31 Mart 2013 Pazar

Kafama göre takıldım,kusura bakmayın

Hazır gündem de pek yoğun değil,maçın sıcaklığı üzerindeyken 2-3 kelam edeyim,zira çok da sıkıcı maç oldu,eve gidince yazmam,yalan olur,biliyorum.
Yine işte tek çalıştığım,anasını babasını kesenlerin haberinin düştüğü,milletlerin diploması ayağına, birbirine ''sevgili tribi'' attığı günlerden biri,herhangi biri işte. Ama neyse ki ligler başladı,Fenerbahçe'me kavuştuk,falan filan.
Tamam farkındayım.çok kötü bir giriş oldu.

Sakatlıklar,cezalı oyuncular ve hafta içinde oynanacak Lazio maçından ötürü Kocaman, elde kalanlar arasından en iyi seçimi yaptı bugün,orası kuşkusuz.

İleri ön hareketlilere servis yapma görevinde olan,bir süre sonra da hiç koşmayan Baroni'yi bugün özellikle ilk yarıda, kadro yapısından da dolayı,geriden oyun kurarken gördük. Akhisar'ın da önde basması, merkezde panik halinde gelen pas hatalarımızdan dolayı topu 3.bölgeye taşımakta çok zorlandık. Meireles'in 2 derinlemesine pas denemesi,Caner'in drive etmesiyle başlayan,Webo'nun duvarıyla gelişen ve Sow'un verilmeyen füzesi dışında ilk yarıda pozisyonumuz da yoktu.
Şu maçı teknik olarak ele almak inanın çok sıkıcı,farkındayım. 2.yarıda ise,durumun daha ciddi olduğunun farkına varan, tek düşmanın TFF olduğunu bir kez daha anlayan F.Bahçe ( bu bizim motivasyonumuz), çok da kritik bir anda golü buldu. Webo,Sow uyumu bir kez daha bu takım için ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Akhisar'ın en etkili fırsatlar bulduğu atak varyasyonu olan, ''kanat çalışmalarını'' iyi durdurduğumuzu da ekleyelim. Gekas,kanatlardan hiç yardım alamadı ve Yunan yıldızın tek şansı, golün de geç gelme ihtimaliyle, öne çıkacak olan patlamaya hazır bomba gibi savunmamızın arasına sarkmaktı.Bu böyle olmadı,gollerin zamanlamaları çok kritikti.

Gol sonrası 10 dakikada tempo yapan Fenerbahçe, oyun içinde bir takımın ne kadar kopuk oynayabileceğinin resmini çiziyordu adeta. 60 sonrası malum zaten, al gülüm ver gülüm,ipe sapa gelmez paslar,ve Selçuk girsin,oyunu tutalım vıdı dıdı.
Kişisel parantezler
Caner,öncelikle ne kadar kötü oynadığına bak,bir kere topu öne drive etmen dışında,takıma olumlu katkın yok. Hayır,arada bal yapmayan arı gibi,sağa sola koşardın,onu da yapmadın? O zaman,çıkarılırsın,çıkarken de ıslıklanırsın,bu doğal,bu şerefli formayı giymek de herkesin harcı değil,lütfen siktiriniz gidiniz.

Stoch
Yedek kalmak,az biraz koymuş gibi. İkili mücadelelerde ayakta kalmayı tercih etti,görev aldığı 25 dakika içerisinde. Bir iki pozisyonda ( genelde de benzer durumlar var ), topu alıp verdikten sonra,hareketlenmelerini arkadaşları görmüyor,bazen de alsa topu eziyor,ama biraz kıpranma var gibi,hadi bakalım.
Sow-Webo
İkisini bir düşünüyorum. Tek tek ele almak,pek mantıklı gelmiyor. Zira kör olsa görür,ne kadar uyum içerisinde birbirlerinin oyununa katkıda bulunduğunu.
Diziliş
Orada burada,ezbere yorum yapanlar,Fenerbahçe 4-3-3 oynuyor efendim,4-4-2 niye oynamıyor,desin dursunlar,bugün takım aslında hiçbirini oynamadı. Webo-Stoch değişikliğine kadar aslında takım 4-2-3-1 şeklindeydi.

Webo'yu merkezde gördüğümüz takım düzeninde,bu sefer Sow'u kanatlara deplase olmaktan çok,Baroni'nin yerinde,takımı öne taşıyan adam profilinde gördük. Sow'dan pas yapmasını beklemiyorsan,topu öne taşır evet,ama bu durumun nereden baksan akılcı bir yanı yok.
Kafama göre bir şeyler yazdım,canım da sıkılıyor zaten,pek de yazasım yok,maç da çok sıkıcıydı. Anca bu kadar oluyor.Genelde neden sonuç ilişkisinde yazarım,beni bilen bilir.Ama yazasım yok,olmadı.
Bir de şu takımdan şampiyonluk beklemiyorum artık. Kendi sahanda Akhisar'a karşı bile oyunu hükmedemiyor,27.hafta olmuş,hala takım düzenin oturmamışsa,ben bir şey demiyorum,ama Avrupa'dan ümitliyim,kontrol fetişizmi orada tutuyor,hadi bakalım.

29 Mart 2013 Cuma

Aga Bu Nedir? #7 İdealist(!) Çözüm

Serie B takımlarından Triestina'nın başı taraftarın stada gelmemesi ile dertteymiş. Çok düşük bir seyirci ortalaması tutturulmasına paralel yarattıkları çok acayip çözüm yorumlarınıza açık: 


Televizyon'daki görüntüyü kurtardığı kesin. Malum, ülkemizde bolca seyircisiz(kadınlara hakaret olduğunu net biçimde düşünüyorum. Birgün enine boyuna ele almak gerek.) maçlarda uygulansa hayır demem. 

Ufuk Tolga Aldırmaz

Gözlemcinin Not Defteri: #4 Giacomo Bonaventura




22 Ağustos 1989 doğumlu olan Giacomo Bonaventura 15 yaşında Atalanta'nın kapısından içeri girdi. Sırasıyla Pergocrema ve Padova'da kiralık sezonlarını geçirdikten sonra Atalanta'nın bünyesine tam anlamıyla "olmuş" bir şekilde katıldı. Profesyonel olduktan sonra 84'ü ilk on bir olmak üzere çıktığı 125 maçta 22 gol 10 asistlik performans çizmiş oldu. 

Onun Padova'da antrenörlüğünü yapmış olan Carlo Sabatini İtalyanlar'ın tabiri ile trequartista olarak kulübe geldiğini ancak hücum özellikleri ve hızının kanat oyununa evrilebileceğini dile getirdi. Onu bu yöne kanalize etti. Daha sonra Atalanta'daki teknik direktörü Stefano Colantuono onu sol kanatta oynatmaya başladı - özellikle 4-4-1-1'in kanadı-. Bu onun için başta zorluklar yaratsa da defansif açıdan kendisini geliştirdi ve şu an sol kanatta görev almakta. Buna karşın sol iç ve orta sahanın ortasında da rahatlıkla görev alabilecek vaziyette. Trequartista deyiminden de anlaşılacağı gibi forvet arkası oynamaya da son derece yatkın bir oyuncu. 

Özellikler

Bonaventura'nın bölgesini tarif ederken de anlaşılabileceği üzere son derece versatil bir oyuncu. Yeteneklerinin yanında, belki de hatta önünde onun bu denli modernist bir oyundaki yeri çok önemli. Her şeyden önce topa hakimiyeti ile göze çarpıyor. Takımının pas organizasyonundaki yeri çok önemli. Pas yüzdesi 81.3. Net değerleme yapılabilmesi için onun prototipi(en bilindik ve yakın isimlerden.Diğer örnekler can sıkabilirdi) Juventuslu Claudio Marchisio'nun oranını verelim: 84.1. Bunun yanı sıra first touch diye tabir edilen topla ilk temastaki temizliği hakikaten takdire şayan. Çok zor topları kolay biçimde işe yarar hale getirebiliyor. Bir kanat oyuncusundan beklenilen dripling özelliğini açıkçası onda göremesem de çok daha farklı meziyetleri ile o bölgede ön plana çıkıyor. Ters taraftan gelen her topta ceza sahası içinde kesinlikle bulunuyor. Göremezseniz öldü mü diye şüphelenip sahada onu arayabilirsiniz, o derece. Bunun yanında fırsatını buldukça kafaya ceza sahasının içine girmeyi koyması da önemli. Bunun yanında onu ortaya almak için pişirme taktiğini uyguladıklarını düşünecek olursak eğer oyun bilgisi, pozisyon alma ve doğru yerde bulunabilme durumlarına bakmalıyız. Kilit nokta bu. Kompakt oyundan hiçbir zaman kopmuyor. Hakikaten beni ters organizasyonda ceza sahası içinde bulunması kadar etkileyen bir diğer özelliği de buydu. Mümkün olduğu kadar bekini kovalamanın da peşinde. Bunu her zaman iyi bir biçimde yapamasa da savurganlığı yok. 

Bunlara karşın bilançonun eksi tarafına iliştireceğimiz özellikleri de yok değil. Top kapma oranı 2.2 iken Arturo Vidal'in 5.4. Sırıtmıyor değil. Son vuruşları ve orta mesafe şutları net biçimde zayıf. Fizik olarak fena olmasa da bacaklarının hafiften inceliği sanırım şut konusundaki eksikliğini de gün yüzüne çıkarıyor. Buna karşın ikili mücadelelerden  kaçındığını söylemek ona haksızlık etmek olur. Boyunun dezavantajını da yaşadığını ekleyelim. Ters kanattan içeri girişlerini belki de bu kadar az sayıda tabelaya yansıtmasının bir faktörü de budur. 

İleride Nereye Gider? 

Bergamo tedrisatını ve sene içinde fazla inandırıcı olmasa da ortaya çıkan Napoli dedikodularını göz önünde bulunduracak olursak büyük bir sıçrayış yapması iş bile değil. Alt yaş kategorilerinde onlarca kez milli olmuş Bonaventura'nın milli takıma çağırılması yönünden de bir baskı oluşturulmuş vaziyette. Ola ki bu yazı transfer yapmadan geçirirse saldırılabilecek bir oyuncu olabilir.

Fiyat Aralığı Ne Olur? 

Orası biraz sıkıntı olur. Pazarlık şartları ne olur bilinmez ama bu gidişle 5-7 milyon Euro civarı bir fiyattan alıcısını bekler gibi görünüyor.  

Ufuk Tolga Aldırmaz

Believing Your Partner

Fazla bir şey söylemeyeceğim lakin Dwight Yorke-Andy Cole...


Ufuk Tolga Aldırmaz

28 Mart 2013 Perşembe

O beni bağlar ben yine durmam


    Bir de bir diğer kafama takılan konu..Bazı kurumsal iş yerlerinin muhabiri yani çalışanı pek muhterem şahıslar''Burda yazdıklarım, paylaştıklarım sadece kendini bağlar''diye profillerine ibare düşüyor.Lan zaten öyle kimi bağlayacaktı, beni mi bağlayaydı? Birey olmak nedir bilmeyen,özgürce,saygılıca fikir alışverişinde bulunmayı beceremeyen kişilerin yarattığı bu toplumda ne yazık ki insanlar bu gereksiz yazıyı yazmak zorunda kalıyor. Çalıştığın kurumla senin aranda sadece iş ilişkin olmalı..fazlası hapseder dilediğin düşünceyi paylaşmanı engeller ve yazdıkların aslında kendini bile bağlamayacak bir hal alırsın.
Bu durum, günden güne düşünceleri suç teşkil ettirilip,insanların hapislerde çürütüldüğü şu kokuşmuş dünya düzeninde, sosyal medyanın direk insanın egosuna, statü kazanma hırsına oynayan en büyük platformu olan Twitter'da, görüyoruz, bu durumun getirilerini. Düşünmediği,inanmadığı bir değeri bile savunmak zorunda hissediyor,insanlar kendini.Amaç? Takipçiye oynamak,ucuz popülizm. Sen zaten, sahip olduğun takipçi sayısını, bu hayatta kazanılmış bir değer olarak atfettiğin statü olarak görüyorsan, senin zaten bir fikrin yok,o nedenle o ibareyi düşmene de gerek yok. Bu yaşına kadar, birey olmak nedir zaten bilememişsin, fikrini belirtmemişsin,korkutulmuşsun,bastırılmışsın.

Küçük bir kehanet
Günümüzün giderek yalnızlaşan toplumunda sosyal medyanın, insanlara kendini ifade etme şansı vermesinin yanında getiri olarak sunduğu, bir yalnızlaşma,bir içe kapanma da var malumunuz. İnsanların, klavyelerini tuşlayarak ''dokunulmayanlar'' olan Başbakan,devlet adamlarına bile rahatlıkla küfredildiği şu düzende, birbirlerini fikirleri üzerinden kolaylıkla anlamadan dinlemeden yargılaması da kaçınılmaz elbet. Bu giderek büyüyen baskı etkileşimi olarak, yalnızlaşan insanların toplumununda,adeta masturbasyonu olan twitter'da bile kendini ifade edemeyecek hale ''gelebilme ihtimali'', daha öfkeli bir toplumu doğurabilir. Kısaca nasıl mı? İnsanlar yalnız,hayat zor,ekonomik sorunlar,geçinme kaygısı,yoz ilişkiler. Bunların hepsinin nefretini kustuğun bir mecra var diyelim,adı da Mahmut. Ve buradan keyif alıyorsun,gel zaman git zaman burası da bitti senin için,tadı kalmadı,aynı baskılar,aynı yafta,yargılama orada da var. Dökemiyorsun içini,gözünden akan yaşlar,ağlama duvarın olan bu platforma sekiyor,sana geri geliyor. Sonuç: Çok kıssadan hisse, kehanet yapıyorum,aldırmayın,zira kendi masturbasyonum bu,bir temeli yok,yazmak için yazdım. Neyse,sonuç: Kusulamayan her öfke içinde patlar.Başka bir deyişle; Sustukların büyür içinde.

Çok kızmış olsam da Alex De Souza bizlere birey olmak nedir çok iyi göstermişti aslında.Beğenmediği tasvip etmediği tüm durumları paylaştı dile getirdi ve işinden oldu..Kovulmayalım işimizden olmayalım diye fikirlerimizi beyan etmekten ödün vermeye devam ettikçe , yutkunarak kuracağımız ''bence bana göre''diye başladığımız cümlelerin sayısının artması kaçnılmaz olacaktır.

27 Mart 2013 Çarşamba

Bir Bilim Adamının Romanı

Başta sadece futbol üzerine lakırdı yaparım diye açmıştım bu mecrayı. Daha sonra çok beğendiğim ve hayata karşı duruşunu da -takımı hariç- hiç haddim olmayan bir biçimde takdir ederek uzaktan izlediğim Orhan Uluca'nın(Borges) da yaptığı gibi biraz "free" de takılsam mı diye düşünüyordum. Sonra vazgeçtim. Vazgeçmemin sebebi çok net üşengeçlik zira ne burası ne de günlük hayatta yaptığım planları ertelemekle geçiyor şu kısacık ömrüm. İleride bir farkı olacak mı peki? Hayır. Devam.

Okul döneminin hemen hemen başlarında Kadir Has Üniversitesi'nin Spor İletişim Sertifika Programı'nın sınavına girmiştim. Ne olur egoistlik ya da kendini beğenmişlik olarak algılanmasın ama hayatta ilk defa elimi attığım bir şeyi başaramadım. Daha önce en azından tam anlamıyla başarılı olamasam da kıyısından köşesinden kendimi tatmin edecek kadar "başarı" sağladığım şeylerin yanında bu başarısızlık, hele ki hayatımın geri kalanında profesyonel anlamda yapmak istediğim iş de olunca şevkimi inanılmaz kırmıştı. Beşiktaş'ın genel anlamda bir takipçisi olarak kalmaya başladım. Özel hayattaki bir takım değişikliklerin de geldiği o dönem olunca iyiden iyiye bir relakslık ve boşvermişlik çöktü başıma. Devam.

Daha sonra Twitter üzerinden -itiraf başlığı altında da yayınlayabiliriz bunu- prorroga Emre Çelik'in takip listesine bakıp birkaç işe yarar bilgi paylaşımında bulunabilecek insan bulurum ümidiyle dolanıyordum. Onun takip ettiği kişilerin en üstünde bu blogun diğer yazarı Ömer Ejder'in profilini gördüm. Sanırım Yeni Şafak Spor Editörü ya da (yanlışsam affet usta) o minvalde bir şeyler yazıyordu. Follow. Sağ olsun geri de döndü kısa süre sonra. Sohbet, muhabbet derken paslandığını belirtip bir yerlerde yazmak istediğini söylemişti. Gece gece hallettik. Tabii bunların hepsi faso fiso şeyler ama benim gaza gelmemi sağlayan olay oldu. Onun "yardırma" evresinde kendi kendime "Ulan adam yazdıkça yazıyor. Sen anca kıçının üstünde otur." deyip şahsıma gazı vermiş bulundum. Sonrası malum. Beşiktaşlı Bloglar Ağı'nda, Twitter'da, Facebook'ta, orada, burada sürekli ana sayfanıza tecavüz ediyorum/ediyoruz. Gün geçtikçe hiçbir beklenti olmadan çok keyifli bir biçimde bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Olduğu kadar. Şimdi "Ulan iyi zırvaladı." diyeceksiniz. O yüzden başa sarıyoruz.

Orhan Abi'nin blogunda arada sırada kitap cümleleri ya da o tarz paylaşımlarda bulunması; geçenlerde Ömer'in yedinci sanata dair muhteşem yazısının ardından ben de bir şeyler yapayım dedim. Kitap okumayı hobi olarak görenlerden değilim. Zira kitap okumak ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtır. Buna müteakip ben de arada sırada okuduğum kitaplardan acayip acayip şeylerle karşınıza geleyim diyorum. Evimde ne bir kütüphane var ne de şu ana kadar okuduğum kitapları saydım. Ne kendime güvenirim ne de kendimi yerin dibine sokarım. Ortalama bir okuyucuyum. Sonradan billur konusu olmayayım, şimdiden belirteyim.
                               
                                                                          ***



"...
Ben çocukluğumdan beri bir türlü düzelmedim doktor. Damdan düştükten sonra bir daha, dört yaşımdan beri tam olarak kendime gelemedim. Bugüne kadar bütün hayatım boyunca geçim sıkıntısı çektim sayılır. Borçtan çok korktuğum halde gün geldi asistanlarımdan bile borç aldım, bugün de borçluyum. İki kere dünya savaşı yaşadım, kara vagonlar içinde düşmandan kaçtım. Vagonun içinde sarılan halıya oturup bacaklarımı vagonun kapısından sarkıtarak bütün Anadolu'yu böyle gezdim gardaş. Sık sık hastalandım, leyli mekteplerin soğuk yatakhanelerinde gençliğimi yaşadım. Bu çocuk adam olmaz sözleri ile büyüdüm, gene tebdil hava için İstanbul'a gönderdiler beni. Umumiyetle kara ekmek devirlerini yaşadım, kaloriferli evi kırk yaşımdan sonra gördüm. Oysa bazı bitkiler için başka toprak gerekir. Ben de zannederdim böyle başka toprakta yetişseydim kuyumcu çıraklığı, eczacı çıraklığı yapmazdım, soba kurumları arasında evliliğimin ilk yıllarını geçirmezdim, üniversiteye yıllarca aynı palto ve elbiseyle gidip gelmezdim, her gün yemeğimi evden getirip gaz ocağında ısıtmak zorunda kalmazdım, yurt dışına yaptığım ilk seyahatte karımla birlikte güverte yolcusu gibi seyahat etmezdim. Ben gene kendimi kurtardım doktor; binlerce Mustafa İnan damdan düştükten sonra öldü, binlerce Mustafa İnan hala kuyumcu yanında, eczacı yanında çalışıyor. Bir profesör arkadaşımız treni ilk defa orta okul leyli meccani imtihanına giderken görmüş. Böyle bir imtihanın varlığını duymamış olsa babası gibi kundura tamircisi olacakmış.Her yerde herkese söyledim: Düşünmek çok enerji isteyen bir iştir. Düşünmek çok zor bir spordur. Futbolcuların kondisyonu için bu kadar para harcarken, bizleri neden kötü kondisyona mahkum ediyorsunuz? Bizim de kulüpler kurup başımızın çaresine bakmamız mı gerekiyor? Evet bu kadar amatör çalışmamız yeter; biz de artık profesyonelliğimizi ilan etmeliyiz, biz de orta yerde boy göstermeliyiz. Ben aylardır hastayım, üniversitedekilerin bile haberi yok. Oysa bir futbolcunun bileği incinse gazetelere manşet oluyor. Anlaşılan bizim fizik kondisyona ihtiyacımız yok. Bizler bir çöl ya da kutup bitkisi gibi en zor şartlar altında bile yetişebiliyoruz anlaşılan. Her yerde boy verip yükseliyoruz. Oysa bizim de yalnızca fizik kondisyona değil, daha nelere ihtiyacımız var: Bizim de sahaya, antrenöre, yabancı temasa ihtiyacımız var. Belki de gazetelerde bize tam bir sayfa ayrılmalı, bizim için de durmadan neşriyat yapılmalı; beynelmilel temaslardaki başarısızlığımızın sebepleri araştırılmalı. Ayrıca belki bizler, yani sizlerin tanımadığı bilim adamı takımı arada Macarları 3-1, Rusları 2-0 yeniyoruz da kimsenin haberi bile olmuyordur. Taçtan gelen topun ofsayt olmadığını bilen kalabalık biraz bunları da bilmeli. Türk güreşi durmadan gerilerken, Türk bilimi durmadan ilerliyor bunu duyurmalıyız millete..."

İstem dışı da olsa bugüne denk geldi. Macarlarla Kadıköy'de 1-1 berabere kaldığımız maçtan sonra. Bir turnuvaya veda ettiğimiz maçtan sonra. Belki de bilim adamlarına da fizik kondisyon yüklemeliyiz he İsmail Abi?

NOT: Oğuz Atay, Bir Bilim Adamı'nın Romanı - İletişim Yayınları

Ufuk Tolga Aldırmaz

26 Mart 2013 Salı

Aga Bu Nedir? #6-Erhan Güven'den İyi Topçu

Uzun zamandır bu blogu okuma zahmetine giren var mıdır ya da okuyup da bu postu da tıklar mı bilemiyorum lakin benim Erhan Güven'e olan "kinimi" en iyi bilecek insan işte odur. Dünya üzerinde futbolcu olmasına anlam veremediğim isimlerin en tepesindedir. Şaka değil, cidden halı saha maçı olsa çağırmam tabirine uyan profilin takendisi. Kendi futbol yeteneklerimin de ortalamanın felaket altında olduğunu ve kuracağım takımın ne denli "iyi" olacağını varın siz düşünün.


Başlıktaki "şişman" betimlemesine son derece uygun profil çizen ağabeyimizin topa olan hakimiyeti ve ilişkisi Erhan Güven'den çok daha iyi. O cüsse ile o kadar "ince" görüyor ki görüyorsunuz. Çok değil, on kilo vermiş hali Erhan'ın yerini rahatlıkla tölere eder.

İtin götüne soktum evet farkındayım ama kin bu. Geçmiyor. Mustafa Denizli'ye de saygılar. Aydın Bulut ile takas etmişti Ankara'nın Maradona'sını değil mi?

NOT: Mesaj kaygısına ağabeyi es geçmeyelim. Gece gece çok güldürdü. Helal olsun.

Ufuk Tolga Aldırmaz

23 Mart 2013 Cumartesi

Aga Bu Nedir? #5-Shane Smeltz

Dün oynanan Okyanusya Dünya Kupası elemelerinden geliyor görüntü. Yeni Zelanda ile Yeni Kaledonya karşılaşıyor. Şaka değil ama bu görüntü sonrası düdük gelmiyor:

Ufuk Tolga Aldırmaz

21 Mart 2013 Perşembe

Yürüyedur Inno!

Innocent Emeghara geçtiğimiz sezon ancak şu sıralarda başlayabildiğim o futbolcu gözleme hevesimin ilk göz ağrılarından biriydi. Açıkça söyleyeyim, Ligue 1'deki FC Lorient'te özellikle takip ettiğim Bruno Manga vesilesi ile Emeghara'nın oynadığı dakikalarda oyunu hakkında az çok yorum yapabilecek konuma geldim. Emeghara'yı yazımın konusu yapacak olan durum ise devre arası Serie A'da Siena'ya transfer olması ve kısa sürede beklenmedik bir çıkış yaşaması. Dile kolay, sekiz maça çıkıp beş gol iki asistlik bir karne tutturmuş durumda. Fena olmayan bir form grafiği de var. Sonu nasıl gelir bilemiyorum lakin Lorient eski Arsenallı Jeremie Aliadiere'in yanına ikinci bir hücumcu skorer sokamamanın sıkıntısını yaşarken elindeki değeri yollaması onlar adına başa vurma anlamına gelecekti. 
Bir ayağında Adidas, ötekinde Nike. Çünkü ona bireysel sponsorluk teklifinde bulunmamışlar.


Geçtiğimiz sezon on üçü ilk on bir olmak üzere yirmi yedi karşılaşmada beş gol iki asistlik performans sergileyen forvet, yaz aylarında İsviçre'nin olimpik milli takımına seçildi. Kulübü ile vay efendim gidemezsin, nasıl olur giderim tarzında hafif bir kapışmanın ardından kadro dışı bırakılma ile burun buruna geldi. Buna karşın kadro dışı kalmaktan ziyade oynatılmama cezası verildi. Sadece bir karşılaşmada Aliadiere'in yerine oyuna girebildi. Devre arası transferine garanti gözüyle bakılıyordu. Didier Drogba'nın Galatasaray'a gidişinin ardından Shanghai Shenhua onu transfer etmek istemiş. O ise "Çin'e gitmek için yaşım çok genç" diyecekti. Onun yerine kendisini kasetlerden izleyen bir sportif direktöre sahip olan Siena'nın yolunu tutacaktı. Sonuç malum. 

Emeghara çok yetenekli bir oyuncu değil. Buna karşın birkaç özelliği var ki bu seviyede tutunmasını o özelliklere ve hırsına bağlı. Buna karşın her zaman başarılı olmasını dileyebileceğiniz türden bir karaktere sahip. Nijerya asıllı İsviçre vatandaşı olan Emeghara'nın kendi ağzından yetişme şartlarını okuyabiliriz (kabul çevirmeye üşendim): 

"I grew up in a village near the Nigerian capital of Lagos. You cannot even begin to imagine what life was like there, with poverty and disease, but it proved to be the perfect gym. My mother moved us to Switzerland and it took a while to settle to the changes, but eventually I did. This country(İsviçre) has given me everything to develop into the player I am. It's thanks to Switzerland that I have risen to the top." 

NOT: Açıklamalar Corierro dello Sport'tan.

Ufuk Tolga Aldırmaz


Varkenoord



Hollanda'nın köklü kulüplerinden Feyenoord son yıllarda büyük düşüş içindeydi. Finansal problemler, kadro yapılanmasındaki hatalar, özellikle PSV'nin daha da ön plana çıkması vs. derken biraz göz ardı edildi. Ligi çok kötü sıralarda bitirdiler. 13 yıldır zirveye yerleşmekten çok uzaklar -geçen sezonki ikincilik hariç-. Net bir bilgim yok lakin bu onlar için bir rekor olabilir. Buna karşın bu sene geçtiğimiz periyottan çok daha iyi oldukları su götürmeyen cinsten. Lider Ajax'ın sadece bir puan gerisindeler. Çetin ceviz rakiplerin varlığına rağmen onları buralarda görmek güzel.

Gittikçe düzelen ekonominin yanında elin daha güçlü olması sebebi ile genç yetenekleri elde tutma olanağı daha yüksek. Kadrolarını da Varkenoord'dan çıkardıkları gençler ile kurma çabaları muazzam. Bruno Martins Indi, Stefan de Vrij, Jordie Classie, Daryl Janmaat ve hatta Miquel Nelom, Kelvin Leerdam, Tonny Trindade de Vilhenna gibi isimler ile heyecan yaratıcı oyuncuların sürekli işin içinde olması olayı daha albenili kılıyor. Bu oyuncuların yanında Jeffrey Bruma ve Kyle Ebecilio gibi EPL'nin üst düzel kulüplerinin radarına takılıp profesyonel sözleşme imzalatabilme avantajıyla elde edildiğini de es geçmeyelim.

Bu isimlerin bir de harmanlanma aşaması var ki onu da efsaneleşmiş futbolculardan Ronald Keoman üstlenmiş durumda. Teknik direktör olarak iyi işler yapıyor. Bakalım bu süreç nasıl gidecek? Dikkate değerler.

NOT: Varkenoord, son üç sezondur ülkenin en iyi akademisine Rinus Michels namında verilen ödülün sahibi oluyor.

Ufuk Tolga Aldırmaz

20 Mart 2013 Çarşamba

Aga Bu Nedir? #5-Martin Cacares

Abicim bu nasıl bir kaza? Fotoğraf çekilirken Cacares'in soğukkanlılığına ne demeli? Allah korusun kötüsünden diyelim lakin aklıma bu tip kanlı kazalarda istem dışı olarak İlhan Şeşen geliyor. İlgili haber linkini de şuradan okuyabilirsiniz. Neyse. Cacares'e de geçmiş olsun diyelim.


Ufuk Tolga Aldırmaz

Rabiot

En sağdaki kardeşimiz Rabiot


Adrien Rabiot, Paris Saint-Germain'in alt yapı mahsüllerinden birisi. Her ne kadar daha önce farklı akademilerde eğitim görmüş olsa da hatta Manchester City ile kontrat imzalamış olsa da kaderi PSG'de imiş. City'de İngilizler'in "homesick" dediği hatta bildiğim kadarıyla Jesus Navas'ta da var olan yabancı bir diyara adapte olamama sorunu onu da vurmuş. Sonra ülkesine geri dönmüş ve PSG alt yapısına katılmış.

Özellikle son dönemde Arap sermayesine satılan PSG ile "alt yapı" kalıbını aynı cümlede kullanman biraz(!) garip kaçsa da finansal fair-play ve git gide artan alt yapı trendi neticesinde yatırımlar oraya da gitmiyor değil. Camp des Loges'den son dönemde yetişen Mamadou Sakho'dan sonra 1995 doğumlu Rabiot'nun gelmesi bekleniyor. İlerleyen dönemde Sakho ile birlikte Rabiot'nun bir Iker Casillas, bir -teşbihte hata her zamanki gibi olmayacak- Steven Gerrard gibi bayrak taşıyan temsilcileri olacak diye bakıldığını hemen ekleyeyim. Buna karşın birden Newcastle United gibi Manş Tüneli'nin öteki ucundaki Fransa milli takımına giderse de şaşırmayacağım. Araplar'ın genel politikası ne olur bilinmez. PSG'de kalsa da kalmasa da yakın zamanda adını duyuracaktır. O yüzden şuralarda adı geçsin istedim.

Rabiot orta sahanın ortasında görev alıyor. Devre arasında Toulouse'a kiralık olarak yollandı. 3 Nisan'da on sekize girecek. Nasıl bir kariyere sahip olacak hep birlikte göreceğiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

19 Mart 2013 Salı

Gözlemcinin Not Defteri: #3 Victor Ibarbo




19 Mayıs 1990 Kolombiya doğumlu forvet Victor Ibarbo, Güney Amerikalı çocukların hemen hemen hepsinde var olan o klasik “futbol topu peşinde koşturma” hadisesi ile direkt olarak ilgiliydi. Nitekim şanslı olan kesimde yer bulması küçük yaşta sahip olduğu fiziksel özellikler ve atletik vücudu neticesinde doğal bir sonuç haline geliyordu.

Kaç yaşında girdiğini net olarak bulamasam da -tahminen 10-11 yaşlarında- alt yapı kademelerinde terlettiği Atletico Nacional formasının en genç futbolcusu olarak tarihe geçecektir. 18 yaşından gün alırken ilk resmi maçına çıkan Ibarbo özellikle hızı ve fiziği ile dikkat çekiyordu. Öyle ki bu hızını daha sonraları doğru kullanıp 100 metreyi on saniyede koştuğunu iddia edecekti.  

Nacional’de çıktığı 61 karşılaşmada beş gol 11 asistlik istatistik çizerek Kolombiya U-20 takımı ile uluslararası arenada boy gösterecekti. Burada da çizdiği olumlu profil onu Serie A’ya taşıyacaktı.  Şu an Cagliari’de forma giyen Ibarbo, ülkesinde kendisi gibi zamanında Serie A’nın bir başka takımına yolu tutan ve bir dönem Real Madrid forması da giymiş olan Freddy Rincon’a benzetilmekte. Cagliari’de ikinci sezonunu geçiren Ibarbo 63 karşılaşmada yedi gol atıp altı da asist yapmış durumda. Bu karşılaşmaların 30’unda ilk on birde başladığını da dip not olarak geçeyim. Gelişmekte olan bir oyuncu olması ve Avrupa’ya direkt geçiş yapan bir Kolombiyalı için sert bir ligde oynadığını da göz önünde bulunduralım derim.

Özellikler

Yukarıda 100 metreyi on saniyede koştuğunu iddia ettiğini belirtmiştim. Bu iddianın notere tasdik ettirilmiş(!) kanıtı var mıdır bilemem lakin sahada uzun bacaklarının da yardımıyla çok kısa sürede aldığı mesafeyi düşününce neden olmasın diyorum. Bu sebepten ötürü onun hanesine yazılacak en büyük artı hız konusunda olur.  Aynı zamanda Ibarbo, fuleli diye tabir edilen futbolcu tiplemesine de giriyor. Bunun yanında amiyane tabirle canavar gibi fiziği de görüldüğü kadarıyla ekmeğine yağ sürüyor. Hızı ile fiziğinin bir nebze getirisi olarak, bunun da yanında Serie A savunmacıların temasla savunma yapmalarını da avantaja çevirip takımına çok faul kazandırıyor. Faul almasını biliyor diyelim kestirmeden. Ayrıca fiziğin dezavantajı olarak görülen tekniğinin de onun için hiç de fena olmadığını belirtelim. Forvetin her noktasında oynayabilmesine karşın birincil pozisyonu santrafor. Buna paralel olarak top saklama özelliği ve hedef santrafor özellikleri pekiştirilmiş biçimde kendisinde mevcut. Buna karşın uygulamayı yaparsa çok iyi bir pres gücü olabileceğini düşünmekteyim. Buna karşın pek o taraklarda bezi yok ya da teknik direktörü bunu pek istemiyor. Teknik direktör demişken, Ibarbo’yu çizgiye yakın oynatma sevdası ile net biçimde ona ket vurduğunu izleyici olarak görebiliyorsunuz. Hızlı hücumlara çıkış ve kontralarda takım tarafından aranan ilk isim olması onu çizgiye iten dribling özelliği ile birlikte çizgiye gönderilmesinin ana sebepleridir diye düşünüyorum. Pres gücünün zayıflığının yanında eksik olan özelliği de net biçimde son vuruşlar. Son vuruşlarını geliştirdiği takdirde (teşbihte hata olmaz) Burak Yılmazvari bir çıkış yakalayabilir. Akıl almaz goller kaçırdığı görülmüştür.

İleride Nereye Gider?

Rincon misali Real Madrid’e sıçrayış yapabileceğini hiç sanmıyorum. Buna karşın Avrupa’nın başaltı takımlarında öğrenci konumunda olabileceği bir teknik adamın eline düşerse önü açılır. Eğer ondan önce yakalamaya çalışırım ve Türkiye’ye getiririm derseniz helal olsun derim. Becerebilirsiniz de. Hodri meydan.

Fiyat Aralığı Ne Olur?

Transfermarkt.com.tr’deki değeri üç milyon Euro. İyi pazarlıkla rahatlıkla üç milyona alınabilir derim. Hele ki oyuncuya Avrupa kozunu da sunarsanız. Taş çatlasa Cagliari yönetimi dört buçuk milyon Euro alır, futbolcuyu verir ki o taş çatlamaz.

Ufuk Tolga Aldırmaz




Aga Bu Nedir? #4-Arılar

Arılara birçok meleke atfedilir. Dünyadaki döngü için mihenk taşı olan canlılardan oldukları su götürmez lakin Brezilya Paulista Ligi'nde bu akıl almaz görüntü ortaya çıkmış. Yine o soruyu soruyoruz: Aga bu nedir?



Ufuk Tolga Aldırmaz


18 Mart 2013 Pazartesi

Aga Bu Nedir? #3

Twitter'da, orada, burada, şurada dolanırken gözüme çarpan şeyler bunlar sadece. Detay araştırmaya kalksak neler çıkacak bilemiyorum. 

Rusya'nın Çeçen takımı olan Terek Grozni sahasında Rubin Kazan'ı ağırladığı karşılaşmada hakem tarafından bir oyuncusu kırmızı kart ile oyun dışı edilirken Çeçenistan Devlet Başkanı "garip" Ramazan Kadirov stat hoparlörlerinden hakeme küfür ediyor: 

Haydi bu olmaz denilen olmuş sorun yok(!) ama arkadaş hakikaten bu nedir? Hakikaten efsane: 


Ufuk Tolga Aldırmaz

16 Mart 2013 Cumartesi

Gözlemcinin Not Defteri: #2 Sebastien Corchia




Sebastien Corchia 1 Kasım 1990 Paris doğumlu bir Fransız. Aynı zamanda İtalyan pasaportu da bulunan Corchia çifte vatandaşlık hakkına sahip. Buna karşın A milli takım seçim hakkını hala kullanmamış olsa da Fransız Milli Takımı'nda oynamasına kesin gözüyle bakılıyor.

Corchia doğduğu bölgenin takımı olan Rosny-sous-Bois'de futbol yaşantısına başlar. Henüz altı yaşında girdiği yerel kulüpten sekiz yaşında Villemomble Sports'a geçer. Buraya kadar pek önem arz etmeyen isimler bundan sonra önemli hale gelecek. Sadece İle-de-France bölgesinin en iyi gençlerinin girebildiği ve ülkenin en önemli futbol akademilerinden biri olan Clairefontaine futbol akademisine-Nicolas Anelka,Thierry Henry gibi önemli isimlerin yetiştiği akademi.Hatta Moussa Sow'u da dahil edebiliriz.- girme başarısını gösterir. Birkaç yerel takımla da maçlara çıktıktan sonra Paris Saint-Germain'in alt yapısına girmeyi başarır. Henüz on dört yaşındadır. On altı yaşına kadar burada kalmaya devam eder. Buna karşın 2006 yılında Ligue 2 ekiplerinden Le Mans'ın ciddi teklifini yarışmacı takımlarda boy gösterebilmek için kabul edecektir. 2009'da ilk resmi maçına çıkar. 2008-2009 sezonu boyunca dokuz, 2009-2010 sezonunda 35, 2010-2011 sezonunda 36 karşılaşmaya çıkacaktır. Başarılı ve istikrarlı geçen bu son iki sezonun ardından Ligue 1 ekiplerinden Sochoux'ya transfer olur. Transferin bedeli açıklanmasa da bir milyon Euro civarı bir para dillendirilmişti. Geçtiğimiz sezon ilk sezonunu yaşayan Corchia 31 karşılamada yer aldı. Bu sezon da neredeyse sektirmeden oynamaya devam ediyor. Kariyeri boyunca 181 maça çıkıp -ki bunların 100'ü genç yaşına rağmen Ligue 1'de- 8 gol ve 14 asist istatistiğini hanesine yazdırmıştır. Bunun yanında küçüklükten beri formasını giydiği Fransa Milli Takımı'nın alt yaş kategorilerinde elliden fazla maçta forma giydi. Ekstra olarak kariyeri boyunca direkt kırmızı kart görmediğini ekleyelim. 

Özellikler

Her şeyden önce çok istikrarlı bir isimden bahsediyoruz. Hiçbir ciddi sakatlık problemi yaşamayan ve agresif tavırları olmayan bir isim. Devamlılığın günümüz futbolunda ne denli önemli olduğunu düşünecek olursak ilk olarak bunu lanse etme gereği hissetmemi anlayışla karşılarsınız. Pozisyon bilgisi yüksek bir isim. Bunun getirisi olarak defansif aksiyonlarda yer tutuşunun hatalara mahal bırakmayacak düzeyde olduğunu göreceksiniz. Buna karşın 1.75 boyunda olması neticesinde yüksek toplarda ters kademeye girme konusunda sıkıntı yaşamasına neden oluyor. İkili mücadelelerde yere sağlam basmasına karşın yine aynı sebepten hava toplarını kazanma yüzdesinin son derece düşük olduğunu görüyoruz. Tabii bunlar bir bek için ne denli handikaplar oluyor orası muamma. Bunların yanı sıra defansif açıdan ele aldığımızda markaj yeteneğinin yeterli seviyede olduğunu ve bununla birlikte top kapma becerisine iyi seviyede sahip olduğunu gönül rahatlığıyla belirtebilirim. Öyle ki Ligue 1'in bu konuda en önemli ismi olan Paris Saint-Germain'li Christophe Jallet'nin maç başı ortalaması 2.8 iken Corchia'nın 2.4. Bunun yanında flaş transferlerden biri olan Gregory van der Wiel'ın ortalaması da 1.9. Ekstra olarak interception diye tabir edilen oyuncuyu engelleme, topla arasına girme ortalaması 3.2. Bu da onu bu alanda Ligue 1'in en iyisi yapıyor. Son olarak bir bekten savunma anlamında bekleyeceğiniz ölçütlerden biri olan top kaybı alanında liginin kendi mevkiisinde Gary Bocaly'nin ardından ortalama 0.1'lik bir fark ile ikinci sırada yer aldığını söyleyebiliriz. Son derece düşük bir oran olarak göze çarpıyor. 

Hücum özelliklerine gelecek olursak en önemli özelliğinin hızı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Patlayıcılığı ile de birleşince takımının hücum gücünün önemli bir payını alıyor. Bunun yanında dribling yeteneğinin üst düzey olması ve "koşu kalitesinin" de yüksekliği önemli. Topla bocalayan tiplerden değil. Önündeki partneri ile olan uyumu hücum bölgesinde pek önem arz etmemesine rağmen defansif organizasyon açısından dikkat edilmesi gereken bir husus halini alıyor. Bunun yanında topsuz oyunda henüz gelişimini pek sağlayabilmiş değil lakin iyi bir öğreticinin elinde önemli bir seviyeye ulaşabilir. Sürpriz koşuları ve şutlarının da çok ekmek yediğini söylemeden geçmeyelim.

Velhasıl kelam onun için komple bir bek diyebiliriz. Bunun yanında onu daha da "komple" yapacak noktayı sona sakladım. Corchia sol ayağını da kullanabiliyor. Bu da onu haliyle sol bekte de kullanılabilir bir hale sokuyor ki versatil hale gelmesi açısından önemli. 

İleride Nereye Gider? 

Fransa U-21 takımının kaptanı ve Clairefontaine etiketi ile ülkesinin büyük takımlarında yer alması iş değil. Avrupa'nın baş ve baş altı kulüplerine atlayabilecek mi asıl soru bu. Kesin konuşmaktan özellikle yazılarımda kaçınsam da onun önemli bir oyuncu haline geleceğine kalıbımı basabilirim. 

Fiyat Aralığı Ne Olur? 

Çok zor soru. Bu yaz bir transfer yapabileceğini düşünüyorum. Gareth Bale ve Neymar gibi oyuncuların uçuk rakamlar karşılığında transfer olacakları konuşulurken onun da değerini bir rakamı ile başlayan çift hanelerde görebiliriz. He olur da transfer olmaz bir sonraki yazı bekleriz. Elbet bir gün olacak.

NOT:Sıkıştıracak bir yer bulamadım.Kendine güveni üst seviyede. Bunun yansıması olarak frikiklerin veyahut penaltıların başına kendisini "atayabilir". Misal şurada.

Ufuk Tolga Aldırmaz

15 Mart 2013 Cuma

Böyle oynayacaksak çıkmayalım: Sağlığımız için!

Plzen'deki ilk karşılaşma öncesinde 11'leri öğrendiğimizde hemen herkes, hocanın büyük kumar oynadığını, Topal-Selçuk orta saha merkez tercihinin turun gitmesine neden olabileceği kara senaryolarını dillendirmişti. Plzen'de gerek taktiksel gerek bireysel olarak sezonun en iyi performansını vermişti Fenerbahçe. Yerinde gelen hamleler,doğru analizler, turu getirecek olan galibiyetin baş faktörüydü. Oyunu tutman gereken,temponun iniş çıkışına senin karar vermen gereken deplasmanda 'Böyle oynamalıyız'' dedirtmişti Aykut Hoca. Pek çoğumuzu da haksız çıkarmıştı.
Selçuk-Topal ikilisinin o günün şartlarında doğruluğuna hak vereduralım, seyircisiz de olsa kendi sahanda böyle bir tercihe,yarı sahana hapis futbolu tercih edeceğine inanmamıştım. Bir deplasmanda taktiksel başarı ile bizi utandıran Kocaman, çok geçmeden bu maçtaki kenar yönetimiyle,bizleri tekrar haklı çıkaracaktı.

Orta saha 3'lüsü
Sezon başından beri dile getirmekten usandım,dilimde tüy kalmadı. Selçuk/Topal ikilisinden birinin oynaması takdirinde orta sahada oluşacak mesafe ve pas trafiği sorununu bizler hesaplamaya çalışırken, bu iki kesici ve baskı altında hataya çok müsait profillerin beraber sahada yer aldığında oluşturduğu tabloyu anlatmaya çalışmak inanın hiç de kolay değil. Rakip ceza sahasına yönelmesi olmayan, karşılayıcı,,ayak kabiliyeti düşük Topal-Selçuk ikilisi ve önlerinde gamsız Baroni'yi koyduğun anda, takımın bloklar arası mesafesi 60 metreye varıyor. 2 kesicinin önüne, teknik düzeyi denizde olmayan gelgit'li Baroni'yi monte ettiğin anda, topla da dripling edip mesafe daraltamadıkları için, Sow'a giden her top duvara çarpar gibi geri geliyor. En azından topu durdurup,desteğe gelen arkadaşlarına pas çıkartacak kadar bile formda olmayan Sow'lu Fenerbahçe ilerisinden her top geri döndü. Ön alan oyuncularının statik olması, merkez oyuncularının pas trafiğine uygun olmamaları  nedeniyle, takım ritmi bozuluyor. Önde sağlanamayan ritimsizlik, ön alan oyuncularını da oyundan düşürüyor ve giden her top geri geliyor. Bunun karşılığında önde yakalanamayan tempo, bizlere taraftarlara kalp ritminde bozukluk olarak geri dönüyor.

Takdir-i ilahi
Hiç böyle laflar etmeyi sevmem,hayatının merkezine mantığı koymuş,mantık dışı her şeyi reddetmiş,daima nedenin arkasındaki nedeni sorgulayan bana bile bu lafları ettirdiniz ya helal olsun. Topal'ın şanssız sakatlığı belki de turun tehlikeye girmesini önledi. Mehmet'in sakatlığı sonrası Salih'in oyuna girmesiyle,canlanan Fenerbahçe orta sahası,Salih'in topla mesafe kat edebilmesi,ilk toplara yaptığı akıllı baskı ve pasörlüğü ile Sow-Yobo arasındaki uçurumu bir nebze de olsa daraltıyordu. Nitekim Salih'in oyuna girmesiyle çok ama çok kritik dakikada gelen gol soyunma odasında rahat bir nefes aldıracaktı oyunculara. O dakikaya kadar, savunmasını yay civarına konuşlandıran Plzen, manav göbekli Horvath ve Darida'nın önderliğinde oyunu dilediği gibi yönlendiriyordu.

2.yarıya ''tamam artık turu aldık'' rahatlığıyla çıkan Fenerbahçe'ye, aslında Plzen mesajı daha 45'te veriyordu. Savunmasını bizim yarı sahamıza kadar çıkaran Çek'ler,oyunu tamamen domine ediyor, ceza sahamız çevresinde dilediği gibi top akışı sağlıyorlardı. Nitekim Darida ile golü bulan Plzen, son 30 dakikada bizlere ecel teri döktürüyordu. Buradan sonrası malum, bildiğimiz senaryo, çok da anlatacak bir şey yok.
Kocaman bir hamle yapsan n'olurdu?
Az önce anlatmaya çalıştığım hususlardan ötürü, pas akışını sağlayamayan, Sow'u kaderine terkeden ve bir gamsızın ön alan servisine bakan Fenerbahçe'de Kocaman'dan bir değişiklik beklendi. Sow'un oyun ritminden kopuşu ve gündelik formundan çok uzak oluşu nedeniyle, giden her top duvar gibi geri geldi son 30 dakikada. Kendisine hamle bulunulduğu,alan savunulmadığı takdirde neler yapabileceğini dünyaya kanıtlamış Krasic'i kenara çekip,Baroni'nin yerine merkeze Topuz'u koymak,ilerleyen dakikalarda da fornsuzluğuyla takıma zarar veren Sow'u çıkarmak, onun yerine Kuyt'ı kontrada kullanmak, ilk etapta benim aklıma gelenler. En azından bir deneme,ya da kenardan kısa ritimli alkışlar yerine, oyuncuları ateşlesen,bir motivasyon örneği göstersen inan bize o da yeterdi be Hocam.
Baroni'nin evrimi
İlk geldiği 2 sene içerisinde takımın en zayıf halkası olarak gösterilen,yüksek ihtimalle 3 Temmuz süreci yaşanmasaydı takımdan gönderilecek olan Baroni'yi forvet arkası kullanmanın da nereden baksan ipe sapa gelir yanı yok... Tek adamın hareketliliğiyle gelişecek ataklara,ona bağımlı olmaya karşıyım diyerek,'' kolektif oynayacağız,antrenör takımı olacağız'' diyip,seçim vaadi gibi açıklamalarda bulunan Kocaman'ın Alex'in gidişinin ardından, bir B planının olmayışının kanıtıydı aslında Cris'den Alex yaratmak. Hatırlayalım Emre'nin geçtiğimiz sezon sahada azarlaya azarlaya oynattığı Baroni, nam-ı değer gamsıza saha içerisinde özgürlük tanırsan, o da kafasına göre oynar. Yanından geçen topa ayak uzatmaz,yarı sahayı da yürüyerek geçer. İşin mental kısımları bir yana, savunmanın önde basamadığı, orta sahanın da Topal-Selçuk'tan oluştuğu zaman, topla mesafesi olmayan,öne kreatiflik sağlayamayan ve günü gününe uymayan bir oyuncudan ön alandaki oyuncularını beslemesini beklemek fazlaca iyimser bence. Son olarak Baroni hakkında,  Güntekin Onay'ın bir sözü vardı. ''Orta sahada takımın hamallığı görevindeyken bile sorumsuzca kafasına göre oynayan, rahat karakterli,gamsız bir adama sen Alex özgürlüğü verirsen,o da bunu hemen kullanır''.. Basit ama açıklayıcı.
SALİH UÇAN
Adamlık çağına gelmiş oyunculara çocuk muamelesi yapıldığı ülkemizde, saha içerisindeki duruşu,kendinden yaşça büyük abilerini azarlayaşı,sorumluluk almaktan kaçınmayışı, ve kamera karşısındaki kendini rahatça ifade etme yeteneğiyle Salih Uçan, emsallerinden çok ama çok farklı bir konumda. Stresli,zorluk kat sayısı çok yüksek maçlarda çok rahat bir şekilde sahada bu şerefli formanın hakkını veren 19'luk yıldızın, ilk 11'de olması için daha ne yapması lazım bilemiyorum. İlk topa çok doğru zamanda akılcı baskı yapan, kadife ayaklarıyla top dağıtan,oyunun her iki yönünü de çok iyi oynayan Salih'in ihtiyacı olan tek şey, 11'leri yazarken ilk başta onu yazacak akılda ve futbol cesaretinde bir hoca. Salih'den çok bizim ihtiyacımız var buna.
Bir parantez de Kuyt ve Volkan'a
Öncelikle kaptanım,en güzel anlarmızın baş mimarı Volkan,sana laf etmek hiç içimden gelmiyor. Fenerbahçe sevginin,takım için neler yapabileceğin,neler de yaptığının sonuna kadar bilincinde olarak,2 laf etmek istiyorum hakkında. Sakat sakat oynuyorsun sezon başından beri biliyorum,soluna gelen her topta leğen oldun,görüyorum.Ama kurbanın olayım soluna da gelen gol oluyor sağına da.Performansın,formun ölümcül kritik eşikte olduğumuz şu zamanlarda takımı yakacak cinsten,nitekim yakıyor da.Ameliyat ol kurbanın olayım,sana küfretmek hiç istemiyorum. Jöleli o disco bodyguard kılığından,başkan içeride olduğu için sakal bırakan,takıma abilik yapan 'bayrak adam' duruşu gösterdiğin 3 Temmuz'a binahen,kurbanın olayım ameliyat ol ya da buna bir çözüm bul.

Mr.Duracell
Sana ne diyeyim ki,senin yaradanına kurban olayım,saçın teli olayım. Öyle yürekten,öyle gönülden oynuyorsun ki,sahada senin azmini görmeyip,sana laf sallayanlarla kafa kafaya kavgaya girerim,sen var ol.Büyük yürekli profesyonel!

Kocaman Yürek Lazım



Deplasmandaki karşılaşmanın sonucunda Aykut Kocaman'ın teknik ekibi ile birlikte doğrularını bir bir sayıp bu arenaya ne kadar hakim bir futbol oynamayı öğrendiklerini ve bunu takıma empoze ettiklerini dillendirmiştim. Hakikaten birçok noktadan eleştirdiğim Kocaman, sezonun genelinde bu konuda ben dahil hemen herkesi duman ediyordu. Buna karşın ilk maçta alınan skor avantajı neticesinde Viktoria Plzen'in nasıl oynayacağı uzağa gitmeden daha önceki turlardan ve  uzağa giderek geçtiğimiz yılın Avrupa arenasındaki karşılaşmalarından çıkarılabilecek sonuçlar ile gayet netti: Defanstan bekler ile top çıkar. Dinamik ol. Horvath'a gereken yardımı götür. Ters koşular yap. Pas aralarına gir. Rakibin en zayıf noktası olan defanstan top çıkaramama aksiyonunu değerlendir; orta saha ile bağlantılarını kes. Nitekim bu sabah bahis oynamadan önce kendi kafamda maçı bu şekilde oynayıp ona göre kendi çapımda bir taktik belirlemiştim. Bunları benim düşünebildiğim noktada Aykut Kocaman'ın tepkisiz kalabilmesi akıl karı kaçmıyor.

Mehmet Topal-Selçuk ikilisinin top yapmada sınırlı olan becerisi ve Cristian'ın hakikaten bugün Fenerbahçe taraftarına hak verecek kadar vurdumduymaz oynayışı neticesinde genel bir aksaklık yaşanıyordu. İlk maçtaki gibi bir senaryo ile oynanamayacağı belirli olan karşılaşma bu açıdan Viktoria'nın lehine gitmeye başlıyordu ki Allah yukarıdan Zeus misali yıldırımını yolladı. Tabii ki bu işin goy goyu ama mecburi değişiklik haline gelen Topal-Salih değişikliği aslında Fenerbahçe'nin saha içinde arayıp da bulamadığı bir oyuncu tiplemesinin sahaya atlamasına neden oluyordu. İlk olarak Horvath'ın etkinliğini genel baskı odağını düzelterek kırdılar. Bunun yanında Salih'in bağlasan durmaz özelliği olan dikine gitmeleri neticesinde muazzam devam koşusu ve Horvath'ın yaşının getirdiği handikaplardan birini yaşaması neticesinde Fenerbahçe adına gol geldi. Hem de çok güzel bir dakikada geldi. 

İkinci yarıda yaşanan rahatlık ve bazı futbolcuların -Sow gibi- günlük performansının kendi vasatının altında kalması ile Fenerbahçe gevşek bir oyun göstermeye başladı. Bunun yanı sıra Viktoria'nın önde baskı dozajını arttırması ve Fenerbahçe orta sahasının gerekli reaksiyonu gösterememesi neticesinde tehlikeli anlar yaşanmaya başladı. Volkan'ın da "Oğlum çok da hata yapasım var nasıl yapsak?" diye düşünmeye başladığı(!) dakikalarda Darida'nın golü işi çok daha yokuşa sürüyordu. Dakikalar geçtikçe Aykut Kocaman'ın farklı oyun planı ve tercihlerine kapalı olması neticesinde "gelemeyen" hamle belki de turun gitmesine sebep olacaktı. Yakaladığı şansları değerlendiremeyen Viktoria çok önemli tecrübeler ile veda ederken temsilcimiz Fenerbahçe yarın çekilecek kurada rakibini bekleyecek.

Nasıl ve nerede olursa olsun futbolun doğruları belirli kalıplarda gizlidir. En azından naçizane fikrim bu yönde. Johann Cruijff'un da dediği gibi "Futbol basit oyundur; ancak zor olan futbolu basit oynayabilmektir.". Aykut Kocaman'ın gözüne artık batması hatta deşmesi gereken Salih gecenin yıldızı oldu. Misalen Salih futbolun net "doğrularından biridir".  Beşiktaş ile adı anıldığı günden beri incelediğim, takip ettiğim hatta büyük bir ilgi ve beğeni ile izlediğim Salih bir kez daha beni yanıltmadı. Fenerbahçe ve Türk futbolu çok büyük bir değere sahip. Farkında olmak lazım. Bir de onu sahaya sürecek "kocaman" bir yürek lazım. 

NOT: Oynadığım bahis yine tutmadı.

Ufuk Tolga Aldırmaz

14 Mart 2013 Perşembe

Aga Bu Nedir? #2



Gal Kadın Futbol Ligi'nin puan durumunu dikizlediniz. Bilemiyorum belki de üstünkörü geçtiniz bir lakin sonuncu takımı  Caerphilly Castle Ladies'in yediği gol sayısına özellikle bakmanızı rica ediyorum.

Ayın onunda yapılan karşılaşmada ligin ikincisi konumunda bulunan Cardiff Metropolitan Ladies'e 43-0 yenilmiş bir takımdan bahsediyoruz. Lig boyunca yedikleri 219 gol ile belki de bu alanda bir rekor kırmış olabilirler. Sadece on lig maçı oynadıklarının da altını çizmek gerekir diye düşünüyorum. Aynı zamanda takımın tek golünü atan hanımefendiyi de merak ediyorum. Bir hayli fazla hem de. Normalde kalecilerini merak etmem gerekir lakin kalecisiz bu maçlara çıktıkları kesin. Aksi şaka olurdu yoksa(!). 

Ufuk Tolga Aldırmaz

13 Mart 2013 Çarşamba

Gündeliğin pratiği: Şarlken mezarında ters döndü


Nereden başlasak,şu yorgun bünyeyle bu tarihi başarıyı nasıl anlatsak. Detayları,kimi ne şekilde yendiğine bakılmaksızın, Schalke'yi on binlerce seyircisinin önünde Veltins Arena gibi bir mabedde 3-2 yenip elemek,çok büyük başarı. Öncelikle kutlayalım ve bu sezon Schalke'nin Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk mağlubiyetini ( Sanırsam ) aldığını hatırlatalım.
Hiç şüphesiz ki herkes ilk kadroyu gördüğünde, makina gibi çalışan Schalke kanadının, lüks tüketimi transferlere yer bulma çabasından dolayı sürülen kadro yapısında Galatasaray'ın solunu nasıl parçalayacağının komplo teorisini üretti. En azından ben buna tanık oldum.
Normal şartlarda gösteremeyeceği düzeyde bir grafik sergileyen iç-kanat oyuncularının gündelik azmiyle gelen bir zafer...
Bu geceki zaferi getiren gündelik başarıda bence aslan payı Fatih Hoca'nın,değişiklik zamanlaması,kenar motivasyonu,mecburi 3'lüyü oynatma durumundan doğacak sıkıntıları,rakibin de zaafı olduğu bölgelerle tokuşturup fırsata çevirmesi. Şu düzeyden sonra, Keller gibi basiretsiz bir hocaya da Schalke gibi, forvetiyle savunma kalitesi  arasında uçurum olan bir takım gelmez. Artık elveda,ama çok da  büyük bir helal olsun.


ANALİZ
Dünyanın motive etmede eşine rastlanmayan teknik adamı olarak tanımladığım Fatih Terim'le yaratılan gündelik gazla gelen bir zafer olarak tanımlıyorum ben bu geceyi. Son derece yeteneksiz bir teknik direktör olarak gördüğüm Jans Keller, Terim'in maçtan bir gün önce ''Sneijder-Drogba-Burak'ı bir arada oynatacağım,büyük maçlar büyük oyuncularla kazanılır'' gözdağından da korkmuş olacak ki,mücadeleye G.Saray karşısında Anadolu takımı gibi başladı. Neustader-Höger takoz kesici ikilisi ile, 3.bölgeden ön alan hareketlilerine servis yapmaya çalışan Schalke, teknik olarak yetersiz olan bu oyuncularla,top kayıpları yaşadı. Sneijder'in henüz 10 dakikada 3 top çaldığı mücadenin ilk yarısında, G.Saray rakip sahada cirit atarken, merkez oyuncularının pek çoğundan yetenekli olan, (asıl mevkisi ön liberodur) Matip ile Farfan-Draxler-Bastos 3'lüsünü topla buluşturdu. Kuqki'midir nedir,onu her topla buluşturduğu pozisyonda,sırtını dönüp çevresine servis yapmasını bekleyerek,takımı öne atma planında olan Schalke, ilk 15 dakika içerisinde, sahasına hapis görüntü çizse de G.Saray'da 'uyarı' sinyalleri veriyordu. Nitekim 17..dakikada Drogba'nın sırtına çıkarak, karambol yaratan Neustader, golü buldu.
Gol sonrasında daha akıllı bir görüntü çizen sarı-kırmızılılar, ceza sahası çevresinde kurduğu set hücumlarıyla zorladığında hataya müsait olan Schalke merkezinden kapılan toplarla, stoperler Höwedes ve Matip'e zor anlar yaşattı. Yay çevresinde 4-5 pas yapıp Drogba'nın pivotluğuyla kendini öne atan orta saha 3'lüsü şut denemelerinde bulunurken, Hamit cenabetliğini kıran golü kaydetti. Bu nereden bakarsan bak epik bir goldür. 
Sezon boyunca 8 kere direkten topu dönen Hamit,yine bir diğer bilardo golüyle,doğup büyüdüğü topraklarda golü buldu. 
37 ve sonrasında kaosu futbol ekolü yapmayı başarmış Terim'in öğrencileri , Almanların yaşadığı şoku çok iyi değerlendirip stoper-kaleci A.Ş mallığında bir Burak golüyle 2'yi attı.
SNEİJDER
Galatasaray'ın sisteminde yer bulmak için çok zorlandığı,tüm takımın başarısını riske ettiği Sneijder,ilk yarının en etkisiz ismiydi. Sneijder-Riera kanadının zaaflarının farkında olan Keller, Uchida-Farfan,arada oraya deplase olan Draxler ile G.Saray solunu otoban eyledi. Oyunda kaldığı 70 dakika boyunca kademe kovalayan Sneijder,oyundan alınırken,dili dışarıda,zor soluyordu.
Pukki verse..
Huntelaar'ın yokluğunda santrforda görev alan Kuqki'yi, 3.bölgeden gelen servislerle besleyip,onun servisinde ön alan hareketlilerini topla buluşturma hedefinde olan Schalke, Finli oyuncunun, pas sağlayabileceği pozisyonlarda şut tercih etmesi nedeniyle, elde edebileceği skordan oldu bence. 
2.yarı
2.yarının ilk 5 dakikasına da etkili başlayan G.Saray Burak'la bir gol fırsatından yararlanamazken, o dakikadan sonra sahada bir Draxler fırtınası eser oldu. Henüz 19 yaşındaki oyuncunun, Avrupa'nın en elit oyuncu seviyesine göz kırpışını izledik bir yandan da. Topla hareketlenirken,çevre kontrolünü mükemmel seviyede yapması, ayakta kalmayı tercih etmesiyle,sonuna kadar pozisyonu zorlayan Draxler, Schalke'de skora isyan eden tek adam görüntüsündeydi.
Sneijder'in de yorulmasıyla, kanatlarda at koşturan Draxler, Semih'in de sol kademeye girdiği bir pozisyonda, birkaç dakika sonra gelecek sakatlığın sinyalini de veriyordu.
62.dakikada o ana kadar Schalke'nin pek çok kişi tarafından en zayıf noktası olarak gösterilen Pukki'nin ceza sahasını karıştırıp,karambol oluşturduğu pozisyonda, Uchida'nın pasında boş kaleyi bulan Bastos, son 30 dakikada Türkiye'de artacak olan kalp hastalıklarının da habercisi oluyordu.
Sahada gol atmasından çok, takımı hareketlendirmesi beklenen Pukki'nin her ilk topa dokunan adam olmasıyla, ön alan oyuncularını daha aktif kullanmaya başlayan Maviler, kalesinde Taffarel'leşen Muslera'yı geçemedi. Türkiye'de 1 maçla ulusal kahraman haline gelen Uruguaylı, 20 dakikalık dilimde Çanakkale geçilmezi oynadı.
62 dakika boyunca Osmanlı atak yapar mantığında performans sergileyen Galatasaray, o dakikadan sonra Çanakkale geçilmeze geçiş yaptı. Yine pek çok kişi 55 sonrasında Sneijder'i çıkarmalı, kanat almalı,değişiklik talepi tweet'lerini atıyordu.Ki tam da burada Fatih Hoca, üstadlığını konuşturdu ve değişikliği bekletti. Galatasaray yenen talihsiz gol haricinde, 60-80 arasındaki oyunu, merkez orta saha oyuncu profillerinin '' pasör ve iç-kanat'' prototiplerinde olmasından ötürü, kurduğu pas trafiği, yardımlaşma ve üst düzeyde motivasyonla, çok yararlı geçirdi bence. Kenarları kovalamaktan bitkin düşen Sneijder'in 45-60 arasında pasörlüğünden iyi yararlanan Terim, yerine Amrabat'ı alarak hem iyi hem de kötü bir hamle yapmış oldu bence. Schalke sağ kanadının Amrabat tehditinden ötürü kontrollü çıkması, oyuna katılımını azaltması iyi faktör. Kötü faktör: O dakikaya kadar, Schalke savunması oyunu önde oynayamazken, merkez baskısının Drogba'nın da yorulmasına paralel olarak düşüşe geçmesiyle, oyunu daha önde kurar oldu. Burak'ın pres anlamında yetersiz kalması ( Ki tekrar edelim,bu yüzden yedek kaldı ) nedeniyle yerini Umut'a bırakması, Drogba'nın ofansif orta sahaya kadar gelerek, servis yapma planı, Terim'in taktiksel başarısı olmakla beraber,  savunmasını ileriye çıkaran Schalke'ye de bir tehdit sundu. Amrabat'ın çizgiden teke tek yakaladığı kontralarda, fişi çekecek fırsatlar yakalamışken pas opsiyonu açmayarak,PSV'den neden Kayseri'ye geldiğinin kanıtı tercihlerde bulunması, ülkede kalp ritim bozukluklarının artmasını sağlayacaktı.Son dakikalarda, hava hakimiyeti yüksek olan Gökhan Zan'ın sakatlanan Semih'in yerine oyuna dahil olması, bir yandan da iyi bir durumdur. Son dakikalarda oyun doldur boşalta dönerken, gelen topları iyi savuşturan Gökhan, 90+5'de gelen golün de müjdecisi kafayı vuruyordu. Son saniyede gelen kontrada Selçuk'un en doğru anı bekleyene kadar hamlede bulunmaması, ve muhteşem bir zamanlamayla ayağından pası çıkarması, fiyatını 2'ye katladığı gecenin de sosu oluyordu.
Tebrikler Galatasaray

Aga Bu Nedir?

 

Abicim şu futbol sahasında çok acayiplikler gördüm görmesine de hiçbiri bunun yanına bile yaklaşamaz.



İsviçre'nin Grasshoppers kulübü St.Gallen ile oynayıp 3-1 kazandıkları karşılaşmada iki şanslı taraftarına çok acayip bir deneyim yaşatmış. Şaka gibi hakikaten.


Ufuk Tolga Aldırmaz

Günlük Performans ile Gelen Tur



Maç sonunda Hamit Altıntop'un muhteşem açıklamaları vardı lakin dikkat çekici olan pasaj aynen şöyle idi: "Bu tip karşılaşmalarda kalitenin yanında günlük performanslar da çok büyük önem arz ediyor.". Hamit haklıydı. Tıpkı ilk karşılaşmada "günlük performansı" daha iyi olan tarafın Schalke 04 olduğu gerçeği gibi bu gece de top Galatasaray'daydı. İki tarafın da ligde -görece- iyi gittiği dönemlerde bu momenti ellerine alması kesinlikle ilgi çekici bir durum haline geliyordu.

Fatih Terim'in UEFA Kupası'nı ülkeye getiren taktiğine benzer bir sisteme elindeki oyuncu havuzunun kalitesini kullanarak geri dönmesi gece için önemliydi. Özellikle ilk karşılaşmada Galatasaray'ın amiyane tabirle kanatlardan anasını ağlatan Schalke'nin karşısında üç merkez özellikli orta saha ile çıkıp sahayı ile parsellemek büyük değer arz etti. Hele ki maç öncesi Wesley Sneijder-Burak Yılmaz-Didier Drogba "korkutucu" üçlüsünün de sahada olacağını açıklayıp psikolojik baskıyı da kurma çabasına girmesi meyvesini Schalke'nin oyunu tutma çabasına girmesini sağladı. Açıkçası net biçimde bir üstünlükten bahsetmenin hayal ürününden öteye gitmediği dakikalarda yenilen duran top golü de Galatasaray'ın savunma anlamında kalite yoksunluğunu gözler önüne serebilecek örneklerden sadece biri haline geliyordu. Üç kere dönen topu ceza sahanıza düşürme gafletine düşerseniz, cezayı keserler. Nitekim öyle de oldu. Burada önemli olan golden sonra proaktiviteyi gösterip sinmemekti. Galatasaray da tıpkı Schalke'nin golünde olduğu gibi Hamit ile biraz afaki de olsa gösterebildi. Burada önemli olan şutlarında sürekli direkleri döven Hamit Altıntop'un topu alınca kafasını kaldırıp kaleyi düşünüyor olması. Ardından mükemmel bir zamanda gelen Burak'ın golü de bir anda karşılaşmanın toz pembe bir hal almasına mahal bırakıyordu.

İkinci yarıda bu sefer skoru koruma çabasına giren Galatasaray olunca defansif kalitenin defosu tekrar baş göstermeye başlayacaktı. Melo'nun fazlaca defans hattına sokulması ile birlikte kaybolan defansif bloklar neticesinde kalede görülen pozisyonları beraberinde getiriyordu. Burada suç elbette ki Melo'da değil. Kanatlardan bastıran Schalke'ye karşı hamle Amrabat'ın oyuna girişi ile gelecekti. Tam zamanında dönülen 4-4-2 formasyonu oyunun tölere edilmesini sağlayacaktı. Devamında Fernando Muslera'nın enfes kalecilik performansı Galatasaray'ı oyunun içinde tutacak ve turun gelmesini sağlayacaktı. Bu bağlamda son dakikalarda gelen golün başlangıcını akıllı biçimde yapan Muslera'nın turu getiren baş faktörlerden olduğunu söyleyecek olursak fazlaca Muslera diloluğu yapmış olmayız.

Velhasıl kelam, Galatasaray çeyrek finale adını yazdırarak Türk futbolu için önemli bir başarıya imza attı. Bundan sonrası büyük ihtimalle gelmeyecek. Ünal Aysal'ın göreve geldiği süreden beri takımın aldığı yolu düşünecek olursak ilk etapta bu başarı zaten kendi değerinin yanında hiç de azımsanmayacak bir hal alıyor. Burada en büyük eleştiri de transfer politikasına gidecek. Sol bek kısmını haydi geçelim. Kaliteli bir stoperin takıma kazandırılması ile bu takım belki yakaladığı hava ve şanslı bir kura ile daha iyi yerlere gelebilirdi. Gelebilirdi diyorum çünkü artık iş çok zor. Kağıt üzerindeki en kolay rakibinizi yakalayabilmek için bile kırk fırın ekmek yemelisiniz. Tabii ki bu şu aşamada düşünülecek şeyler değil. Galatasaray taraftarı haklı gururunu yaşamalı. Devamı sonra konuşulur.

NOT:Formasyonların ne kadar önemli olduğu ve sadece birer sayı dizisinden ibaret olmadığı umarım bu gece anlaşılmıştır.

Ufuk Tolga Aldırmaz

11 Mart 2013 Pazartesi

Kurtuluş, Patlama ve Şimdi Umut Işığı




Schalke 04 Jens Keller ile birlikte mikro düzeyde bir kaosun içine daldı. Devre arası Dubai’de gerçekleşen kampın ardından Bundesliga’da FC Bayern karşısında yaşanan 5-0’lik hezimet de bu kaosun en son noktasıydı.

Üç hafta önce TT Arena’da Jermaine Jones’un golü ile 1-1 berabere kalırken aslında temsilcimiz tabiri caizse ölüyü diriltiyordu. Aynı zamanda Jones’un ekstra performansı ile beklenmedik kahraman oluyordu. Bu maçta cezası nedeniyle yer alamayacak olması onlar adına bu sürecin en büyük eksisi olacak. Bu performans aslında Julian Draxler, Joel Matip, Sead Kolasinac tercihleri gibi arayışa giren Jens Keller’in de çıkış noktası olacaktı. Fortuna Düsseldorf’a karşı ligde oynanan karşılaşmada iki gol ile performansını süsleyen Matip; daha sonrasında Wolfsburg’u 4-1 yendikleri karşılaşmada Draxler’in “kariyer maçına” çıkması ve performansını üç golde etken olmakla süslemesi de Keller’in elini kuvvetlendiren performanslar halini alıyordu. Ekstra olarak Tottenham’a transfer olan Lewis Holtby’nin yeri nasıl doldurulur diye düşünülürken Keller’in Draxler’den onun bölgesinde bu verimi alması da önemli bir cevap niteliği taşıyacaktı.

Bu periyodun bir takım cevaplar ve somut puanlar ile geçilmesinin ardından Veltins Arena’da Borussia Dortmund’a karşı çıkılacak 142. Ruhr derbisine büyük umutlarla çıkılacaktı. Draxler, Matip ve Kolasinac  yine iyi performanslar çıkarıp Keller’in yeni kurduğu düzenin sarsılmasını engelleyecekti. Jürgen Klopp’un makine düzeninde işleyen takımına karşı seyircisi önünde gelen derbi galibiyeti Schalke taraftarını daha çok “havaya” sokacaktı. 

Girilen hava ve yakalanan form grafiğinin yanında bir de kadrodaki eksiklere değinmeliyiz. İlk maçın yıldızı ve Keller’in sisteminin olmazsa olmazı olan Jones yok. Yerine kim oynar açıkçası bir yorum getirmek istemiyorum. Neden sebep? Çünkü ilk maçtan önce yazdığım yazıda belirttiğim noktalarda Keller beni ofsayta düşürmüştü. O yüzden bekleyip görelim derim. Aynı zamanda Huntelaar da sakatlığı nedeniyle sahadaki yerini alamayacak. Huntelaar’dan çok Jones’un rakibi boğabileceğini düşünüyorum lakin eksiklere rağmen muhteşem bir taraftar topluluğunun önüne çıkacaklar.

Galatasaray’ın işi hiç de kolay olmayacak. Tur öncesi belirttiğim o mental üstünlükler bir bir Schalke’nin eline geçmiş durumda. Dortmund derbisinde alınan galibiyetten sonra yerel basında atılan bir başlık şöyleydi: “Kurtuluş, Patlama ve Şimdi Umut Işığı”. Schalke tarafı o umut ışığını ışık huzmesine çevirmek için avantajlı. Galatasaray’ın en büyük artısı ise tahminimce Gençlerbirliği maçının ilk bölümündeki oyun olacaktır. Fatih Terim’in tekrar kulübede oturacak olması da önemli. Basketbol terimi ile oyuncular karakter koymalı. Özellikle Türkler. Fenerbahçe’nin Plzen deplasmanına çıkmasından önce de aynı cümleyi kurmuştum; Zor mu? Çok zor. Olabilir mi? Neden olmasın.

Yarın gece Türk futbolu için önemli bir köşe taşı geçilebilir. Hep birlikte izleyelim. 

Ufuk Tolga Aldırmaz 


10 Mart 2013 Pazar

Kan Kusup Kızılcık Şerbeti İçtim Diyeceğiz



Beşiktaş bir kez daha lider olma veya liderin ensesine yapışma şansını tepti. Kırılma maçlarını almak bu takım için kabir azabından hallice lakin bundan öncesi ile dün geceyi ayırıyoruz.

Tek beklentinin "az buçuk" iyi futbol olduğu sezonda Beşiktaş'ın en kötü oynadığı karşılaşmada dahi bir heyecan bir futbol kırıntısı aksediyordu. Rezillerin oynandığı maçın sonunda dahi "Ulan bu Holosko da bugün ne koşmuş be!" veyahut "Abicim çocuklar ellerinden geleni yaptı. O kahpe yuvarlak bir türlü girmedi dönüşünde de golü yedik. Sağlık olsun." minvalinde cümleler kurup aslında kan kusup kızılcık şerbeti içtik diyerek yolumuza devam ediyorduk. Feda denildi bir kere. Taraftara takımın arkasında durmak yakışırdı. Hele ki sahadaki mücadeleyi de görünce kaybedilen her maçtan sonra inanın üzüntü maçın sıcaklığında kalıyordu. Çünkü takım bir şekilde Beşiktaşlılık normlarına uyuyordu. İstek, ısırma en önemlisi de "emek" oluyordu. Gel gelelim dün akşamki maça. 

Dün akşam Mamadou Niang dışında bir tek isim tam konsantre değildi. Net biçimde görülenlerin başında bu geliyordu. Ardından boş vermişlik, vurdumduymazlık gibi hiç de bu takımın emaresi olmayan ve garipsediğim ruh halleri göze çarpıyordu. İşte can sıkan da buydu. ,

Maçtan önce "umut" etmiştik. Milyon tane ayrıntı var demiştim. O milyon tane ayrıntının birkaçına takılmak suretiyle umutlar sekteye uğradı. Olsun hala o umutlarım devam ediyor. Evvel zamanda yakın olduğum bir arkadaşımla ters düştüğüm konu buydu. "Umut öldürür insanı." demişti. Saçmalıyorsun demiştim. Belki de o haklıydı. Hiçbir sonuçta fark etmeyecek. Yine kan kusup kızılcık şerbeti içtik diyeceğim. İlerleyen günleri hep birlikte göreceğiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

9 Mart 2013 Cumartesi

Umut

2002-2003 sezonunda gelen yüzüncü yıl şampiyonluğunun ardından muhteşem bir atmosfer vardı. Kaç yaşlarımda olduğumu gecenin bu saati net biçimde hatırlayamıyorum. Biraz da uyku var mazur görünüz. O atmosferin ardından futbolla fazla ilişiği olmayan ama iyi de bir futbol izleyicisi olan baba bey oturduğumuz binanın altındaki dükkanı sadece maçların izlediğin bir kafe yapma girişiminde bulundu. Sandalyeler alındı, çay ocağı kuruldu, dev ekran yerleştirildi ki bizim sokağın aşağısındaki kahveci Hasan Amca'nın ekranının neredeyse bir bir buçuk katıydı. Digitürk anlaşması da yapıldı. Her şey hazırdı.

Babadan miras olan o Beşiktaşlılık pek belli etmese de kendisinde de heyecan yaratıyordu. İşler başta iyi gitmese de Beşiktaş iyi gidiyordu. Manevi anlamda sorun yoktu. Yeni açılmıştı ne de olsa ticarethane. İnsanların ayağının alışması gerekiyordu. Ligde haftalar ilerliyordu. Beşiktaş hala iyi gidiyordu. Hasılat hala yoktu. Net hatırlıyorum. Digitürk senetleri zor çıkıyordu bırakın hasılat yapmayı. Sorun yoktu çünkü Beşiktaş hala iyi gidiyordu. Babamın iyi Beşiktaşlı olduğunu da bilen mahallelinin neredeyse tüm Beşiktaş taraftarını da çekiyordu bizim fakirhane. Bir de Cemal Amca vardı. Yaklaşık altmış yaşlarında en baba Beşiktaşlıyım diyenini cebinden çıkarırdı. Şişman kelli felli bir adamdı. Göbek kendinden önce gidiyordu. Herkesin yüzler gülüyordu ta ki Samsunspor maçına kadar. O günden sonra her şey tersine gitti. Kafenin geliri yükselmeye müşteri çoğalmaya başladı. Çaylar desen gırla. Yüzdeki sırıtmalar da yok oluyordu yavaş yavaş. İlk haftadan sektirmeden her Beşiktaş maçına gelen Cemal Amca da ortalarda gözükmüyordu. Sonra öğrendik ki hayatta en çok bağlı olduğu değeri, Beşiktaş'ını öyle görmeye dayanamamış kalp krizi sonucunda vefat etmişti. Allah rahmet eylesin, büyük adamdı.

Gel zaman git zaman Beşiktaş hep kötüye gitti. Bizim işler de "Çok şükür der gibi" idi. Artık gelen Beşiktaşlı sayısı 10-15'i geçmiyordu. Derbi galibiyetleri, günlük başarılar yüzlere tebessüm getirse de yere atılan çekirdek kabuklarını süpürdüğümüz gibi o tebessümleri de süpürüyorduk sanki babamla. Çok varlıklı bir muhitte de yaşamadığımızdan ani sevinçler de yitip gidiyordu işte bir bir. Zaman geçiyordu yine. Hiç unutmam Ali Sami Yen'de Delgado'nun atıldığı ve ağır yenilgi aldığımız o maç sonunda babama "Sen de bu dükkanı açtın açalı gün yüzü görmedik be baba." demiştim ağlamaklı. İçerlemişti baya. Lise çağındaydık o zaman kendisine bir bira bana da kola ısmarlamıştı halletmiştik hesabı. Sonra o sezonun sonu geldi, malum. Şampiyonluk geldi. 2008-2009... Çifte kupa hem de. Denizli deplasmanında takım şampiyonluk turu atarken bir sezon önce peder beyin yaptırdığı sinevizyon perdesine bakıyorduk bu sefer. Mağrur bir gururla. Babam sanırım yandan beni kesiyordu. Hayatımda ilk defa adam akıllı bir şampiyonluk görmüştüm çünkü. Büyük ihtimalle aklında o gün söylediğim cümle de vardı. Bir şey söylemedi. Bir şey söylemedim. İlk defa öyle sarıldık birbirimize. Belki de sevgisini göstermeyi bir gram beceremeyen adamcağızın bahanesi oldu o. Bilemiyorum ama o günü unutamayacağım. E malum Beşiktaş'ın sık şampiyon olmadığı yıllarda da bu sahnenin tekrarlanması pek olası olmadı. O günden beri bir burukluk var içimde. Acaba bizim aramızdaki baba-oğul ilişkisi gibi ne köprüler kurdu bu değer? Acaba neleri değiştirdi?

O yüzden bir umut var içimde. Bu sezon en uzak olduğumuz sezondu belki de. Bu sezon en olmayacak sezondu belki de ama olabilir. Bu takım her şeyi yapabilir. Fenerbahçe maçının sonunda, Trabzonspor maçının sonunda yere yığılırken, Gaziantepspor karşılaşmasının sonunda ağlayan Hilbert'in göz yaşında olduğu gibi buruk bir duygu patlaması var. Çok dolduk bu sene. Çok şey biriktirdik. Daha çok kenetlendik. Daha iyiye gidiyoruz. Milyon tane ayrıntı var elbette biliyorum lakin Beşiktaş en zor anda dimdik ayakta durmayı öğretti bana. Eminim ki size de. O yüzden haydi be Kartalım. Bir umut on hafta sonrasını bekliyoruz.

NOT: Babam şampiyonlukla açtım, şampiyonlukla kaparım deyip bir daha açılmamak üzere o kafeyi kapadı.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Gözlemcinin Not Defteri: Andrea Bertolacci



Bertolacci 11 Ocak 1991 yılında İtalya'nın başkenti olan Roma'da dünyaya geldi. Küçük yaşta AS Roma'nın alt yapısına dahil olan Bertolacci, yavaş yavaş yükselmeye başlar. Profesyonel adımı da attıktan sonra Serie B takımlarından Lecce'ye kiralanır. Lecce'de altı maça çıkan genç yetenek takımına bir asistlik katkıda bulunur. Takımı Serie A'ya yükselirken FM oynayanların iyi bileceği co-ownership anlaşması ile bonservisinin yarısı Roma'dan alınır. On maçta attığı dört gol dikkatleri çeker. Özellikle Juventus'a karşı sonradan girip attığı galibiyet golü önemlidir. Ona ilk kez forma şansı veren Luigi De Canio görevden ayrıldıktan sonra onun için şunları söyler: "Andrea büyük bir kariyer için her şeye sahip. Yaşına göre olgun bir isim. Ona mümkün olduğunca forma şansı verdim. Umarım Lecce onun bonservisini de alır." Daha sonra Lecce'de bir sezon daha geçirip yirmi sekiz maçta üç gol üç asistlik performans gösterir. Genç yaşına rağmen sürekli çabalar. Bu sezonun başında ise ona ilk kez güvenen De Canio ile sezona başlayan Genoa'ya transfer olur. Sezona Zdenak Zeman ile başlayan Roma, Zeman'ın isteği doğrultusunda Panagiotis Tachtsidis karşılığında  2.5 milyon Euro ve De Canio'nun ısrarı üzerine Bertolacci'yi de verir. Bu sezon yirmi maçta sahada yer alan Bertolacci üç gol dört asiste daha şimdiden ulaşmış durumda.

Bertolacci'nin kariyerinin genel hatları böyle. İstatistiklerden de az çok kestirildiği gibi Bertolacci orta sahanın göbeği orijinli bir oyuncu. Buna karşın forvet arkası, ikinci forvet ve sol forvet gibi mevkiilerde de görev almış. Naçizane fikrim onun orta sahanın her bölgesinde oynamayı kaldırabilecek bir futbolcu olduğu yönünde. Tabii ki zorunluluklar dahilinde olunduğu zaman. 

Özellikler

Bertolacci iki ayağını da iyi seviyede kullanabiliyor. 1.79 boyunda ve 75 kilo. Güçlü bir fiziğe ve çevik bir yapıya sahip. Bunun neticesi olarak ikili mücadeleden kendini sakınmıyor. Kendini göstererek oynama tabirine uyan bir profil çiziyor. Bunların hepsine karşın atlet diye tabir edilen oyuncu sınıfına kesinlikle girmiyor. 

Fiziksel özelliklerinin yanında artılarına bakacak olursak en net biçimde söylenebilecek şey iyi bir pas istasyonu olduğu. Kısa ve orta mesafeli paslarında hata yaptığını nadir görüyorsunuz. Oyunu enine açmayı çok seviyor ve bunu iyi de beceriyor. Dikine attığı paslarda genellikle santraforunu ya da forvetini koşturma yolunu seçiyor. İyi anlaştığı bir partnerle acayip bir ikili olabilirler. Genoa'da yaşça diğer oyunculara göre çok küçük olmasına rağmen saha içinde onlara sürekli uyarılar yapıp kendini oyun içine atma peşinde. Bu da sorumluluk alma çabasında ve liderlik eğilimi olduğunu gösterir ki önemlidir. Ekstra olarak oyun bilgisi her İtalyan gibi ve taktik düzenin dışına çıkmayı sevmeyen bir yapısı var diyeyim siz anlayın. Bütün bunları bir kenara bırakacak olursak bana göre en önemli özelliği basiti gerçekten "basit" oynaması. Çok gösterişli bir oyuncu değil. Görev adamı gözüyle bakmak yanlış olmayacaktır. 

Eksiler hanesine gelecek olursak kendi hakkında verdiği bir röportajda da altını çizdiği gibi hız, hız, hız. Söylediğine göre hızlanma çalışması yapıyormuş. O bir nebze derdine çare olur ama en üst klasmana çıkmasına engel olabilecek bir dert. Bunun yanında hava toplarında vasat bile değil. Duran toplar kullanılırken kendisini ön direğe atması suratta tebessüm bırakan cinsten. Kısa ve orta mesafe paslarını o kadar övdükten sonra eksik hanesine uzun mesafe paslarını yazmazsam eksiklik hissederim. Bu yılki pas yüzdesi 78.8. İnanın hata payının oluştuğu kısım uzun paslardan ötürü. Çalışıp giderilebilecek eksiklik. Fazla dert edinmeye gerek yok. Son olarak yüzdeli şut kullanmasına rağmen bazen denememesi benim gözüme battı diyebilirim. Buna ne kadar eksik diyebilirseniz, size kalmış. 

İleride Nereye Gider? 

İtalyan milli takımının alt yaş kategorilerinde tüm seviyelerde forma giymiş bir isim Bertolacci. İtalya'nın baş takımlarına gidecek potansiyele sahip lakin orada kalıcı olup olmayacağını da bu eksiklerini kapatması belirleyecek. Yurt dışında İngiltere ve İspanya'da tutunabileceğini pek zannetmiyorum. Baş altı takımların hedeflerini rahatlıkla kaldıracaktır lakin oyun temposu onu şu haliyle zorlar. Ülkemize gelse getiren çok temiz iş yapar lakin sanmıyorum. Göreceğiz. Umarım beni yanıltmaz Bertolacci.

Fiyat Aralığı Ne Olur?

2-4 milyon Euro civarı. Sezonu nasıl bitireceği çok önemli. 

NOT: Unutmadan belirteyim, toplamda 78 mücadeleye çıkmış olmasına karşın ilk on birde yer alma sayısı henüz 39. Sayıların biraz düşük kalmasının sebebi de budur. 

DİP NOT: Bertolacci, taraftarlar tarafından Roma Akademisi'nin son yıllarda yetiştirdiği en yetenekli futbolcular arasında gösterilmekte.

Ufuk Tolga Aldırmaz


8 Mart 2013 Cuma

G.Saray - G.Birliği= Atana mı,atamayana mı?


Daha önceki yazdığım yazılarda da değindiğim, sıklıkla Galatasaray'ın mevcut sorununun temeli olarak dayanak sunduğum, lüks tüketimi transferleri bir arada oynatma çabası Galatasaray'ı 3 puandan daha etti.
Kısaca maç özelinde konuşacak olursak, Drogba'nın yokluğunda, 4-4-1 ve 4-2-3-1 arası değişkenlikte bir dizilişle sahaya çıkan sarı kırmızılılar, Gençlerbirliği'nin de 2.bölgeden pas servislerine müdahale etmemesi,rahatsız edici hamlelerde bulunmaması nedeniyle, özellikle ilk 20 dakikada, savunma arkasına koşularla çok etkili oldu. Mevcut orta saha profillerinin, topla hareket yetisinin düşük, pasör oyuncular olması, mobilizasyon yada, duvar olucak bir forvetle yay civarı konuşlanabilen profillerde olması nedeniyle, oyunun özellikle ilk yarısı savunma arası, hedef oyuncunun önüne atılacak paslarla geçti. Galatasaray'ın bu paslarda oldukça da başarılı olduğunu belirtmek lazım. Kaçırılan onca golden biri gol olsa,şu anda başka şeyler de konuşuyor olabilirdik,mümkündür.Ama bu yakalanan pozisyonları,kolaylıkla sağlamak biraz da misafir ekibin, önde basmaması ve yay civarı Selçuk ve Sneijder'in servislerine izin vermemesinden kaynaklanıyordu. Gençler adına da, tempolu ve sezonun belki de en istekli mücadelesini gösteren sarı kırmızılıaları hızlı hücumlarda yakalayarak gol fırsatları aramak ana hedefti. Hızlı hücumlarda, forveti besleyecek ön orta saha oyuncusunu topla buluşturmada başarılı olsalar, Dany'nin de yokluğunda giderek ağırlaşan G.Saray'ın önde kurulan savunmasını cezalandırabilirlerdi.Nitekim 60.dakikada gelen gol haricinde bu taktiği iyi değerlendirdiklerini söylemek çok ama çok iyimser olur. Maç boyunca çok kötü oynadıkları şu karşılaşmadan 3 puanla ayrılmaları bir futbol mucizesi olarak da söylenilebilir.
Golden hemen 3 dakika önce Sneijder - Umut ve Emre - Amrabat değişikliği yapan Terim-Davala artık her kimse, çift forvete dönüş yaparak,pek de kimsenin yorumlayamadığı bir hamle yaptı. Emre'nin iç-merkez oyuncu profili itibariyle, orta alana da desteğinin olması ( Sneijder de dahil ), yerine Amrabat gibi çizgiye mahkum bir ismin girmesi, G.Saray'ın merkez baskısının azalmasına sebep verdi.
Gole kadarki hızlı hücum denemeleri hemen yay civarında karşılanan G.Birliği, hızlı hücumda, sağ kanatta Vleminckx'in duvar-servisiyle topla buluştu. İçeriyle çok başarılı bir orta gönderen, ( adını unuttum şimdi ) eleman, Belçikalı'ya orta değil pas verdi. Aynı güzellikte topa kafayı vuran,Vleminckx tek pozisyonda gol nasıl atılırın dersini verdi.Golün hemen sonrasında 65.dakika Hamit'i çıkarıp Drogba'yı alan, G.Saray o dakika sonrası, doldur boşalta dönerek,2 yıldır pas oyununun güzel bir örneğini sunduğu Süper Lig'de, amatör futbol havası estirdi. O tartışmalı penaltıya kadar suni tehlikeler dışında atak dahi bulamayan G.Saray, hakemin eyyamcılığıyla bir lütüf yakaladı. Tanrı inancı olan biri değilim ama takdir-i ilahi midir,nedir anlayamadım,Beckham vari dağlara vurdu.O topu dağlara vurur,zemine küfreder,biz ağlardık..Maçın öyküsü bu kadar.Sonrası kabulleniş ve F.Bahçe-Beşiktaş'a bu sezon bilmem kaçıncı kez sunulan fırsatın başlangıcıydı.
Ha bir de unutmadan,Hamit kardeşim,hamama mı gidiyorsun,ne yapıyorsan yap artık;Böyle cenabetlik olmaz,yazık insanları verem ettin.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...