olursak hala yapılacak transferlerin varlığından emin olabiliriz. Stephane Ruffier, Kurt Zouma, Josuha Guilavogui ve Romain Hamouma gibi isimlerden oluşan çekirdek kadro ise Christophe Galtier'in elinde şekillenecektir. İyi bir forvet transferi ile bir tık daha öteye gidebilirler. 

6. FC Rennes

Kötü geçirilen sezonun ardından yolların ayrıldığı "şapkalı adam" Frederic Antonetti'nin yerine Real Sociedad ile harikalar yaratan Philippe Montanier'in getirilmesi fazlası ile güzel bir hamle olarak kendini gösterdi. Tıpkı Real Sociedad gibi potansiyelli bir ekibin başına geçecek Montanier. Akademisinden çıkardığı birçok genç ile yoluna devam eden Rennes ile kanın uyuşmaması için hiçbir sebep yok. Chris Mavinga'yı 5 milyona Rubin'e yollarken yerini PSG'den Sylvian Armand ile dolduracaklar. Ha patladı ha patlayacak denilen Nelson Oliviera ise forvet rotasyonuna eklendi. Jean Makoun da Aston Villa'dan transfer edilen son ağır top olarak göze çarpıyor. Tek sorunları Romain Alessandrini'nin Marsilya'ya gitmek istemesi gibi göze çarpıyor. Aşı tutacak, tutması gerekiyor. Bu yıl kalbimiz Rennes ile. Umarım daha da üst sıraları görürler. 

5. Olympique Lyon

Aslında onların durumu apayrı bir yazının konusu olabilecek büyüklükte. Jean-Michel Aulas'ın politikası Fransa'da çok konuşuluyor. Bu sabah Lisandro Lopez'i Katar'a sattığı haberi geldi. Bafetimbi Gomis'i de ekonomik sebeplerden elden çıkarmak istiyor. Dejan Lovren'i muhteşem bir fiyata İngilizler'e yolladı. Michel Bastos ile yollar zaten ayrılmıştı. Henri Bedimo, Miguel Lopes, Gael Danic ise yapılan transferler. Geri dörtlü neredeyse tamamı ile değişti. Orta sahada bir sıkıntı gözükmüyor ama forvet hattı merak konusu. Sanırım onların bu yılki performansını Clemen Grenier belirleyecek. Birçok belirsizliğe gebe olan Lyon'un işi benzer kategorideki rakiplerine oranla çok zor.

4. Lille OSC 

Teknik direktör Rudi Garcia, Dimitri Payet, Aurelien Chedjou ve Lucas Digne kayıpları malum. İyi gelir elde ettiler. Buna karşın dişe dokunur tek transfer Simon Kjaer ve transferi önceki dönem bitmiş olan Florian Thauvin.Yeni teknik direktör Rene Girard'ın yapıyı oturtması için yeteri kadar süreyi bulması gerekiyor. Bu süreyi bulduğu ve takımı oturttuğu takdirde önü açık. Bu kayıplara rağmen rahatlıkla bunu söyleyebiliyorum. Özellikle Salomon Kalou elde tutulursa şans daha da artacaktır. Thauvin ise süper star olmak için basamakları bir bir çıkıyor. Aslında beşinciliğe aday gördüğüm Lille, Lyon'un yazdığım durumunda faydalanıp kendine burada yer buldu. Onlara Thauvin özelinde ayrı bir sempati duyduğum da doğrudur.

3. AS Monaco

Geldik tepeye. Dmitry Rybolovlev'in satın aldığı ve başına da Claudio Ranieri'yi getirdiği Monaco daha bu yıl Ligue 1'e yükseldi. Buna karşın yaptığı bir birinden bomba transferler ile futbolun magazin sayfalarında boy boy haberler şeklinde yerini almayı başardı. Federasyon onları almayacak, eksi puanla lige başlanacak derken açılış yapılıyor. 

Futbolcular için vergi cenneti haline gelen Monaco'nun Radamel Falcao, James Rodriguez, Joao Moutinho gibi lüks transferlerin yanında Jeremy Toulalan, Nicolas Isimat-Mirin, Ricardo Carvalho, Eric Abidal ve Fabinho gibi kadronun niteliğini arttırıcı boyuttaki transferleri büyük önem arz ediyor. Elde bulunan Lucas Ocampos ve Yannick Ferreira-Carrasco gibi isimlerle de çevresini süsleyen Monaco'nun henüz zamana ihtiyacı var. Kişisel fikrim Ligue 1'in ilk kovulan teknik direktörlerinden birinin Claudio Ranieri olacağı yönünde. Sekteye uğramasını beklediğim takım ilerleyen haftalarda çıkışı yakalayacaktır. İlk iki benim için açıkçası büyük sürpriz olur. 

2. Marsilya

İştah kabartan Dimitri Payet, Gianelli Imbula ve Benjamin Mendy transferleri ile Marsilya bir basamak daha atladı. Özellikle Dimitri Payet'nin geçtiğimiz sezon net biçimde kısırlık yaşayan hücum hattındaki sorunları çözebilecek kapasitede olduğunu öngörmek kahinlik olmaz. Imbula'nın direkt olarak etki edeceğini düşündüğüm orta saha hattı ise ayrı bir "şeker" oldu. Mendy'nin de şu an sakatlık yaşamasına rağmen ilerleyen haftalarda göze batacak bir genç yetenek olduğunu söylemek mümkün. Üstüne bir de Romain Alessandrini'nin katılması durumunda Marsilya PSG'ye ciddi ciddi, "ciddi" bir rakip olacaktır.

Elie Baup'un özellikle Mathieu Valbuena, Nicolas Nkoulou ve Ayew kardeşler eksenine oturttuğu takım doğru planlama neticesinde yürüyecektir. Buradaki sıkıntı sezon ilerledikçe alternatif yaratmakta sıkıntı yaşanıp yaşanmayacağı yönünde. Marsilya özelinde not; Alessandrini alınsın! 

1. Paris Saint-Germain

Carlo Ancelotti ve Leonardo gitti; Laurent Blanc geldi derken aslında pek de büyük bir değişim yaşanmadı dersek yanlış olmaz. Bütçesi ile dağları deviren Paris ekibi, bu transfer döneminde de aktif rol üstlenip Arap sermayesini Avrupa'ya akıttı. Edinson Cavani hatırlayamadığım(o kadar uçuk!) bir bonservis bedeli ile transfer edildi. Blanc'a aba altından sopa gösterilerek onu nasıl oynatması gerektiği işaret edildi. David Luiz istendi fakat bir boy küçüğü Marquinhos yine uçuk bir bonservis bedeli ile transfer edildi, muhtemelen onun da yeri vatandaşının yanı olacak. Bu ikilinin baya arkasında kalan Lucas Digne ise Maxwell'in tahtını sallayacaktır. Paris Saint-Germain zaten farklıydı, arayı daha da açmış oldu. Bu yılı da şampiyon bitirmeleri iş değil. Kardeşcikleri Monaco gelene kadar ligi domine edeceklerdir. 

Asıl hedef Şampiyonlar Ligi... Buna karşın o noktaya ulaşabilecekler mi? İlk etapta imkansız görünüyor. Akıllı planlamacılar ise yarı finali işaret ediyor. Neden olmasın? 

Ufuk Tolga Aldırmaz

8 Ağustos 2013 Perşembe

Fark Gittikçe Açılırken - 1

Ligue 1 cuma günü prömiyerini yapıyor. Transfer sezonunun kapanmamasına rağmen takımlar genel hatları ile kadrolarını oluşturdular. Büyük çapta bir sirkülasyonun olmayacağını varsayarak biraz da heyecan ile başlangıçtan önce takımların değerlendirmesini yapmak istedim. Geriye doğru sayacağız.

Yeni takımlarımız Monaco, Nantes ve Guingamp. Gözler transfer sezonunun yıldızı ve çok büyük sükse yapan Monaco'da olacak. Bu yaz dünya futbolunun magazin sayfalarını süsleyecek derecede para harcadılar. Karşılarında da bir boy büyük ağabeyleri var tabii es geçmeyelim: Paris Saint-Germain... Bu ikilinin yanında ciddi anlamda Football Manager oyununda aldığım tada yakın bir transfer sezonu geçiren Marsilya ve ekonomik darboğazın içinde olan Olympique Lyon var. Bir de ütopya oluşturabilecek seviyede işler yapan, romantiklerin ağzında güzel bir tat bırakan ve bir o kadar ilgi çekici teknik direktörleri Philippe Montanier'li Rennes var. Geriye doğru saymaya başlayalım: (Sıkmaması açısından takımları onar onar iki gruba ayırdım, başlangıç notum olsun.)

20. EA Guingamp



Geçen sezonu Ligue 2'de ikinci olarak tamamlayan Guingamp'ın işi çok zor. Ligue 2'nin en iyi teknik direktörü olarak seçilen Jocelyn Gourvennec'in öğrencileri aslında dillere destan bir iş başarıp Ligue 1'in yolunu tuttu. Geçtiğimiz sezonun baş aktörü olan Gianelli Imbula 7.500.000 Euro'ya Marsilya'ya gönderilmesinin ardından hem kalite hem de bir lider kaybetmiş oldular. Didier Drogba ve Florent Malouda'nın eski kulübü olarak da niteleyecebileceğimiz Guingamp, tabiri caizse bir "köy" kulübü. Böyle bir kulüp için Imbula gibi bir değerin yerini doldurabilmesi neredeyse imkansız. Bu şartlar altında eldeki iki değer olan, geçen sezonun en skorer ismi(35 maç 23 gol) Mustapha Yatabare ve Dijon'dan alınan Younousse Sankhare'ye tutunmaktan başka şansları kalmıyor. Bütün bu olumsuzluklara karşın saha kenarındaki Gourvennec'in takım üzerinde tartışmasız bir "ruhani liderliği" mevcut. Takımı ile olan etkileşimi Guingamp'ın en güçlü silahı olacaktır. 

19. Nantes

Bir dönemin Fransa'sına damga vuran Nantes'ı bu hallerde görmek açıkçası garip geliyor. Sergen Yalçın'ın Şampiyonlar Ligi'nde Nantes deplasmanda golsüz beraberlik ile girilen son dakikalarda attığı gol geliyor aklıma, ne yalan söyleyeyim. 

Michel Der Zakarian'ın takımı geçen yıl Ligue 1'i garantilediğinde seyircilerin yaşadığı sevinç görülmeye değerdi. Uzun yıllardır bu dönüşü bekliyorlardı. Buna karşın bu geri dönüş pek de uzun sürecek gibi görünmüyor. Ismael Bangoura'nın transferindeki usul bozukluğu sebebi ile getirilen transfer yasağı da onlara bir darbe vuracaktı. Buna karşın zararın önemli miktarda bir paranın ödenmesi ile tazmin edilmesi neticesinde bu yasak kalktı. Mali sıkıntılar neticesinde büyük transferlerin gelmesi imkansız hale geliyordu. Bu sebepten Amerika kıtasından birkaç oyuncu transfer edildi. Kadronun bana göre en önemli ismi, U20 Dünya Kupası'nı ülkemizde kaldıran Fransa'nın bir üyesi olan Jordan Veretout... Veretout'un yanı sıra bir dönem Beşiktaş ile de adı geçen Filip Djordjevic ve Fernando Aristeguieta'yı da sayabiliriz. Forvet hatları bu son saydığım iki isim ile çok çekici. Zevkli maçların taraflarından biri olacaklarını düşünüyorum. Fikrim bundan öteye gitmiyor. Ligue 2'ye dönüş yolu gözüküyor. Bu yıl lige en büyük katkıları da sanırım giderken geride bırakacakları Veretout olacak.

18. Evian TG 

Saber Khilfa'nın Marsilya'ya ve Yannick Sagbo'nun da Hull City'e gidişinin ardından Eric Tie Bi'nin de yakın zamanda takımdan ayrılacağı konuşuluyor. Takımın dişlileri birer birer satılıyor. Bunun yanı sıra elde bir tek Mohammed Rabiu kalacak gibi gözüküyor. Geçtiğimiz sezon yaşanan defansif problemler ve Afrika Uluslar Kupası'na giden futbolculara olan bağımlılığın ortaya çıkışı neticesinde Evian'ın yetersiz bir takım olma yolunda ilerlediği görülüyordu. Bu kayıplar neticesinde iyiden iyiye işler sarpa sarıyor. Heyecan verici tek unsur ise Olympique Nimes ile göze çarpan bir performans sergilemiş olan Nicolas Benezet'in kadroya katılması. Gidişat pek iyi olmasa da küme düşmeme mücadelesinde şanslı olabilecek konuma da gelebilirler.

17.  Stade de Reims

Ligue 1'e çıkışlarının ardından kümede kalarak hedefi tutturdular. Bu sezonki transfer politikası ve imkanlar da öyle gösteriyor ki kümede kalmak tek hedefleri olacak. Beşiktaş'ın Maccabi Tel-Aviv karşılaşmalarından hatırlayacağımız pırpır oyuncu Eliran Atar'ı alarak gol yollarında etkili olacaklarını düşünüyorlar. Şahsen beğendiğim bir oyuncu olmasına rağmen Ligue 1 ona bir beden küçük gelecektir. En güçlü noktaları yeni transferlerden biri olan Danimarkalı Mads Albaek ve daha önce Beşiktaş Scout için yazdığım Grzegorz Krychowiak'ın bulunduğu orta alan. Bunun dışında kadroları yetersiz. Evian ile küme düşmenin son adayı olmak için büyük bir şiddetle çekişeceklerdir. Krychowiak'ın liderliği iyice eline alacağını düşündüğüm yeni sezonda da hedeflerini gerçekleştirmeleri çok da zor olacak gibi görünmüyor.

16. AC Ajaccio

İtalyan efsanelerinden bir dersem kimsenin itiraz etmeyeceğini düşündüğüm Fabrizio Ravanelli'nin takımı Ajaccio geçen yıl sık sık teknik direktör değiştirip, bu yıl ülkemizde Sivasspor'un Roberto Carlos'u takımın başına getirmesine benzer bir hamle yaptı. Juventus'un alt yapı koordinatörlüğünden sonra birinci adam olarak ilk deneyimini takip etmek açıkçası çok keyifli olacak. Kenardaki karizması oyuncuları motivasyon yönünden daimi olarak fit tutabilir.

Beyaz Tilki'nin takımının en kilit ismi kalecileri Guillermo Ochoa. Ochoa'nın yanı sıra herkesin tanıdığı Adrian Mutu ve geçen yıl savunmayı toparlayan isim Ronald Zubar da kilit oyuncular olarak göze çarpıyor. Transfer döneminde de Benoit Pedretti ve Laurent Bonnart gibi isimleri kadrosuna katan ACA'nın düşme tehlikesini fazlasıyla hissetmemesi gerekiyor. Ravanelli'nin öğrencileri ligde kalmayı hak edecek kadro kalitesindeler.

15. FC Sochaux

Eric Hely'nin takımı son haftada küme düşmekten kurtuldu. İstikrarsız haftalar neticesinde gelen başarısızlık aslında Hely'nin kovulmasıyla sonuçlanır diye düşünülüyordu. Buna karşın yönetim arkasında durdu. Yeni sezonda da takımın başında olacak olan Hely, transfer sezonunda fazla aktif olmadı. Sebastien Corchia'nın ha gitti ha gidecek durumu onları Julien Faussurier'i almaya yönlendirdi. Ekstra tek isim ise PAOK'tan kiralanan Abdoul Camara oldu. Kadrosunda alt yapıdan çıkmış birçok oyuncuyu buluınduran Sochaux genç yetenek izlemek isteyen futbolseverler için fena bir adres değil. Buna karşın Hely'nin öğrencilerinin büyük bir atılım yapmasını beklemek hayalcilikten öteye gitmeyecektir. Peugeout işçilerinin ortaklaşa kurdukları bu mütevazi kulüp, kendi yağında kavrulmaya devam edecektir.

14. FC Toulouse

Toulouse kadrosunun son dönemdeki en önemli isimleri bir bir yuvadan uçuyor. PSG'den kiralık olarak gelen Adrien Rabiot, St.Etienne'e yollanan Franck Tabanou ve son olarak da yıllardır sıçrama yapması beklenen Etienne Capoue... Alain Casanova'nın orta saha rotasyonu hem nitelik hem de nicelik bakımından daraldı. Hiçbirinin yerinin dolduğunu söyleyemeyeceğim. Yatırım olarak nitelendirilebilecek isimlere yöneldiler. Şüphesiz ki en heyecan verici olanı Oscar Trejo. Savunmada standardın çok üstünde Abdennour, Aurier gibi isimlere sahip olan Toulouse, orta saha düzenini oturtabilirse benim tahmin ettiğim noktanın üzerinde de ligi bitirebilir. Casanova'nın eline bakacaklar. Yeni transfer Uros Spahic ile birlikte 3-5-2 denemeleri yaptı lakin bu dar orta saha rotasyonunda sezonun geneline yayılabilecek bir diziliş olmayacaktır.

13. FC Valenciennes

Ligue 1'in en istikrarlı takımlarından biri olan Valenciennes, yıllardır orta sıralara demir atmış durumda. Nicolas Isimat-Mirin'in Monaco'ya ve Gael Danic'in de Lyon'a gidişinin ardından hatırı sayılır miktarda güç kaybettiler. Isimat-Mirin'in yerinin dolması zor görünüyor. Danic ise doğru kadro planlanması ve görev paylaşımı ile kaybının çok fazla hissedilmeyeceğini varsaydığım bir isim. En büyük avantajları istikrarlı yapıları. Bu istikrarı devam ettirmeleri çok da zor olmayacak. Daniel Sanchez'in öğrencileri bu yıl yine orta sıraklara demirleyecektir.

12. HSC Montpellier

2011-2012 sezonunun şampiyonu Montpellier, çılgın başkan Louis Niccolin'in yönetiminde garip dönemlerden geçmeye başladı. Sağa sola çatması bir kenara, mantıksız işler yaparak sattığı futbolcuların bir türlü yerini dolduramamalarının en büyük sebebi olarak onu işaret edebilirim. Altından kalkılamayan Şampiyonlar Ligi serüveninin ardından yaşanan kötü sonuçlar neticesinde ise gençleşme dalgasına kendilerini bıraktılar. Kadronun en önemli isimlerinden Younes Belhanda Dinamo Kiev'e ve Henri Bedimo da Lyon'a gitti. Kulüp için çok önemli isimlerden biri olan Victor Montano Rennes'den transfer edilerek tekrar kulübe kazandırıldı. Ekstra olarak önemli bir hamle de Djamel Bakar'ı alarak yapıldı. Yeni sezonda lider Remi Cabella olacak. Belhanda'nın yaptığı çıkışın bir benzerini yapacak gibi görünüyor lakin ondan daha akıllı olduğu kesin. Kulübeye getirilen Jean Fernandez'in işi kolay değil. Adaptasyon süreci sorunu yaşayabilirler. Aman dikkat.

11. SC Bastia

Çok acayip işler yaparak çıktıkları Ligue 1'de ilk sezonlarını 12. olarak tamamlayan Bastia, herkesin beklentilerini aştı. Wahbi Khazri, Florian Thauvin ve Anthony Modeste'nin başını çektiği takım kendi hikayesini yarattı. Frederic Hantz'ın Ligue 1 standartlarına göre fazlasıyla cesur oyunu adeta mikro düzeyde bir devrim oldu. Şimdi ikinci adımı atma zamanı geldi. Şu an için en büyük sıkıntıları Wahbi Khazri'nin kalıp kalmayacağı. Eğer kalırsa, daha da üst seviyelere çıkabilirler.

Florian Thauvin ve Anthony Modeste'nin gidişleri neticesinde gelen Florian Raspentino ve Gianni Bruno hamleleri gayet yerinde gözüküyor. Ekstra olarak savunmaya Sebastien Squillaci ve orta sahaya yapılan Romaric hamleleri çıtayı bir tık yukarı çektiklerini gösteriyor. Tekrar ediyorum kilit nokta Wahbi Khazri. Onu elde tutmak demek amiyane tabirle eşeği sağlam kazığa bağlamak demektir.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...