26 Mart 2012 Pazartesi

Nietzsche:"Unutan İyileşir."


Beşiktaş ve belalısı İstanbul Büyükşehir Belediyespor bu akşam Türk futbolunun “kazuleti” Atatürk Olimpiyat Stadı’nda karşılaştı. Maçın iki taraf adına da zorlu geçmesi doğal olarak bekleniyordu lakin daha doğalı Beşiktaş adına daha zorlu geçeceğiydi.

Carlos Carvalhal öyle bir on bir çıkarmıştı ki defansif hattına yorum yapmak için maçın başlamasını beklemek zorunda kaldık. Meğerse Egemen’i fark yarattığı yer olan stoperden, – bazı ikililer vardır onlar ayrılmaz. Zago-Ronaldo, Metin Akpınar-Zeki Alasya, Oya-Bora, Cips-Kola vs.- hem de ekürisi olan Sivok’tan ayırarak kıt kanaat oynadığı sol beke kaydırıyordu. Üstelik takımı için el bombasından bile daha zararlı olduğu anlaşılan İbrahim Toraman’ı o mevkiiye koyarak. Bir diğer önemli hamle ise Burak Kaplan idi. Bu çocuğu daha erken kullanmaya başlamasını beklerdim lakin Süper Final öncesi de iyidir, iyi(!). Arif Erdem ise klasik olacak ama sakat ve cezalılar el verdiği ölçüde ideal kadrosunu çıkarmıştı. Şüphesiz ki Doka ve Zayatte bu takımın en önemli parçalarından.

Daha maç başlar başlamaz gelen gol Beşiktaş’ın zorlanacağı konusunda bizi haklı çıkartıyordu. Beşiktaş şoke olmuş vaziyette top dahi yapamıyordu. İki taraf adına da dikkat çekici olan sürekli kaleyi yoklamalarıydı. Adeta bir bombardıman vardı. İBBSpor’un şutları çok daha etkili oluyordu. Aynı şekilde İBBSpor önde baskı yaparak Beşiktaş’ı sürekli hataya zorluyordu ki işe yarar bir durum oldu. Yumuşak karın Toraman sürekli hataya meyil ediyordu, Beşiktaş taraftarı da “Etme!” diyordu. Sağlı sollu gelen ortalarda hep ıska geçen de zira kendisiydi. Gariptir. Beşiktaş ise zaten top çıkarmakta zorlanıyordu ki kanatlar hak getire. Egemen’e umut bağlamak hayalcilik olacak iken Visca tehlikesi de Hilbert’i yerinde saymaya itiyordu. İleri tayfada ise bir tek Burak hareketli ve iş yapma çabasındaydı. Onun da “garip” noktası net bir kanat oyuncusu olmasına rağmen bu maç sürekli 10 numara diye tabi edilen mevkiiye kaymasıydı. Bu da hem avantaj sağlıyor hem de dezavantaj yaratıyordu. Fernandes’in yoktan var ettiği gole kadar durum böyleydi. O golden sonra işler değişti. Beşiktaş topu ayağına aldı ve ekmeğini duran toplarla buldu. Üst üste gelen kornerler lehlerine pozisyon olarak döndü.

Soyunma odasından gelir gelmez Beşiktaş her zaman bahsettiğim istekli oyununa yine başladı. Fernandes-Burak iş birliği ile gelen Pektemek golü de tam anlamıyla bal, kaymaktı. Sıkıntı ise bu dakikadan sonra başladı. Sürekli atak yemeye başlandı. İBBSpor fütursuzca ataklar yapmaya başladı. Şanslı olsalar çok rahat koparabilirlerdi maçı ki Cenk şans faktörünü ortadan kaldırıyordu. Bunalan Beşiktaş biraz olsun kontra-ataklarla nefes alıyordu. İlginç olan kontra-atakların başlamasıyla fütursuzlaşan tarafın Beşiktaş olmasıydı.Veli’nin kaçırdığı pozisyon da maçın kırılma anı oluyordu. Ardından Visca ile gelen gol İBBSpor’un hanesine “hak edilmiş” bir gol olarak yazılıyordu.Maçın skoru da bu golle belirleniyordu: 2-2…

Cenk mükemmele yakın bir oyun oynayıp takımını ipten aldı. Çok sevdiği Nietzsche’nin sözü olan “Unutan iyileşir.” Felsefesini iyi uyguluyordu. Tabii bunu bir de Carvalhal kısmına geçirmeliyiz. Hatalarının unutarak iyileşmediğinin farkına varamaması kısıtlı olan şansını da
büyük ihtimal yok ettiğinin göstergesidir. Güle güle iyi adam demeye başlasak iyi ederiz zira Slaven Bilic sesleri hiç de azımsanacak şiddette değil.

NOT:Bebe’nin oynayacak duruma gelmesi sevindirici.Hiçbir fikrim olmadan atomu parçalamaya çalışsam herhalde Bebe’nin doktoru kadar etki yaratabilirdim.

Ufuk Tolga Aldırmaz

24 Mart 2012 Cumartesi

Gerilla

Geçen haftaki derbinin ardından bu hafta Trabzonspor ile karşılaşacak olan Galatasaray’ın puan kaybetme ihtimalini düşünen Fenerbahçe ile bir türlü istediği çizgiyi yakalayamayan Bursaspor karşılaşıyordu. Artık sayamadığım “seyircisiz” oynanacak maçlardan biri olacaktı Şükrü Saracoğlu’ndaki mücadele.

Aykut Kocaman bu hafta sürpriz yapıp Gökhan Gönül ve Emre Belözoğlu’nu yedek soyundurarak mücadeleye başlatıyordu takımını. Bursaspor ise sonunda oturttuğu defans hattına bir de Pinto ile forvet hattını da sağlamlaştırarak klasikleşmiş düzeniyle sahadaki yerini alıyordu. Ertuğrul Sağlam için söylenebilecek ufak tefek şeyler varken Aykut Kocaman için hatırı sayılabilecek kalınlıkta bir kitap yazılabilir. Sadece şu oyuncu tercihleri ve takım üzerindeki hamleleri hakkında. Futbolda kumar diyebileceğimiz durumlardan birisi.

Başlangıç ile birlikte oyunun sıkışması hemen hemen aynı zamana denk geldi. Bursaspor ilk toptan itibaren Fenerbahçe’nin solunu kendine mesken olarak seçmişti. Buna binaen Fenerbahçe de kendi solunu kullanma çabasındaydı. Sürekli Stoch-Basser ikilisi arasında geçen bir mücadele yaşandı diyebiliriz. Daha sonraları ironik bir şekilde Fenerbahçe’nin tehlikeleri sağ kanadın kullanıldığı zaman aralıklarında gelmeye başladı. İşte bunu gören oyuncular da bu sefer kendi sağ kanatlarını etkin kılma çabasına giriştiler. Hatırı sayılabilecek tehlikeler de yarattılar doğrusu. Tam da işler sarpa sarmışken Alex’in atmış olduğu gol Fenerbahçe için adeta hayat öpücüğü oluyordu.

İkinci yarı başladığında Fenerbahçe tipik öne geçiş taktiğini uyguluyordu. Vur, kaç… Geriye yaslanan takım Galatasaray derbisinde olduğu gibi top yapamamaya başladı. Aynı zamanda Bursaspor’un önde presi gelince işler bu kez ciddi anlamda kötü gitmeye başladı. Sürekli hale gelen ikinci bölge top kayıplar takım adına tehlike oluyordu. Dakikalar ilerledikçe düşen orta sahanın etkisiyle defans hattı daha da çok hata yapmaya başladı. Şansın da Fenerbahçe’nin yanında olması neticesinde Bursaspor istediği golü bir türlü Fenerbahçe ağlarına gönderemedi.

Fenerbahçe hayrını görebileceği bir üç puanı yine çok kötü bir oyunla hanesine yazdırıyordu. Fenerbahçe’nin sorunları olduğunun hepimiz farkındayız. Fenerbahçe’nin saha içinde problemlerinin olduğunun da farkındayız. Gelgelelim Fenerbahçe’yi futbol branşında yarıştan kopmak üzere bırakan etkenin bu sorunlar değil de Aykut Kocaman olduğunun da farkındayız ya da en azından kendi adıma konuşayım. Aykut Kocaman’ın ne kadar önemli bir figür olduğunu anlatmaya gerek yok lakin her geçen gün bile bile lades dedirtecek şeyleri yapıyor. Derbi sonrası yazımda da belirttiğim gibi Carlos Carvalhal’den bile beter oyun hamleleri var.

Bursaspor vasat bir şekilde geçirdiği sezona vasat bir parça daha eklemiş oldu. Onlar için sezon sonu nerede olacakları sorusu önem arz ediyor. Eğer beşincilikte kalırlarsa kendilerini başarılı saymamaları için hiçbir neden yok. Fenerbahçe ise Aykut Kocaman’a rağmen Play-Off’larda nereye gidecek? Bu sorunun cevabını hepimiz göreceğiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

19 Mart 2012 Pazartesi

Yananlardan Mısınız?

Dünkü Panathinaikos-Olympiakos mücadelesinden görüntüler var. Adamlar hayatlarındaki bu yakıp yıkma durumunu o kadar benimsediler ki bu maç gibi potansiyel partiyi kaçırmaları mümkün değildi. Devre arası polisle ev sahibi Panathinaikos taraftarı birbirlerine girdi. Ardından olaylar yatıştı derken daha da alevlendi.Elli dakikalık bir gecikme ile tekrar başlayan mücadelede seksen ikinci dakikada polisin üzerine atılan molotof kokteylleri atılınca maç ertelendi. Uzun süredir böyle vurdulu-kırdılı bir maç hatırlamıyorum. Bizimkilerin sahaya attığı yabancı maddeler vs. sayılmaz pek tabii. Fotoğrafların bazıları da aşağıda. Buyurun efendim.







Ufuk Tolga Aldırmaz

17 Mart 2012 Cumartesi

Psikolojik Fotofinish

Haftanın başından beri o klasik derbi heyecanını yaşıyoruz. Ligimize getirilen Play-Off sisteminin de etkisiyle olabilecek her türlü değişimi merakla beklemekteyiz. Bu maçın önemi de işte oradan gelmekte. Mevcut puan farkının artması ya da azalması şampiyonluk heyecanını doğrudan etkileyecekti. Fenerbahçe mutlak galibiyetin peşindeydi. Kadıköy Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda inanılmaz bir seri yakalayan ve on küsur yıldır yine evinde Galatasaray’a yenilmeyen bir takımdan bahsediyoruz. Diğer tarafta ise taraflı tarafsız herkesin azminden dolayı beğendiği bir takım…

Önceki yılların aksine kadro kalitesi ve takım durumları açısından çok iyi bir zamanda karşılaşıyor iki takım. Baktığımız zaman eksik diyebileceğimiz kimse yok. İki takım da ideale yakın on biri ile sahada. Artık ezberlediğimiz on birler olduğu için özellikle yazmıyorum. Sadece –her zamanki gibi- acaba Emre Çolak-Riera değişikliği ile başlanabilir miydi diye soruyoruz kendimize ancak çok da sorgulanacak bir durum olmadığını da biliyoruz.

Maça başlamadan önce Fenerbahçe’nin agresif olacağını ve Galatasaray’ın da takım halinde topun gerisinde başlamasını ön görüyorduk. Yanıltmadılar da. Fenerbahçe evinde her zaman olduğu gibi müthiş bir istek ve arzuyla başlıyor, rakibi de ona aynı şekilde cevap veriyordu. Galatasaray buna abartı bir şekilde cevap vererek başladı da diyebiliriz. Melo’nun hareketlerinin daha ilk dakikadan başlaması anti-taktik oluşumu olabilir. Aynı şekilde Galatasaray’ın önde basışı ilk yarıda olduğu gibi yine Fenerbahçe’yi zor durumda bırakmaya başlamıştı. Başlamıştı diyorum çünkü ayağına topu aldıkları anda belki biraz da şuursuzca hücum etmeye başlıyorlardı ve sağlı sollu ortaların akabinde Moussa Sow’un mükemmel golü geldi. Tam da Fenerbahçe’nin zorlanmaya başladığı anda panzehir işlevi gördü bu gol. Galatasaray bocalamaya devam ederken defanstan seken topu Alex mükemmel bir şekilde Muslera’nın kalesine gönderdi. Göreceli olsa da Sow’un golünden çok daha güzel bir gol izledik. Bu iki gol Fenerbahçe açısından bulunmaz nimetti. İstedikleri her şey oldu. Oyun tam anlamıyla lehlerine döndü. Öyle ki bu dakikadan itibaren belirli bir süre neredeyse sıfır pas hatasıyla oynadılar. Orta saha tamamı ile ellerine geçmişti. Melo-Selçuk ikilisinin bu denli oyundan düştüğüne ilk yarıdaki Beşiktaş mücadelesinden sonra ilk kez rastlıyoruz.


Fenerbahçe’nin sazı eline almasından sonra belki de çok farklı şeyler beklendi ancak Galatasaray’ın şuursuzca atakları yerini akil bir şekilde üretilen organizasyonlara bırakıyordu. Afaki atakları özellikle Ziegler’in kanadına yıkan takım özüne döndüğü anda golü buldu. Orta sahadaki Melo-Selçuk ikilisini kullanmak kutsal kitap ayeti gibi Galatasaray için. Nitekim istediklerini de Elmander ile aldılar. İşte bu gol Galatasaray’ı tam anlamıyla silkti. Orta saha direncinin artması ile birlikte takımdaki herkes şok halini üzerinden attı. Kendi kafalarında bir flash-back yaşamış olmuş olsalar ki lider gibi oynamaya başladılar. Fenerbahçe’nin yarı sahasına yıkılan oyun sayesinde üst üste ataklar buldular. Bunların gelişmesinde Fenerbahçe’nin geri çekilmesi ve ikinci topların Galatasaray tarafından alınması en büyük etkenlerdendi. Soyunma odasına da bu tablo ile yollanıyorlardı: 2-1…

İkinci yarı, ilk yarının sonunda olduğu gibi başladı. Hatta daha da ağırlaştırılmış biçiminde. Galatasaray oyunu iyiden iyiye Fenerbahçe yarı sahasına yıktı. Bu süreçte de Galatasaraylı oyuncular topu aralarında mükemmel paylaştı. Neticesinde de art arda gelen pozisyonlar oldu. Fenerbahçe ise kontra-atak peşindeydi. İki taraf adına da bir türlü gol gelmeyince oyuncu değişiklikleri geldi. Bir taraf oyuncu değiştirirken diğeri oyun değiştiriyordu. Galatasaray, Necati-Baros ve Aydın-Emre Çolak değişiklikleri yaparak oyuncu değiştirdi. Fenerbahçe ise Stoch-Selçuk değişikliğiyle oyunu değiştirdi. Aykut Kocaman’ın açıkçası neden böyle bir tercih yaptığını anlamak güç. Düşündüğü tek şey topu çıkarmak olsa gerek. Bu şekilde olunca taşlarla da oynanmış oldu. İlerleyen dakikalarda da Alex-Dia değişikliği yapılıyordu. Eğer bir sakatlık yoksa –ki görünmüyordu- bu değişikliği yapmanın da pek anlamı olduğunu düşünmüyorum. Aksine zaten kontraya yatan takımınızın en önemli top dağıtıcısını çıkarmış olup yerine daha öncesinde çıkan en iyi sprinterin rolünü üstlensin diye yine o tarz bir adam sokuyorsunuz. Gerçekten Beşiktaş teknik direktörü Carlos Carvalhal’den bile beter oyun hamleleriydi. Üstüne Hakan Balta ile gelen beraberlik golü her şeyi daha da kötü noktaya taşıdı. Mükemmel başlayan gece tam tersine dönmüş oldu. Aykut Hoca bu gole 4-3-3’e dönerek cevap vermek istedi. Bunu da Bienvenü-Topuz değişikliği ile sahaya yansıttı ki bu da can havli ile yapılmış bir düzen değişikliği. Az önce de belirttiğim gibi Aykut Hoca haddinden fazla taşlarla oynayarak rakibinin ekmeğine yağ sürdü. İmparator da üst üste fauller yapıp ikinci sarıdan atılma olasılığı olan Elmander’i Riera ile değiştiriyordu. Bunların üstüne Galatasaray vitesi geri takmayıp aynı şekilde hücuma devam etti. Bulduğu duran toptan da son saniyede direkten dönen bir pozisyon buldu. Maçın sonu ve bana göre ligin sonu da böylece geliyordu: 2-2…

Oyunculara bakacak olursak Ziegler’i çok eleştirirken bu şekilde bir oyununun gelmesi beni şaşırttı açıkçası. Tersi şekilde Stoch’u bu kadar beğenirken vasat oyun sergilemesi de şaşırtıcı bir durumdu. Bunu tölere eden şey de karşısında Eboue’nin oluşuydu. Eboue bize resmen “Stoch daha olmamış.” dedirtti. Sow’un gol dışındaki yoksunluğu, Serdar-Yobo ikilisinin yumuşak kalması ve Melo-Selçuk ikilisinin de başlarda aciz düşmesi de değinilmesi gereken durumlar.

Teknik direktörler hakkında daha fazla yorum yapmaya gerek yok diye düşünüyorum zira bir taraf puan kazandırırken diğer taraf da kaybettirdi. Hakem Bülent Yıldırım ise iyi bir karşılaşma yönetti diyebiliriz.

Son olarak da Galatasaray, her şeyi kenara bırakacak olursak bugünkü geri dönüşü ile psikolojik açıdan şampiyonluğu aldı. Bu motivasyon onları Play-Off’larda da taşıyacaktır. Normal bir beraberlikten ziyade bu şekilde alınan bir puan onları çok farklı etkileyecektir.

NOT:Gollerin güzelliğinin yanı sıra Muslera da golleri yenilebilecek en iyi şekilde yedi. İyi kaleci yenilecek golü yer derdi rahmetli Vedat Okyar, Allah rahmet eylesin. İşte Muslera da o kadar iyi kaleci.

DİP NOT:Fenerbahçe taraftarının çok daha ateşli olmasını beklerdim.

YERİN DİBİNDEKİ NOT: Volkan’ın bıyıkları çok iyi be abicim. Tam bir Türk erkeği olmuş.

Ufuk Tolga Aldırmaz

16 Mart 2012 Cuma

Panyalı Gol #4

Panyalı Gol #4

Bu hafta Beşiktaş-Atletico de Madrid, Cl ve El eşleşmeleri, Derbi, TBL, Trade Deadline, Play-Off öncesi takımların son durumu ve Ersanity'i konuştuk. Dinlemek için başlığın altındaki isme tıklayınız.

Nabıcaz be Kamil?

Vicente Calderon’daki mücadele sonunda temsilcimiz adına hoş olmayan ancak umutlara mahal veren bir skor ortaya çıkmıştı. Bu umuda bağlı olarak Carlos Carvalhal, futbolcular ve taraftarın inancı ve arzusu “Acaba?” dedirtiyordu. Dillerden düşmeyen tek şey vardı: “Sonuç 2-0 olacak ve çeyrek finale adımızı yazdıracağız!”

Carvalhal Quaresma’yı yine dışarıda bırakıyor ve maç öncesi basın toplantısında bahsettiği “on bir şampiyon” ile sahaya çıkıyordu. Atletico Madrid ise ilk maçın yıldızı Salvio’yu ve defansın hızıyla göze çarpan oyuncusu Perea’yı kulübeye çekiyordu. Sakatlıktan çıkan temsilcimiz Arda ise sahadaydı. Kağıt üzerinde takımların ne verebileceği aşağı yukarı belli idi.

Maç kağıt üstünde beklendiği gibi başladı. Taraftarın müthiş desteği ile futbolcuların da amiyane tabirle gaza gelmesi neticesinde tam bir ev sahibi futbolu oynanmaya başladı. Taraftarın isteği sahada hırs olarak vücud buluyordu. Nitekim bundandır topa normal olandan ekstra bir çabayla baskı vardı. Her zaman değindiğim o şok-pres de gelişiyordu. Önde basılması Atletico’nun top yapmasına izin verdirtmiyordu. Topu ayağına almayı başaran Beşiktaş rakip üçüncü bölgesine kadar kat edebiliyordu. Buradan sonra önüne set çekilmiş gibi bir oyun gelişiyordu. Statiklik ve İsmail harici geriden gelen desteğin olmaması takım adına sıkıntı yaratıyordu. Yeteneklerin sınırlı olması yani defolar işte buradan sonra ortaya çıkıyordu. Atletico dakikaların akması ve Beşiktaş’ın istediklerini yapamaması neticesinde oyunu istediği gibi götürmeye başladı. Juanfran’ın olağandışı pası sayesinde Arda Adrian’a güzel bir asist yaptı ve onu golle buluşturdu. Bu noktada o başta belirttiğim “2-0” şartlanması mental açıdan futbolcuları sıkıntıya sokuyordu. Zaten vasatı aşamayan takımı bir adım daha da geri çekti. Atletico ise bu gol sonrası daha rahat bir oyun sergilemeye başladı ve oyunu rölantiye almayı başardı. Duymaktan bıktığınıza emin olduğum ancak söylemek zorunda hissettiğim konu ise mükemmel bir şekilde o basitliği sahaya yansıttıkları. Gerçekten de rahatsız edici bir basitlik hem de. Soyunma odasına giderken de bu skor Beşiktaş’ın tur ümitlerine sünger çekmesine neden oluyordu: 0-1…

İkinci yarı Holosko’nun girişi ile başladı. 4-2-3-1’e dönen taktik ilerleyen dakikalarda Aurelio ve Pektemek’in de girişiyle 3-5-2’ye dönüyordu aniden. Bu oynamalar tehlikelidir ancak Carlos Hoca’nın açıkçası başka bir şansı yoktu. Yine maç öncesi basın toplantısında söylediği “Kaybedecek bir şeyimiz yok.” cümlesi olayı net bir şekilde durumu ortaya koyuyordu. Bu değişikliklere de bir türlü cevap verilememesi neticesinde oyuncular her geçen dakika daha da çok oyundan soğuyorlardı. Neticesinde sıkça gördüğümüz Atletico’nun orta sahayı çabuk geçişleri görülüyordu. Sonuca bir türlü gidemeyen Simeone, takımına Assunçao ve Salvio ile ayarı veriyordu. Takip eden dakikalarda ise Beşiktaş daha da şuursuzca oynamaya, Atletico ise kontra oyununu oynamaya net bir şekilde başladı. Akabinde Cenk’in hatası ile gelen Falcao’nun golü zaten bitik olan oyuncuları yerin dibine sokuyordu. Ardından gelen Salvio’nun golü ise yorumlanmak için gereksiz bir goldü. Atletico bu sonuçla da güle oynaya turu geçiyordu: 0-3…

Takım olarak bu maç için mükemmel oynayan Atletico Madrid’i tebrik etmek gerekiyor. Özellikle Gabi ve Adrian takımılarına net etki eden iki isimdi. Aynı şekilde Beşiktaş’a bakacak olursak İsmail koca bir alkışı hak ediyor. Yine net olan bir diğer şey ise Beşiktaş’ın kadrosunda Avrupa standartlarında iki yabancısının Sivok ve Fernandes olduğu.

Genel olarak tura bakacak olursak da Atletico’yu öne çıkaran Beşiktaş’ta olmayan her şey idi. Saymaya kalksak yoruluruz. Aynı şekilde İspanya ve Türkiye ligleri arasındaki uçurumun ne boyutta olduğu ciddi anlamda görüldü. Fark korkutucu seviyede. Yazımı çok sevdiğim ve benim için kült filmlerden biri olan “Gemide” filminin Kaptan’ının(Erkan Can) o meşhur repliği ile bitirmek istiyorum. Ruh halimizi bana göre en net biçimde ortaya koyan cümle de bu: “Nabıcaz be Kamil?”

Ufuk Tolga Aldırmaz

8 Mart 2012 Perşembe

Araf

Çeyrek finale gidecek takımı belirleyecek eşleşmelerden birisiydi bu. İki takım da birbirine çok benzeyen, birçok yönden ortak noktalar barındıran takımlar. Atletico Madrid  yönetimi ,Manzano döneminin yaralarını sarmak için Simeone’yi göreve getirdi. Hakkını verelim işini çok da iyi çıkarmaya başladı. Beklenenin üstünde bir performans ile takımını güzelce oturttu. Beşiktaş ise hepimizin yakından bildiği gibi sıkıntılar denizinde boğulmakta.

Vicente Calderon’da oynanacak olan mücadelenin çok zor geçeceği aşikardı. Aklı başında kimse rahat bir biçimde, Beşiktaş Madrid’den istediğini alıp döner diyemiyordu. Bunun en büyük nedeni ise Beşiktaş’ın içinde bulunduğu kaos ve şanssızlıklar silsilesi idi. Belirttiğim gibi de zor bir şekilde mücadele başladı. Atletico Madrid, Beşiktaş’ın iki pası arka arkaya yapmasına izin vermiyordu. Özellikle de Veli’nin bulunduğu sol bek bölgesine fazlaca bir baskı vardı. Can alıcı noktalardan birindeyiz. Veli’nin bir açık orijini olduğunu düşünecek olursak Carvalhal’in çok mantıksız bir iş yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz lakin Veli’nin son lig maçlarında, o mevkiide mücadele ruhuyla iyi işler çıkardığını da unutmamak gerek. Çok rahat söyleyebiliriz ki Ekrem’in bek mevkiinde verdiklerinden az şey vermedi, vermeyecektir de. Geriye dönecek olursak baskılar sonucu Madrid ekibi pozisyonları bulmaya başladı. Şanslı olsalar çok erken öne geçebilirlerdi. 

İlerleyen dakikalarda oyuna bir nebze olsun denge geldi. Bulundan duran toplar eminim ki herkesi heyecanlandırmıştır. Bunlardan cesaret alınmış olsa gerek, takım kendi insiyatifiyle fazlaca ileri çıkmaya başladı. Öyle ki duran topların her dönüşü kontra-atak oluşturuyordu. Bunlara ek olarak bir de ofsayt taktiğini deneyen defansın ardına atılan her top maalesef ki Veli’nin de etkisiyle kalede pozisyon oluşturuyordu. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir ki bu söze nazire olacak şekilde goller ardı ardına gelen pozisyonlar sonucu bir bir Beşiktaş’ın kalesine girdi. Burada göze batan oyuncu yine maalesef ki Veli oldu. Geldik bir diğer can alıcı noktaya. Veli’nin sol bek olmayışına eyvallah, Veli’nin defansif vizyonu dardır buna da eyvallah ancak Veli’nin bütün hatalarının sorumlusunun yine kendisi olduğunu düşünüyorsanız orada duracaksınız. Quaresma’nın bir defa dahi olsun geriye koşmayışı, modern futbolun gereklerinden olan “bekini kovalama” mottosunu yerine getirmeyişi Veli’nin de fişini çeken durum oldu. İnanın Simao o kanatta bulunsa Veli yaptığı hatayı yarıya çekerdi.

Carvalhal de bunları görmüş olsa gerek(geç olması ayrı bir konu) Quaresma’yı oyundan alarak tepkisini gösterdi. Ne tesadüftür(!) ki oyun da bu dakikadan sonra dengeye geldi. Tabii ki mental anlamda rahatlayan Madrid’in de bu durumda sorumluluğu vardı. Mücadele gücünün artması ve oyuncuların da orijinal yerlerine oturması işleri bir nebze olsa yoluna soktu. Aynı paralel de golün gelmesi de bunun göstergesidir. İlerleyen dakikalar de beklendiği gibi gitti ve bir şekilde rölantiye girildi. Skor da böylece tayin olmuş oldu: 3-1…

Bu skor ile çok büyük bir sürpriz olmazsa Atletico de Madrid adını bir üst tura yazdıracak. Mühim olan kesinlikle elenmek değil. Özellikle şu durumdaki bir futbol ülkesinde bir takımın bu seviyelerde dolaşması da bir şekilde başarıdır. Çıtanın git gide yükseğe çıktığını da unutmamak lazım. Aynı şekilde başarının istikrar ve vizyon ile geleceğini de…

Umarım maç sonucunda İsmail ve Simao’nun açıklamaları doğru noktalara gitmiştir. Radikal kararların alınması kimseyi şaşırtmaz hatta bir takım sağduyulu taraftarı memnun bile edebilir. Daha önce Mersin İdman Yurdu mücadelesi sonrasındaki yazımda da belirtmiştim. Bizi bitirdin saygıdeğer yedi numaramız. Umarım bunun farkındasındır. Bizi geçtim artık iş arkadaşlarını da bitiriyorsun. Araftaki Carvalhal’in neler yapacağını hep birlikte göreceğiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz


5 Mart 2012 Pazartesi

Hak Edilmiş Bir Yıl

Geçen haftaki Beşiktaş galibiyetinden sonra emin adımlar ile şampiyonluğa doğru yürüyen Galatasaray’ın rakibi güzel futbolunu Play-Off potasına girme çabasıyla taçlandıran Sivasspor’a karşıydı. Maç Sivas’ta olunca haliyle kötü hava şartları zemini de etkiliyordu. Bildiğiniz gibi yerden ısıtmalı olan 4 Eylül Stadı bir nebze olsun geçmiş yıllara göre daha iyi durumdaydı. Yine de saha şartlarının kötü olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Kadrolara geçecek olursak Fatih Terim derbiye sonradan girip fark yaratan oyuncu olan Riera'ya emeğinin karşılığını verip ilk on bire onu monte ediyordu.  Riera dışında tüm kadro geçen haftaki ile aynıydı. Rıza Çalımbay’ın öğrencilerinden ise Cerny, Kıvanç ve Ziya eksik olarak sayılabilir.

Maç gayet keyifli başladı. Sivasspor her zamanki gibi pozitif bir oyun oynama çabasındaydı. Galatasaray ise alışılmışın dışında topa sahip olma eğilimi göstermiyor ve rakibini geride karşılıyordu. Tabii bunda Sivasspor’un topu seven bir takım olması da etkiliydi.  Buna müteakip Sivasspor’un pozisyonları gelmeye başladı. Galatasaray top yapamamanın sıkıntısını çekiyordu. O dakikalarda Necati hızı gibi yetişti. Mükemmel bir vuruşla topu Senecky’nin kalesine gönderdi.  Bu dakikadan sonra da Sivasspor’da kırgınlık baş gösterdi. Galatasaray’ın da direncini arttıran olay olarak bu golü gösterebiliriz pek tabii. Tüm bunların sonucunda Galatasaray orta sahası üstün gelmeye başladı. Buna Kıvanç’ın yokluğunda Kadir’in  orta sahada yalnız kalmasını da sebebiyet veren unsurlardan biri olarak addedebiliriz. Dakikalar da ilerledikçe maçın başındaki görüntü tam ters bir hal almaya başladı. 0-1…

İkinci yarı Sivasspor daha toparlamış bir biçimde sahaya çıktı. İlk yarının başındaki gibi sürekli rakip kaleyi düşünerek oynamaya başladılar. Galatasaray Aydın Yılmaz’ı oyuna alırken, Sivasspor da Kıvanç’ı oyuna sokuyordu. Kıvanç Sivasspor orta sahasını toparlar gibi oldu ancak beceremedi. Fatih Hoca ise Aydın’a ne kadar güvendiğini bir kez daha gösterdi. Sivasspor üst üste ataklar geliştiriyor ancak Muslera’ya takılıyordu. Diğer kalede ise Muslera’nın aksine vasat gününde olan Senecky vardı. Ujfalusi’nin karambolde vurduğu topu kalesine aldı dersek yanılmayız. Ardından Sivasspor bastırıyor, Galatasaray da bekliyordu. İlerleyen dakikalarda ise yine bir kontra ataktan bulunan pozisyonda ceza sahası içinde Necati topu Aydın’ın önüne güzel çıkarttı ve Galatasaray’ı iyice rahatlattı. Akabinde Necati ile gelen gol skor tabelasını oluşturuyordu: 0-4…

Galatasaray adına Muslera ve Necati’yi baş köşeye koyuyorum. İkisi de mükemmel oyun sergilediler. Muslera’nın performansına ayrıca parantez açmak istiyorum. Gerçekten son derece iyiydi.

Sivasspor kötü giden formunu bir basamak daha alta çekiyordu. Galatasaray ise vasat oynamasına rağmen bu deplasmandan mükemmel bir sonuçla Florya’ya dönüyordu. Gerçekten takdire şayan. Artık şampiyonluğu hak ettikleri konusunda hem fikir olabiliriz. Fatih Hocayı da tebrik etmeliyiz. Böylesine güzel bir ailevi ortam oluşturduğu için tabii. Fenerbahçe deplasmanından alınacak puan ya da puanlar tabloyu net bir biçimde ortaya koyacaktır. Saygılarımla.

Ufuk Tolga Aldırmaz

4 Mart 2012 Pazar

Bir İnsan Hiç Mi Değişmez?

Şu sıralar harikalar yaratan ve gözlerimizin pasını silen şahsiyet: Miroslav Stoch. Adam bir gram değişmemiş.

3 Mart 2012 Cumartesi

Bir Düşüş Bir Çıkış

Fenerbahçe-Gençlerbirliği... Biri şampiyonluk yarışından kopmamak için son çırpınışlarını yaparken diğeri de Play-Off için varını yoğunu ortaya koyuyordu. Genel anlamda iki takım da sürekli iyi futbol oynamaya çalışan ekipler. E bunları söyledikten sonra güzel bir oyun beklemek de hakkımız oluyor tabii.

İki teknik adam da ideal on birleri ile takımlarına sahadaki yerlerini aldırtıyordu. Fenerbahçe açısından klasikleşmiş olan Kadıköy oyunu tekrir etti ve baskılı şekilde oyuna başlandı. Neticesinde Stoch'un mükemmel golü geldi. Gerçekten enfes bir vuruştu. Klişe olacak ama Gençlerbirliği'nin bütün planları bozulmuş oldu böylece. Ardından Fenerbahçe yine her zamanki gibi geriye yaslandı. Bu fazla sürmedi. Baroni ve Emre'nin topa hakim olmaya eğilim göstermesi işlerine yaradı ve daha fazla ileriye gitmeye başladılar. İleride Sow'un mükemmel top paylaştırması neticesinde galibiyetin kapılarını açan goller geldi. Stoch her zamanki gibi soldan içeri kat edip golünü atarken skor da 3-0 idi.

İkinci yarı geriye yaslanarak çıkmayı tercih eden bir Fenerbahçe gördük. Gençlerbirliği'nin cılız atakları doğal olarak sonuç vermeyince mental açıdan oyundan kopan defansın hataları sonucu galibiyete giden golleri bir bir sıraladılar. Gençlerbirliği ise bu gollere direnç dahi gösteremedi. Takım olarak yokları oynadılar. Hurşut'un kişisel çabası penaltıyı kazandırdı.

Bu skorun çıkmasındaki etkenler nelerdi peki?
1.Fenerbahçe'nin top paylaşımını iyi yapması ve birçok oyuncusunun insiyatif alması.
2.Forvet bölgesine yapılan devre arası takviyesi Sow'un arkadaşlarını kısa sürede iyi tanıması ve topu doğru şekilde paylaştırması.
3.Gençlerbirliği'nin mental çöküşü ve hiçbir oyuncusunun oyuna adapte olamaması.
4.Fenerbahçe'nin özel bir şekilde 4-2-4 şeklinde defansif düzen alması.

Bunlar dışında oyunculara değinecek olursak Fenerbahçe'de Sow ile Stoch'u ayrı bir noktaya koyuyorum. Ziegler'i de atak katili olarak adlandırabilirim. Santos'un gerçek anlamda tırnağı olamaz. Diğer tarafa geçecek olursak açıkçası büyük beklenti ile gittiğimden mi bilemiyorum ama Soner'i bir türlü o belirli düzeyde göremedim. Aykut, Hurşut sürekli çabaladı. Biraz da Yasin'i ısırırken gördüm. Bütün takıma kötü dersek haksızlık etmiş de olmayız kesinlikle.

Fenerbahçe için önemli bir üç puandı. Galatasaray'a şimdiden bileniyorlar. Ankaragücü ile oynayacak olmak onlar için avantaj. Galatasaray'ı da yenerlerse biraz daha renk gelebilir. Gençlerbirliği ise bana göre bu mağlubiyetin altından kafa olarak kolay kalkamaz. Play-Off umutlarını da böylece askıya alır. Uzun zaman sonra bol gollü bir maç izlemek de güzel oldu açıkçası...

Ufuk Tolga Aldırmaz

2 Mart 2012 Cuma

Panyalı Gol #3

Temsilcilerimizin Euroleague hüsranları, NBA All-Star Haftasonu, Spor Toto Süper Lig genel durum değerlendirmesi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...