27 Temmuz 2013 Cumartesi

Dikkat! Patlayıcı madde içerir/Cenk Ahmet Alkılıç


     Bir büyüğünün "Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna meşin yuvarlak ile tanışmış hemen hemen her erkek çocuğu bir kereye mahsus olsa bile "Futbolcu olacağım" demiştir.Cenk Ahmet Alkılıç'da bu şekilde cevap veren çocuklardan sadece biriydi.Fakat o cümlenin başında "Babam gibi" betimlemesini ekleyenlerden.Zira kendisi Galatasaraylı Bülent Alkılıç'ın oğludur. Babasının Galatasaray'da oynamış bir futbolcu olması ona kariyerinde avantaj mı yoksa dezavantaj mı sağladı bilinmez ama Cenk Ahmet "Babamın üzerimde büyük emeği var" diyor.

  Cenk Ahmet Alkılıç altyapı eğitimini Galatasaray'da almış daha sonra o zamanlar Galatasaray'ın pilot takımı konumunda bulunan Beylerbeyispor'a geçmiş ilk profesyonel sözleşmesini 07.02.2006 tarihinde bu kulüpte atmıştır.Beylerbeyisporla profesyonel olarak başarılı iki buçuk sezonun ardından o zamanın 1.Lig ekiplerinden Altay ile anlaşmış,burada 2 başarılı sezon geçirmesine rağmen son sezonunda takımının ligden düşmesine engel olamamıştı.Beylerbeyispor ve Altay formaları ile sağ tarafta hem bek hem açık olarak mücadele etti.Gösterdiği performansla birçok Süper Lig ve 1.Lig kulübünün dikkatini çekmişti fakat o tercihini memleketi Rize'den yana kullanıp Çaykur Rizespor'a imza attı.Burada daha çok verim verdiğine inandığım sağ ön tarafta forma giydi ve özellikle kendisinin 2.sezonu olan Çaykur Rizespor'un şampiyon olup Süper Lig'e çıktığı 2012-2013 sezonu 33 maçta 10 gol attı 5 de asist yaptı.(Ayrıca Alkılıç gösterdiği performans sayesinde A2 Milli Takımına davet edildi ve 4 karşılaşmada boy gösterdi.)

 
    Şimdi Cenk Ahmet'i Süper Lig'de izleyeceğiz.Oyun stilini birine benzeteceksek bu sene Süper Lig'de harikalar yaratan Karabüksporlu Ahmet İlhan Özek ismini söyleyebiliriz.Hızı,oyun zekası,bek oynamanın verdiği tecrübe ile takım savunmasına olan katkısı ve çok kritik golleri ile adını duyabiliriz onun.

   Cenk Abi'nin Süper Lig oynayacak olmasının etkisi de farklıdır ben de.Evet yanlış okumadınız "Abi" dedim.Çünkü Süper Lig'de izleyeceğimiz Cenk Ahmet benim için Erdil Koleji'nin okul takımda Çamlıca'nın o kumlu sahasında izlediğim adamdan başkası olmayacak.


 Buğra Kaan Süer

 

 
















26 Temmuz 2013 Cuma

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git

Başlıkta orijinal ismini gördüğünüz doksanların bilmem kaçıncı yılında basılmış olan Susanna Tamaro'nun "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" adlı romanını bitirmiş bulunmaktayım. Açıkçası çoğunuzun şu an kitabın adını okurken oluşturduğu "Çok feminen be abi!" ön yargısına ben de sahiptim. Bu ön yargımda annemin yıllar önce okuyup, geçtiğimiz sene Aslıhan Pasajı'na giderken "Oğlum şu kitabı da al da bir daha okuyayım." baskısı minvalinde bir çıkış yapması da etkendir, yalan yok.

Olabildiğine yalın, hatta yalından da öte bir dille yazılmış olan kitap bir anneannenin okumak için Amerika'ya yolladığı torununa yazdığı mektuplardan oluşuyor. Bu mektuplar genç torunun kibirli dönemlerine denk geldiğinden ötürü öldüğünde ona ulaşacak şekilde tasarlanıyor. Hayatının saklı kalmış noktalarını anlatıp yalnızlığını paylaşan anneannemiz arada çok büyük nasihatlar da vermiyor değil.

İtalyan Edebiyatı'nın yakın dönemdeki en önemli yazarlarından biri kabul ediliyormuş Tamaro. Ses getirmesi bakımından da en etkili eserlerinden biri bu eser. Hatta şöyle de bir durum var, Yüreğimin Sesini Dinle adlı yapıtı ile bir devam kitabı da yazmış. Ölen anneannemizin yerine bu kez torunun bakış açısından olaylar anlatılıyormuş. Açıkçası beni hiç etkilemeyen, etkilemesi için anaç duygulara sahip olmanızın gerekliliğini savunduğum bu kitabın devamını merak etmiyor değilim. Neden sebep? Çünkü kitap bitince biraz havada kaldığı izlenimini uyandırıyor. Devamını okuyalım bakalım derim. Yakın zamanda edinelim.

Olur da bu blogu es kaza okuyan bir dişi varsa, kitabı okusun. Pozitif ayrımcılık yapıyorum, yanlış anlaşılmasın.

NOT: Umberto Eco'ya yakın zamanda geçiş yapmayı düşünüyorum. Yorumları okuduktan sonra umarım beni hayal kırıklığına uğratmaz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Endülüs'te Bir Rakkas: Kevin Gameiro

La Liga'da 2010-2011 20 gol yedi asist, 2011-2012 14 gol dört asist, 2012-2013 26 gol dört asist ve tüm sezonlarda toplam 267 maçta 122 gol 39 asist yapmış bir adamdan bahsediyoruz: Alvaro Negredo...

Geçtiğimiz hafta 25 milyon Avro karşılığında Manchester City'e geçen Negredo bana göre net iyi bir golcü. Geçtiğimiz yıllarda Endülüs ekibini sırtlaması ve takımının attığı gollerin hemen hemen yarısını karşılayan isim olması son derece dikkat çekici fakat 25 milyon onun için golcülüğü kadar iyi rakam. Arap sermayesinin liberal düzende daha bir "serbest" dolaştığı bu transfer ile bir kez daha iyi  bir biçimde anlaşılıyor. 

Negredo'nun gidişi ile Sevilla'da taşlar yerinden oynadı. Geçtiğimiz sezon takımın başına geçen Unai Emery, transferlerde başarılı bir politika güdüyor. Çok yakından takipçileri olmamama rağmen hakikaten rasyonel transferlere imza attıkları aşikar. Negredo'nun gidişi ile yerinden oynayan taşlar Carlos Bacca, Raul Rusescu ve son olarak da Kevin Gameiro'nun transferi ile bir bir yerine oturmaya başladı. Bacca'nın Brügge forması ile  ligde 25 maçta 22 gol dört asist ve Rusescu'nun da 34 maçta 21 gol dokuz asistlik performans çizmiş olması ne kadar etkili isimleri kadrolarına kattıklarının bir işareti. Bunun yanı sıra yine Arap sermayesinin Paris Saint-Germain'i satın alması ile hak etmediği bir muameleyi görüp unutulan Gameiro ise 18'ini sonradan oyuna girmiş olmasına rağmen 25 maçta 8 gol bir asistlik performans çizmiş olup, oranladığımız zaman Negredo'nun Sevilla'dakinden daha yüksek bir dakika/gol ortalaması tutturmuş olduğunu görüyoruz. 108 dakikadar bir gol atan Gameiro bir tarafta 121 dakikada bir gol atan Negredo diğer tarafta. "Negredo'nun bu kadar iyi bir golcü olduğunu düşünüp nasıl olur da Gameiro ile bu transferi kotarabilirsin?" sorusuna cevabım ise hazır: Mesele Gameiro'nun haddinden fazla yok sayılması. Benim özellikle bu yazıya başlamadan önce savunmayı planladığım tez ise Gameiro'nun beklenen çıkışı Emery'nin ellerinde yapacağı yönünde.

Açıkçası transfer aklı olarak şu üç isim bile beni tatmin etmeye yetti ve arttı. Bu isimlerin yanına takımın zayıf karınları olan bek ve stoper mevkiilerine gelen transferler de dikkat çekici. Ekstra olarak Chelsea'den kiralanan Marko Marin'in ise tam unutulmaya yüz tutmuşken böyle bir seçeneğe yönelmesi önemli. Velhasıl kelam, yeni lider Kevin Gameiro. Başarılar çocuk! 

NOT-1: İstatistikler whoscored.com ve transfermarkt.com.tr'den alınmıştır. 

NOT-2: Başlıkta "Endülüste Raks" adlı Yahya Kemal Beyatlı şiirine atıfta bulunulmuştur. Edebiyat özelinde sanata saygı diyelim.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Aga Bu Nedir?: #24 Biz de Taraftar Mıyız Be?

Vahid Cehaja adında bir Boşnak Bayern taraftarı, Inter ile oynanan Şampiyonlar Ligi Finali'nin ardından kendi kendine bir karar alır: "Bayern beşinci kez Şampiyonlar Ligi'ni kazanırsa yürüyerek Münih'e gideceğim."

Cehaja'nın bunu yapması için bu sezonki süper performansı beklemesi gerekiyordu. O kupa kazanıldı. Bugojno'dan Münih'e yürüdü. Sözünü tuttu. 42 gün boyunca yürüyerek Barcelona ile oynanan Uli Hoeness Kupası kapsamındaki Barcelona karşılaşmasında Allianz Arena'ya vardı. Alttaki fotoğraf da hastanede çekilmiş bir fotoğraftır. Manyaklık parayla değil ya?


Şimdi soruyorum, biz de taraftar mıyız be?

Ufuk Tolga Aldırmaz

25 Temmuz 2013 Perşembe

Fazla Malın Getirdiği Sorun

Özellikle ülkemizde meydana getirilen tartışma ortamlarından en popüleridir "X ve Y yan yana oynar mı?" sorunsalı. Yakın dönemde Alex-Tümer, Sergen-Tümer, Ricardinho-Delgado gibi soruların sorulması benzer tipte iki oyuncu kadroda bulunuyorsa elzemdir. Özellikle rahmetli Kazım Kanat'ın favori tartışma konularından biriydi, mekanı cennet olsun.

Paris Saint-Germain'in geçtiğimiz günlerde büyük bir meblağ karşılığında(o kadar büyük ki anımsayamıyorum) kulübe kattığı Edinson Cavani de beraberinde aynı soruları Fransız basınına sordurttu: "İbrahimovic ve Cavani yan yana oynar mı?"

İşin aslı ,sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, oynamak mecburiyetinde. Nasser Al-Khelaifi'nin dile getirdiği bir cümle vardı. Hatta biz buna aba altından sopa göstermek de diyebiliriz: "Edinson'u Zlatan ile birlikte oynasın diye aldık.". Laurent Blanc'ın işi kolay olmayacak. Hazırlık maçlarında 4-2-3-1'e adapte etmeye çalıştığı takımında Cavani'ye yer açmak zorunda. Real Madrid'e geçen Carlo Ancelotti'nin geçtiğimiz sezon uyguladığı 4-2-2-2 sistemi aslında bunun için biçilmiş kaftan gibi duruyor. Bunun yanı sıra bir diğer seçenek 4-2-3-1'de Cavani'yi sol forvet olarak değerlendirmek. Uruguay teknik direktörü Oscar Tabarez'in Konfederasyonlar Kupası'nda benzer bir uygulamayı yapışı taze bir örnek olarak karşımızda durmakta. Hatta bir örnek de sanal dünyadan vereyim, PES'te yaptığımız gibi İbrahimovic'i daha sarkık oynatıp ileri uca Cavani'yi yerleştirebilir.

Fazlaca şans mevcut. Avrupa'nın en skorer 4-5 isiminden ikisi takımda iken çare tükenmez diye düşünmekteyim. Buna karşın kadro şişmeye başladı. Laurent Blanc'ın zaten eğreti bir biçimde takımın başına getirildiği aşikar. "Big Boss" Zlatan'ı memnun etmek birincil görevi. Fransa Milli Takımı'ndaki Blanc değil de Bordeaux'daki Blanc Paris ekibinin başına geçtiyse Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finalin ötesinin görülmesi iş dahi olmaz. Keyifle bekliyoruz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Ta-Ta!

Barcelona Tito Vilanova'yı "hayatının maçına" yolladıktan sonra tez zamanda bir teknik direktör bulmak zorundaydı. Marcelo Bielsa, Jupp Heynckes, Luis Enrique, Frank Rijkaard, Frank De Boer ve Gerardo Martino'nun isimleri geçti. Çoğu hakkında bir fikre sahip olmama rağmen Garardo Martino namı diğer Tata hakkında Wikipedia sayfasındaki bilgiler haricinde en ufak bir fikrim bulunmuyordu. Bu pek de anormal bir şey değil, kamuoyundaki genel durum Twitter üzerinden anladığım kadarıyla böyle. Buna karşın sadece beni dağlayan bir durum mevcut. Barcelona'nın duraklama girdiğini inkar eden tayfadan değilim. Hatta üstüne üstlük bir de kötü bir yönetim mentalitesine sahip olduğunu düşünüyorum. Elbette bir Beşiktaş gibi yakından takip ettiğim, iç yapıyı bildiğim söylenemez lakin genel olarak takındıkları tavır ve olaylar karşısındaki etkilere gösterdikleri/gösteremedikleri tepkiler bunu söylememde etken.

Neyse, konuyu fazla dağıtmayalım. Biraz araştırma yaparak Tata'nın geçmişine eğildiğimizde ilk göreceğimiz sanırım Marcelo Bielsa etkisi oluyor. Bu çizgide Güney Amerika'da yaptıkları azımsanacak düzeyde şeyler değil gibi gözüküyor. Barcelona başına atanan hiçbir teknik direktörün yapmayacağı hata olan sistemi bozmak bir kenara dursun aksine seçimin arkasında bir akıl olduğu görülüyor. Her ne kadar Lionel Messi'nin baskı yaptığı yazılıp çizilse de Tata'nın oynattığı sistem Barcelona'nın sistemi ile net uyuşuyor. Özellikle Ignacio Scocco'yu neredeyse tam anlamıyla Messi gibi kullanması, Sergio Busquets gibi bir çapayı sahada bulundurup top dağıtımında önemli bir rol enjekte etmesi, kullandığı beklerin geçiş oyunlarını çok iyi oynaması gibi noktalar söz konusu. Ayrıca Bielsa'dan miras aldığı pas ve pres mentalitesi de elbette büyük önem arz ediyor.

Velhasıl kelam, Pep Guardiola ve Tito Vilanova seçimlerinin ardından spektaküler bir seçim gelebilme ihtimali açıkçası beni korkutmuştu. Tito'da yarım kalan "dünya futboluna sunma işlemi" tıpkı Pep gibi Tata'da da oluşur diye umuyorum. Barcelona'nın bu tarz riskler alması ise ayrıca irdelenmesi gereken bir konudur diye de düşünmeden edemiyorum.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Aga Bu Nedir?: #23 Kız Var Beyler Yapmayın!

Allah affetsin, çok acayip bir biçimde güldüm videoda doğruya doğru. Sevgili dostum İbrahim Tilki ile genellikle orta okul yıllarımızın(farklı okullarda okusak da ve hatta o yaşlardaki her gençte ortak kalıptır) vazgeçilmez "mevzu" söz kalıbıdır: "Kız var lan yapma!". Şu sıralar büyük bir goy goy malzemesine dönüştürmemize rağmen Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ABD-El Salvador mücadelesi esnasında yaşanan bu kavga çok acayip. Kaçışan ablayı tutup atan ağabey daha da acayip, buyurun:



Semt çocuğunun kavgalardaki en etkili silahı olan kemer ABD'de de boy gösteriyor. Sonradan gelen ağabeyin de "Yetti lan kavganız!" deyip kafalara şaplak geçiren müdür yardımcısı-esnaf ayrımındaki adamdan da bir farkı yok. Hakikaten çok acayip bir kavga kültürümüz var, yalan değil. He bunların arasında Türk var mıdır? Şaşırmam...

Ufuk Tolga Aldırmaz

Aga Bu Nedir?: #22 Yaşasın Domates Suyu!

Kagome bir Japon domates suyu üreticisiymiş. Tadı nasıldır bilmem, deneyenler söylesin, ama rezalet bir reklam olduğu kesin.

Manchester United'ın Uzak Doğu Turu esnasında çekilen bu reklam filmi "Aga Bu Nedir?" dedirtiyor.

Bu arada, yıllar önce İlhan Mansız o diyarlara gittiğinde bu tarz saçma sapan bir reklam filmi çekmişlerdi. Ne reklamıydı hatırlamıyorum lakin o da berbattı. Bu konuda baya kötü sanırım çekik gözlü kardeşler.


Ryan Giggs'den çıkan "guk" sesi daha bir doygun, daha bir yaşlı belirteyim. Fark etmemek elde değil gerçi(!).

Ufuk Tolga Aldırmaz

23 Temmuz 2013 Salı

Tolga Ağabey



Tolga Zengin, 10 Ekim 1983 yılında Artvin'in çok sevdiğim ilçesi olan Hopa'da dünyaya gelir. Ailecek Trabzon'a göç edilir. 1995 yılında Trabzon İdmanocağı'nda futbolculuk kariyerine başlayacaktır. Burada geçen üç amatör sezonun arından rota Trabzonspor'a kayar. Trabzonspor'da alt yapı eğitimini tamamlayan Tolga, 19 yaşında profesyonel sözleşmeye imza atar. 2003-2004 sezonundan itibaren A takımda bulunan Tolga(bir dönem PAF takımına geri yollansa da), ilk resmi maçını 2004-2005 sezonunda Galatasaray'a karşı oynadı. Pek hoş bir maç çıkarmasa da genç kaleci için işler plan dahilinde gidiyordu.

Michael Petkovic ve Jefferson gibi kalecilerin ardında beklenilen sezonların ardından 2006-2007 sezonunda kaleyi Jefferson'dan devralacaktır. Buna karşın yine de kalede güven vermez. Özellikle Trabzon şehrinin ve Trabzonspor taraftarının karakteristik özelliği olan sabırsızlık yüzünden Tolga mental anlamda darbeler de alır. Bir sonraki sezonda 21 maçta forma giyip 18 gol yiyen Tolga, o dönemki ligin maç başına ortalama olarak en az gol yiyen kaleciler sıralamasının başlarında yer alır. Buna karşın sonraki sezonda Trabzonspor yönetimi Tolga ve genç potansiyel Onur Kıvrak'ın varlığına rağmen Tony Sylva'yı kadroya dahil eder. Daha sonra Tony Sylva bir şekilde kaleyi Tolga'nın ellerinden alır. Kariyerindeki ikinci köşetaşı yine bir Galatasaray karşılaşması olur ve ligin yedinci haftasındaki Galatasaray maçından sonra kadroya dahi girememeye başlar. Ertesi sezon bu kez Onur engeline takılır. Onur kaleyi devralmış ve üstün bir performans sergilemeye başlamıştır. 2010-2011 sezonuna gelindiğinde ise her şey değişir. Hem Trabzonspor hem de Onur muhteşem bir sezon geçirmektedir. Fenerbahçe ile çekişilen sezonun en kritik virajına girilmiştir. Onur sakatlanır. Ligin bitimine dokuz hafta kala Tolga Trabzonspor taraftarının eyvahları eşliğinde kaleyi devralır. Kimsenin ona güveni yoktur dersem sanırım yeridir. Buna karşın Tolga tabiri caizse makus talihini yener. Üst üste müthiş maçlar çıkarır. Hakikaten abartısız olarak olmaz denilen şeyler yapar. Artık bir eşik atlamıştır. Bu eşik mental anlamda onu tam anlamıyla olgunlaştırır. Çocukluk sevdasını şampiyon yapabilmek için kendisini de törpüler. Oldu, olmadı tartışmalarına girecek değilim lakin Tolga herkesin yanıltmıştır. Şenol Güneş'in katkıları ile artık "olmuş" bir kaleci haline gelmiştir.

Ertesi sezon alınan kaptanlık ve aşılan o eşik ile birlikte kale artık ona emanettir. Adeta bir Engin İpekoğlu-Rüştü Reçber hikayesi daha yazılmıştır. Rüştü de Tolga'yı veliahtı olarak niteler. Tolga da bir kalecide olması gereken en önemli özelliği oynaya oynaya geliştirir: Devamlılık...Önceleri fazlasıyla heyecanlı ve istikrarsız olmasının bedelini çekmesine rağmen yukarıda belirttiğim gibi Şenol Güneş'in büyük katkıları ve Onur Kıvrak'ın onu yarışmaya zorlayıcı performanslar sergilemesi çok önemliydi. Tolga'nın Tam Saha dergisine verdiği bir röportajda "Onur ile birlikte Tony Sylva'nın arkasında bekleyeceğimize birbirimizin arkasında bekleriz." deyişi aslında alabilene birçok mesaj verir. 30 yaşında bir kaleci için olması gereken özellikleri bünyesinde barındıran Tolga için yeni kulübü Beşiktaş'ta en büyük artısı da şüphesiz onu "rahat bırakmayacak" olan Jose Sambade'dir. Arkasında bekleyecek olan Cenk Gönen'in tartışmasız kabullenilen potansiyelinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek bir "ağabeylik" görevini de üstlenebileceğini şahsen düşünüyorum. Bunu düşünmemdeki sebep de Onur'un hatalı goller yediği(şu an hangi maç olduğunu hatırlayamadım) bir milli maçtan sonra "Onun arkasında durmalıyız. Böyle hatalar olur, çok önemli bir kaleci. Benim ona güvenim tam." minvalindeki açıklamalarıdır. Velhasıl kelam Sambade'nin etkisi ile Beşiktaş iyi bir ikili yakalayacaktır.

Teknik olarak baktığımızda ise hem yaş hem de mental anlamda olgun bir kaleci göreceğiz. Belki kariyerinin hiçbir döneminde net "bir numara" olmadı fakat yaşadığı tecrübelerin ardından kalede bir duruş sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında iyi refleksleri olduğu aşikar. Özellikle aklıma İtalya'dan oynanan Inter karşılaşması geliyor. Über bir karşılaşma çıkardığını kabul ederim lakin refleksler performansla alakalı değildir, takdir edersiniz ki. Bunların yanı sıra en önemli özelliği olarak bir Türk kalecisi için garip gelebilir fakat yan toplardaki başarısının altını çizebilirim. Hatta bir adım ileri de gidip kendi Türk rakipleri arasında bu noktadaki en iyi kalecidir de diyebilirim. Fatih Terim'in milli takımda bu özelliği başta olmak üzere pek çok noktadan benzettiği efsane kaleci Rinat Dasaev'in de öne çıkan noktalarından biridir.Eksi hanesine geldiğimizde ise hem el hem de ayakları ile top hakimiyetinin zayıf olmasıdır diyebilirim. Özellikle ayakları ciddi anlamda çok zayıf. Geri pasları oyuna sokma konusunda vasat ve hatta altı bir görünüm sergiliyor. Bu çoğumuzun hoşuna gitmeyebilir.

Athletic Club karşılaşmasında ekmeği öpüp kenara koyması, kırık burunla bir maç tamamlayacak kadar inatçı olması, sakat olduğu esnada "Kulüp bana para ödememeli" deyip Fair-Play ödülüne aday gösterilmesi Tolga deyince ilk aklıma gelenler. Fenerbahçe camiası ile aralarında yaşadıkları problemlerin verdiği zararlar ve bu saydıklarım dışında Tolga'nın gerçekten çok sağlam bir karaktere sahip olduğunu söylemek zor değil. O belki tek seçenek değildi, belki yabancı bir kaleciye de yönelinebilirdi lakin ideal isimdi. Olması gereken transfer gerçekleşti diyebiliriz. Üç taraf adına da hayırlısı olsun diyelim. Bitirmeden es geçmek istemedim, Allah Tolga Zengin'in annesine acil şifa versin diyelim.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Bilindik hikaye hep aynı sorun

Athletico Madrid'den rekor ücretle Monaco'ya transfer olan Kolombiyalı süper star Radamel Falcao'nun yaşı ile ilgili flaş bir iddia ortaya atıldı.

60 milyon Avro karşılığında Monaco'nun yolunu tutan Falcao'nun yaşının küçültüldüğü ortaya çıktı. Kimlikte 86 doğumlu görünen Kolombiyalı golcünün 2 yaş küçük gösterildiği aslında 84 doğumlu olduğu ifade edildi.
Kolombiya basınında bu haber geniş yer bulurken;sosyal medyada bu skandal geniş yankı uyandırdı.
 Özellikle Güney Amerika, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden çıkan  pek çok sporcunun yaşının küçük gösterildiği daha önce de pek çok kez ortaya çıkmıştı.
 Konu ile ilgili Falcao'dan henüz bir açıklama gelmezken; Bu durumun 27 yaşında olarak bildiğimiz Falcao'nun kariyerini nasıl etkileyeceği merak konusu.
Resimdeki okul kimliğinde Falcao'nun asıl yaşının 29 olduğu görülüyor.
Buraya kadar olan kısmı haber metnimdi. Yorum yapacak olursak; Devlet düzeninin işlemediği, Tanrı'nın unuttuğu söylenen topraklardan çıkan pek çok sporcuların adı bu skandallara karıştı. Kimisi, siyasiler, bürokratlar aracılığı ile yalanlandı, gerçeği yansıtmadığı açıklamaları yapıldı. Ama sorun, gerçek olup olmamasından da öte bir önem arz ediyor. Sosyo - Ekonomik olarak doğal seçilime tutulduğumuz kapitalist sistemde, toplum standartlarının altında bir yaşam süren devlet, millet,topluluklar yani ''öteki''lerde bu sorunlara sıklıkla rastlanır. Bu sorun, magazinel boyutundan çok sosyolojik bir durum. Statüler üzerine inşa edilen dünyamızda ''hayatta var olma şavaşı'' veren  ''bol çekirdekli'' aile yapılarında dünyaya gelen pek çok çocuk, bazen o ailelerin sorumsuzluğu ve eğitimsizliği nedeniyle nüfusa geç kaydedilir, bazen de devlet mekanizmasının oralara nadiren uğramasından faydalanılıp yaş olduğundan genç gösterilir. Bu durumun önüne geçilir mi, bence geçilemez. Bu dünyanın ekonomik düzeni ile alakalı, kaderine terk edilmiş coğrafyalardan çıkıp hayatta kendini ''var etmiş'', başka ülkelerde ''çare'' olarak görünme seviyesine ulaşmış pek çok oyuncunun yaşının genç gösterildiği gerçeğine ulaşılabilir, biraz didik didik edildikçe..
Not: Kendim amatörde top koştururken, yaşımı 2 yaş küçük göstermek için uğraşmıştım. O olsa idi Beşiktaş altyapısına girebilme ihtimalim vardı. Sonuç: olmadı.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Guyanalı Adam

"Metropolitan Fransa'ya geldiğimden beri sistem tarafından reddedilmenin önüne geçmek için karakterimin belirli özelliklerini törpüledim. Ta ki bir elektrik bataryası olsam bile umursamazlıkla suçlanacak noktaya gelene dek."

Yukarıda bir futbolcunun serzenişlerini okuyorsunuz. Fransız Guyanası'nda doğup büyüyen ve her daim amacı daha iyiyi başarmak olan bir futbolcunun serzenişini okuyorsunuz. Sahada zaman zaman kötü oynasa da her zaman çabalayan bir futbolcunun serzenişini okuyorsunuz. En büyük özelliği kollektif bir oyun olan futbolda takımını kendi adından önde tutan mütevazi bir futbolcunun serzenişini...

Aslında annesi daha önceleri belirtmişti: "Her zaman ciddi bir çocuktu.". Çocukluğunda başlayan o ciddiyet sahibi karakter özelliğini ilerleyen yaşlarında da taşıyacaktı. Ligue 1'in en iyisi seçildikten sonra da, uğruna 14 milyon Sterlin ödendiği zamanda da işinin ciddiyetinin hep farkında olacaktı.

Onun kalibresinde olup saha içinde egolarından arınmış her futbolcunun kaderidir "İyi oyuncu ama eh işte" diye tabir edilmek. Her zaman eh iştedir. Belki de ilk kez en azından oynadığı şehirde "eh işte"den kurtulacak, bir takımın akla gelen ilk ismi olacak. Ben inanıyorum burada da başaracak. Nihayetinde istatistik kağıdındaki rakam veya sayılarla olmasa da işine olan bağlılığı ile anılacak. Zamanında çok istemiştim Beşiktaş'a yolu düşsün diye, olmadı. Günün şartlarına göre yine istemezdim, tercih etmezdim kafamdaki düşüncelere göre belki de ama bir şekilde bu topraklara gelmesi beni açıkçası çok sevindirdi.

Florent Malouda Trabzonspor'da...

NOT: Tırnak içindeki alıntılar Simon Kuper'in Futbol Adamları adlı eserinden alıntılanmıştır.

Ufuk Tolga Aldırmaz

18 Temmuz 2013 Perşembe

Gözlemcinin Not Defteri: #16 Arijan Ademi



Arijan Ademi, 29 Mayıs 1991 Sibenik/Yugoslavya(Hırvatistan) doğumlu. Futbola doğduğu şehrin takımı olan Sibenik'te başlar. Henüz 15 yaşında iken takımının as kadrosunda kendine bir yer bulacaktır. İlk karşılaşmasına ise şu anki kulübü olan Dinamo Zagreb'e karşı henüz 16 yaşında iken çıkar. Genç yaşta giydiği formanın kıymetini bilir ve Yugoslav kökenin getirdiği iş disiplini ile futbolcularımızda görülmeyen o iş disiplinine sadık kalır. 2009-2010 sezonunda 400.000 Euro karşılığında Dinamo Zagreb'e transfer olur. 2011-2012 sezonunda Lokomotiva Zagreb'e kiralık olarak yollanmasına karşın burada yaşadığı sakatlık sebebi ile fazla forma şansı bulamayacaktır.

Ademi toplamda 149 maçta forma giyip yedi gol bir asistlik performans çizmiştir. Ademi Hırvat milli takımının formasını alt yaş kategorilerinde defalarca giymiş, çeşitli turnuvalarda boy göstermiş ve sonucunda kendisini milli takımda bulmuştur. Şu ana dek iki kez A milli kategoride forma giyen Ademi'nin güncel kadroda yer aldığını söyleyebiliriz.

Özellikler

Öncelikle güçlü bir fizik çatıya sahip olduğunu söyleyeyim. Sahaya sağlam basması ve mevkiisi olan (Önder Özen'in tabiri ile) "savunmaya kırık orta saha" bölgesinin gerekliliği olan o mücadeleci ruhu sergilemesi açısından önemli bir faktör. İyi bir altı numaranın sahip olması gereken tüm özelliklere üst düzey bir biçimde olmasa da sahip. Top kapma, araya girme ve blokajı saha içinde çoğu zaman layığı ile yerine getiriyor.Öyle ki  bu alanlarda benzer profildeki rakiplerini istatistiksel olarak geride bırakıp bir basamak daha üstteki mevkiidaşlarına da yakın bir çizelge oluşturuyor. Açıkçası beni şaşırtan bir durum oldu dersem yeridir. Bunun yanında 1.85'lik boyunu iyi bir biçimde kullanıyor. Geçtiğimiz sezon yine Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı maçlarda hava topu mücadelelerinin yarısından fazlasını kazanmış durumda. Pas oyununa yatkın mıdır diye soracak olursanız da evet cevabını vereceğim. Yüzde 85'lik oranı yakalaması gayet tatmin edici. Bu oranı yakalamasındaki bir diğer faktör ise oyun alanına olan hakimiyetinin iyi bir seviyede olması. Pas tercihlerini çoğu zaman doğru adrese kullanıp yeri geldiği zaman çok da iyi bir duvar olabiliyor. Onu izlediğimde en dikkat çeken özelliği olarak da sürekli boş alan kovalayıp pas seçeneği oluşturma isteği idi, eklenmesi gereken önemli bir nottur. Velhasılkelam statik bir oyuncu değil.

Yukarıda saydığım çoğu olumlu özelliğe hücum yönünden de ekleme yapmam pek mümkün değil. Ademi'nin de en büyük sıkıntısı bu olsa gerek. Öyle ki ceza sahasına girmeyi seven bir isim olmasına rağmen bunu istatistiğe yansıtamaması onun hakkında bu düşünceleri de pekiştiriyor. Oyun anlamında bu durum büyük bir artı, bir altı numara için modern anlamda gerekli bir özellik fakat bunun yanına farklı melekeler ekleyememesi sıkıntının baş göstermesi anlamını taşıyor. Ayağının o tarz işlere yatkın olmasına rağmen uzun mesafeli şutunun olmayışı da benim açımdan eksi hanesine yazılır. Buna karşın gelişebilecek konumda.

Son olarak dar alanda seri işler yapabilmesine ve ayağının hızlıca topun olduğu noktaya girmesine rağmen hız anlamında eksikliğinin olduğunu söyleyebilirim.

İleride Nereye Gider?

Yukarıda bahsettiğim defansif özelliklerinin üzerine koymak ve hücum melekelerinin de üzerine gitmek; kendini geliştirmek kaydı ile Avrupa'nın kalburüstü kulüplerine gidebilme ihtimali şahsım nazarında mevcut. Biraz da nasıl bir teknik direktörün eline düşeceğine bağlı olarak kariyeri gelişip ilerleyecektir.

Fiyat Aralığı Ne Olur?

3-4.5 Milyon Euro aralığında bir fiyata takıma katılabilir. Beşiktaş'ın daha doğrusu Slaven Bilic'in basına yansıdığı kadarı ile istediği orta saha profiline uygun bir oyuncu olarak Ademi dikkat çekiyor. Öncelikli hedeflerden somut bir gelişme çıkmazsa Ademi'nin transferi gerçekleştirilir ve katkı da sağlar diye düşünüyorum.

Ufuk Tolga Aldırmaz

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Aga Bu Nedir?: #21 Beyaz Yakalı Luis Suarez + Bonus

Fazla bir şey yazamayacağım çok güldüm, hala gülüyorum. Luis Suarez beyaz yakalı olsaydı?:


Bunu görünce çok şaşırdım, sonra teknoloji çağında olduğumuzu ve bu çocuklarla hemen hemen aynı yaşta olduğumuzu anımsadım. Kim bunlar diye soracak olursanız başlığa bakınız:


Ufuk Tolga Aldırmaz

Düğünde Kalabalık, Taziyede Yalnız

Çarpıcı kısmını başlığa yazayım dedim. "Faruk Arhan-Diyarbakırspor: Düğünde Kalabalık,  Taziyede Yalnız" kitabın yazarı ve tam ismi.

Bu kitabı okumak nereden esti hemen açıklayayım. Adını yazsam mı diye düşündüm ama sonra yazacaklarımdan ötürü vazgeçtim. Çok yakın arkadaşlarımdan biri, hatta arkadaştan da öte dersek daha doğru olacak, hediye olarak bu kitabı almıştı. Kitabı almadan önce aramızda konuşurken(kuvvetle muhtemel bu tarz konulara daha ilgili olduğumu düşünerek) ülkemizdeki Kürt sorununun açıklandığı, tarihsel sürece vurgu yapan bildiğin bir kitap var mı diye sormuştu. Ben de maalesef ama araştırırız illa ki buluruz yeter ki sen eğil şu konunun üstüne demiştim, denk geldi işte.

Ön yargılar oluşmasın diye peşinen söyleyeyim, kendisi ilk oyunu tıpkı benim gibi geçtiğimiz seçimlerde kullandı. Sağın en uç partilerinden biri olarak nitelendirebileceğimiz kesime hitap eden bir partiye oy verdi(en azından ben öyle biliyorum). Özellikle terör sorununun bitmesi için böyle bir yolu seçmişti. Ardından bu kitabı okudu. Hatta kendisinden özür dileyeyim kuvvetle muhtemel yanlış hatırlıyorumdur o yüzden muğlak bir zaman belirlemesi yapayım, Gezi Parkı Direnişi'nden önce bitirmişti. Üstüne gelen Direniş ve medyanın üslubu ile "Bunlar doğudaki vatandaşlara da bunu mu yapıyorlardı amk?" şeklinde isyan eder biçimde kendi kendini sorguluyordu. Aslında apolitik diye tabir edilen bir insan kendince doğruyu bir şekilde görebilmeye başlamıştı. Size göre yanlıştır, bana göre doğrudur; bu noktayı tartışmıyoruz. Ben sadece benim görüşlerimi az çok bilen insanlar fazla abartmış olacağımı düşünmesin diye gerçeği çıplak halde yazıyorum. İşin özünü söylemek gerekirse belki de bu kadar kelimeyi sırf açıklama yapmak için art arda sıralamam bile başlı başına bir sorundur ya, neyse.

Kitap eğer futbol kültürüne az çok aşina iseniz, şehir takımlarına merakınız varsa kesinlikle kitaplığınızda bulunmalı derim. Tarihsel sürecin açıklanması muazzam. Sıkmadan kısa bölümler şeklinde açıklamalar yapılıyor. Bunun yanı sıra yine tarihsel süreçteki bölgesel ve ülke çapındaki çeşitli olayların tüm çıplaklığı ile aktarılması büyük önem arz ediyor. Tarafsızlık ilkesine uyduğu için asılında burada yazara teşekkür etmek gerekir. Bu siyasi olayların ve Diyarbakırspor üzerine oynanan oyunların ya da Diyarbakırspor'a devlet eliyle gösterilen töleransın da birbiri ile iyi harmanlanması kitabı bir solukta bitirmenizi sağlıyor. Bütün bunları geçtim eski oyuncular ya da başkanlar ile yapılmış söyleşiler için bile okunulası bir kitap olarak göze çarpıyor. Diyarbakırspor özelinde aslında Türkiye Futbolu'nun da sorunlarına eğilmiş olan yazar acaba isteyerek mi bunu yaptı yoksa sadece realiteyi mi gün yüzüne çıkardı diye kendime soramadan edemedim.

Başlamam zor oldu, burun kıvırdım ama kah çok eğlendim kah siyasi olaylara takıldım kaldım. Açıkçası böyle bir tat vereceğini düşünmedim ama ülkemizde eksik olunan bu tarz spor araştırmaları, romanları, yazıları kıtlığında yapısı itibari ile farklı bir yere konması gerektiğini düşündüğüm bir eser olmuş. Okuyunuz, içindekilerin sizi etkileyeceğine eminim hatta okutunuz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

16 Temmuz 2013 Salı

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

Kız arkadaşımın laf aramızda en çok beğendiğim özelliklerinin başında "kitap okuma zevki" gelir. Bana verdiği kitaplar arasında "defolu" diye tabir edebileceğiniz "basit" hiçbir eser olmadı. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört de benim daha önce okuma şansına erişemediğim ama onun beni tahlil edip okumamı istediği kitaplardan biriydi. İyi ki de istemiş diyeyim.

Kimi edebiyat çevrelerince ya da kimi insanlara göre muhteşem bir eser olmayabilir ki buna ben de katılırım lakin ince bir ayrıntı var: muhteşem olmayan bir eser nasıl oluyor da dünya üzerinde yaşayan her birey tarafından okunması gereken bir eser haline geliyor? Zor soru. Açıklayabilecek yetkinlikte değilim maalesef. Şu zamana kadar size karşı herhangi bir konuda herhangi bir şekilde güven verebildiysem bu sözüme de güvenin: Bu kitabı okuyun.

Gezi Parkı Direnişi'ni art arda iki postta anmış oluyorum evet. Direniş esnasında kitaba vurgu yapan onlarca tivit gördüm diyebilirim. Siyasal meselelere az çok ilgisi olan bir birey olarak neden daha önce okumadım diye kendime sordum kitabı bitirdiğim anda. Sanırım Hayvan Çiftliği'nin abartılan bir eser olduğunu düşündüğümden ötürü kaynaklanmış bir durum söz konusu olmuştu. Siz de böyle düşündüyseniz, düşünmeyin!

Mikro ve makro pencerelerden bakabilirsiniz, sorun değil. Kitap size her türlü bir çıkar yol bırakacaktır. Diyarbakır Cezaevi'nden tutun da Mobese kameralarına kadar farklı farklı noktalar bulabileceksiniz. En azından ben kendimce buldum diyeyim. Okuduğunuzda kendi muhakemenizi mutlaka yaparsınız.

Kitabın salt olarak sosyalizm ya da komünizm eleştirisi olduğunu düşünüp ön yargı besleyen ya da karşıt görüşe sahip olup "Hehehe ne geçirmiş be Corci!" diye ego mastürbasyonu yapan varsa çevrenizde, kalsın. O adamla oturup iki bardak çay içmeye bile değmez ama; belirteyim.

Son olarak kitabın içinde anektod olarak aktarılabilecek bir çok cümle, cümle grubu bulunmakta. Aktarmam hoş olmaz tabii lakin beni en çok "inadına sevişme, inadına sevme" bölümü etkiledi demezsem yalan olacak. "Ne alaka yahu?" sorularınız ile birlikte geceyi Sıla ile kapayalım. Son cümleye uygun olsun derim;


Ufuk Tolga Aldırmaz

Cehennem

Hayatımda ilk kez(samimiliğin dibine vuruyorum) bir yaz tatilinde sıkılıyorum. Öğrenciliğin baki olduğu yıllarımın içinde bu kadar sıkıldığım, bu kadar tek düze giden, bu kadar "Yapılacak bir şey de yok be abi!" dediğim tatil evresi hiç olmamıştı. Normal koşullarda staj icra etmesi gereken ben, geç kalmanın acısını herhalde bu şekilde çekiyorum ya da ciddi anlamda iş görmeme huzursuzluğu yaşıyorum, bilemedim.

Bu sebepten ötürü son bir, bir buçuk ayım basite indirgenmiş hali ile şuraya post girmek ve kitap okumak arasında gidip geliyor. Elbette ki şükür, o ayrı mesele lakin atraksiyon da lazım. Olmadan olmuyor.

                                                                      ***

Sevgili Banu Yelkovan ablamızın Gezi Parkı Direnişi esnasında başlıktaki Dan Brown eserinin içindeki "Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır." sözünü fotoğraf formatında tivitlemesinin ardından kitap dikkatimi çekti. Dan Brown'a hayran olmasam da genel olarak kitaplarının geçtiği mekanlar yine kitaplarından bağımsız hep dikkatimi çekmiştir. Başta bu sebep olmak üzere eserlerini okumak benim için büyük bir zevk haline gelmişti lakin "Melekler ve Şeytanlar" ile "Bunun da üstüne çıkamaz" diyerek sonrasında takipçisi olmayı bırakmıştım. O sözün içinde bulunduğumuz durumda bıraktığı iz ve kitapta İstanbul'un da varlığı sebebi ile bırakma fikrimi geri aldım. Robert Langond'ın "maceraların" devam edelim dedim.

Peşin peşin söyleyeyim, beklentinizi yüksek tutmayın. Özellikle bazı betimlemeler çok can sıkıcı da olabiliyor. İstanbul'un anlatıldığı bölüm, eğer bahsettiği noktada(spoiler vermemek için bir tarafımı yırtıyorum) bilginiz varsa yavan kalabiliyor. Daha önce çok da büyük olmayan araştırmalar yapmış olan bir kişi olmama rağmen beni cezbetmedi açıkçası. Yine de belli bir noktada sürükleyicilik var. Zaman geçirmek için gerçekten çok iyi bir kitap(türü seviyorsanız) lakin ötesine gitmiyor. Okumadıysanız "Melekler ve Şeytanlar"ı daha öncelikli olarak ele geçirmenizi tavsiye ederim, naçizane.

                                                                      ***

Okumaya devam ediyorum, her daim devam ettiği gibi zaman tatilin daha da gıcık olunası klasik yanı olan "hızlı gidiş" ilkesine sağ olsun uyuyor. Gelsin zaman, gitsin zaman; şu belirsizlikleri hayatımızdan kaldırsın zaman.

SPOİLER İÇEREBİLECEK NOT: Dante'ye ister istemez merak saldım. Geçici bir merak, klasiktir.

Ufuk Tolga Aldırmaz

14 Temmuz 2013 Pazar

Aga Bu Nedir?: #20 Super Mario Ferguson

Bebeklik diye tabir edebileceğim yaşlarda elime alıp Playstation'ın ilk versiyonuna terfi edene kadar bırakmadığım Atari kollarının müdavimi olmamı sağlayan başlıca oyun: Super Mario... Öyle ki saatlerce oturup(tahmin ederim en azından tüm yaşıtlarım gibi) yemek yemeyi dahi unuttuğum olurdu. Hatta ekstrasını da getireyim, bir defasında bölüm sonu canavarına geldim diye ayak yoluna gitmeyi geçiştirip altıma işediğimi bilirim. Tabii neticesinde çok temiz bir sopa ve bir ay atari ile oynamama cezası gelmişti, net hatırlıyorum. Ağlamalar sızlamalar o atari geri alındı tabii. İkinci bir itirafı da yapayım, çok iyi oynamazdım şu mereti. Hazıra konma alışkanlığı var bende. O bölümler bir bir anneye-babaya geçirilip üstüne zevkten dört köşe olmuş bir şekilde televizyonun karşısına oturulurdu. Şunları yazarken ağzım kulaklarıma vardı inanın. En nefret ettiğim geyik tarzı olan "Ah eskiler!" şeklinde başlayan o girişlerden biri olacak lakin harbiden özledim, şakası yok.

Fazlaca uzattım farkındayım, açıklamayı yapmıyorum lütfen videoyu izleyin. En az Super Mario'yu oynarken aldığım kadar hazzı tekrar aldım diyeyim, varın siz düşünün. Buyurun efendim:


NOT: İtirafın(!) dibine dibine vurdum bu gece. Luigi'yi Mario'dan çok severdim, bunu da es geçemeyeceğim.

Ufuk Tolga Aldırmaz

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Aga Bu Nedir?: #19 Hulk'un Kıçı

Uzun zamandır merak edilen Hulk'un kalça ebatı(kadınlar hangi terimi kullanıyor? beden!?) 111 cm çıkmış. Brezilya'nın Miss BumBum'u olarak anılan "Bayan Poposu" ise sadece 101 santimlik bir genişlikte kalçaya sahipmiş.


Daha net bir kıyas için buyurun efendim:


NOT: Hanımefendinin adı Andressa Urach, ararken kendini parçalayanlar ya da sorgu sual işine girenler olmasın diye şimdiden belirteyim.

Ufuk Tolga Aldırmaz



11 Temmuz 2013 Perşembe

Jürgen Klopp ve Immanuel Kant

Jürgen Klopp... Her "hipster takımına" hayran olduğumuz gibi teknik direktörüne de hayran oluruz. Bu isimler genelde genç, karizmatik, espritüel isimler olarak karşımıza çıkar(plase soğuk, ciddi fakat yine de karizmatik).  Buna karşın Klopp'ta bu kadar başarılı ve hayran sahibi olmasının esas nedeni sanırım muhteşem bir kadro mimarı olmasından, daha sonra da potansiyeli ortaya çıkarmasından kaynaklanıyor. Felsefe alanında modernizmin öncüsü sayılan Immanuel Kant ne ise zannımca futbolda da o isim Jürgen Klopp'tur.

Mario Götze'nin takımdan olaylı ayrılışı ve onun yeni takımı Bayern'e kaybedilien lig-Şampiyonlar Ligi ikilisi aslında Klopp'u biraz düşündürüyor olsa gerek. Oysa "Biz de Marco'yu(Reus) aynı şekilde aldık. Mario'ya kızma hakkımız yok." derken aynı zamanda iyi de bir lider olduğunu, kriz yönetiminin yeter seviyede olduğunu da gösteriyordu. Sonuç olarak sezon bitti. Belki de ileride insanlar tarafından tarihin en iyi takımı sayılacak olan Bayern'in bir hayli gerisinde kalındı. Sembol isimlerden Götze gitti. Yetmedi, Bayern dünyanın en popüler teknik direktörlerinden birini belki de birincisini takımın başına getirdi. İşler hiç de kolay olmayacaktı. Taraftar gelen başarıların ve satılmak durumunda kalan oyuncuların yerinin doldurulacağından hiç şüphe duymuyordu. Başkan Hans-Joachim Watzke'den de su serpen açıklama geldi: "Artık paramız var, harcayacağız."

Mario Götze'nin boşluğunu doldurmak adına çok özel bir oyuncuya gidildi: Henrikh Mkhitaryan... Mircea Lucescu'nun gözde çocuğu Avrupa'ya gideceğini belli etmişti. Son ana kadar bunun Liverpool olacağı tahmin edilirken Klopp'un ekibinden önemli bir çalım geldi. Yanılıyorsam bağışlayın kulüp tarihinin en pahalı futbolcusu olarak kulübe katıldı. Beklenti çok yüksek. 192 maçta 79 gol 43 asistlik performans çizmiş. Stil olarak Götze ile aynı tip olarak ele alınmasa da belki de onun kadar potansiyelli görünmese de zanaatkar misali Klopp onu işleyecektir. Umarım Mkhitaryan adında yepyeni bir dünya yıldızı kazanırız diyeyim.

Götze'nin ardından olası bir kayıp yaşanması iş bile değil: Robert Lewandowski... Polonyalı çok acayip bir evrim geçirdi. Mehmet Demirkol'un Burak Yılmaz için "Teknoloji bile onun kadar hızlı gelişmiyor." sözünü anımsıyorum Lewa için de. Onun ayrılması ihtimaline karşı plan da devreye sokuldu. Pierre-Emerick Aubameyang 15 milyon Euro karşılığında kadroya katıldı. Büyük bir sürpriz olmaz ve Lewa takımdan ayrılmazsa Auba büyük ihtimalle bir joker olarak kullanılacak. Hücum her pozisyonunda oynayabilecek versatilliğe sahip olması Klopp için büyük bir nimet. Milan'ın alt yapısından yetişen Auba da Christophe Galtier'in gelişimine büyük katkı sağlamasının ardından daha da iyisinin eline gidecek. Mkhitaryan gibi onun da gelişimini izlemek büyük bir zevk olacak.

Son olarak da kendi insiyatifleri dahilinde gönderilmesine karar verilen Felipe Santana'nın altını çizmek gerek. Yerine Werder Bremen'den Yunanistanlı Sokratis alındı. Bir kez daha yazarsam antipatik  olacak o yüzden yazmıyorum, Klopp'un eline bırakıyorum.

Pep Guardiola'nın Barcelona'daki prensi Tiago Alcantara'yı kadrolarına kattığı haberi yayıldı. Borussia Dortmund'un da bu heyecan verici transferleri neticesinden sanırım Bundesliga hiç olmadığı kadar popüler hale gelecek. Bu iki takımın Avrupa başarısının devam edeceğini de hesaba katarsak muhteşem bir lig bizi bekliyor diyebiliriz. Az kaldı, göreceğiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Aga Bu Nedir?: #18 Eindhoven We Love You

Yaş kemale mi erdi nedir bilemiyorum bu aralar çocuk merakım başladı. Böyle söyleyince abartı duruyor lakin çevremde küçüklerin gün geçtikçe artması ve hepsinin birbirinden sevimli olması sanırım bunda etken. Bunun üzerine ilahi bir mesaj olarak şu videoya rastlamış olabilir miyim bilemiyorum ama çok iyi.

Birgün oğlum olursa, şunun prototipini isterim; duyurulur:

He bu arada mesaj kaygısından ötürü eklemeyi unutmuşum. Hoş videoda görülüyor ama PSV Eindhoven ile Eindhoven FC arasındaki hazırlık maçından çekilmiş görüntüler bunlar.

Ufuk Tolga Aldırmaz

10 Temmuz 2013 Çarşamba

İhtiyar Heyeti


       Taraftarlar destekledikleri kulüpleri televizyon ve gazeteler sayesinde takip ederler genellikle.Televizyon ve gazeteler de haber almak isteyen taraftarların  gözü-kulağı olmaları için kendi bünyelerinden bireyleri görevlendirirler.Bu bireylerin görevleri,kulüp(takım) hakkında taraftara güncel bilgiler aktarmak,merak edilen ve öğrenmek istenilenleri taraftara gerek televizyon programları aracılığıyla gerekse gazetelerinde ki köşelerinde ya da  o bireyin tercihine bağlı olarak modaya uygun şekilde sosyal ağlardan aktarmaktır.
 
    Olayı Beşiktaş özelinde değerlendirecek olursak,Beşiktaş taraftarının takımını takip etmesine yardımcı!!! olan  "ekmeğini Beşiktaş sayesinde kazanan"  yazılı-görsel bir medya ordusu var. "Ekmeğini Beşiktaş sayesinde kazanan" kısmına özellikle vurgu yapmak istiyorum çünkü durum bu iken bazı "ihtiyarlar" deyim yerindeyse "yedikleri kaba pisliyorlar".Sayesinde evine ekmek götürdüğü Beşiktaş'ı karıştıracak kasıtlı ve maksatlı haberler yapıp,ortalığı karıştıracak söylemlerde bulundukları yetmiyormuş gibi bir de kulübü büyük yapan taraftarlara sosyal medya üzerinden hakaret ediyorlar.

   Kimi sayesinde ekmek yediği kulüpte futbolun başına getirilmiş olan Önder Özen'in basın toplantısında son derece seviyesiz bir üslupla saçma-sapan bir soru sorar kimiside cevabı belli olduğu halde ortalığı karıştırmak adına sorduğu sorudan önce "Burası Beşiktaş,burada sorular serttir,başkan karışmaz" diyecek cüreti kendinde bulur. Sanırım bu gücü yıllardır camia içerisinde olmalarına ve kimsenin onlara ses çıkarmamasından alıyorlar.

   Futbol sevgimi hatta ve hatta Beşiktaşlı kimliğimi bir kenara bıraksam bile bir İletişim Fakültesi öğrencisi olarak bu gibi adamların bu sektörün içinde önemli bir yer ettiğini görünce midem bulanıyor.Ayrıca,bu cümleleri kurarken işini düzgünce yapan ve ekmeğine ihanet etmeyen şerefli adamları ayrı tuttuğumu belirtmek isterim.

   Bu yazıyı yazmakta hiç tereddüt etmedim.Bahsettiğim basın ordusunun içinden saf Beşiktaş sevgisine inandığım ender insanlardan biri olan Hakan Gündoğar'ın "Beşiktaş değişecekse önce Beşiktaş basın mensupları değişecek" sözü neden tereddüt etmediğimin göstergesidir.

   Son olarak basının artık futbolda saha içine bile etki edecek kadar önemli bir yer tuttuğunu hatırlatır ve Sayın Başkan Fikret Orman'dan başkalarının adamı olmuş bu ihtiyarları kulüpten uzak tutmak için bir Beşiktaş taraftarı olarak gerekeni yapmasını rica ediyorum.

 Saygılarımla...
 Buğra Kaan Süer

Irak, Saddam Hüseyin ve Hakim Şakir

Allah'ın bildiğini kuldan saklama huyum pek yok. U-20 Dünya Kupası için birkaç maç yetmez deyip İstanbul Paketi'ni aldım. Gerek sağlık sebepleri gerek üşengeçlik sebebi ile yalnızca ilk maç gününde Türk Telekom Arena'nın yolunu tutabildim. Üşengeçlik kısmında ise kendi kendime tatlı yalanlar söylüyordum. Bunlardan en büyüğü ise bazı takımların yeteri kadar heyecan verici olmadığını düşünmem idi. Samimi söylüyorum hepsinde yanıldım. Neyse ki elimde üçüncülük ve final karşılaşmasının oynanacağı günün bileti mevcut. Bir aksilik olmazsa o gün stattaki yerimi alacağım.

Bundan belki de yıllar sonra dost meclisinde "Ulan bizim ülkede de şöyle bir organizasyon olmuştu." diye başlayan sohbetler yapıldığı esnada aklıma iki takım gelecek: Fransa ve Irak... Fransa'ya (haydi itiraf edeyim) Aykut Kocaman sayesinde tutuldum. Vakit buldukça Ligue 2'yi dahi izleme çabasına giriyorum. Bunun yanında genç potansiyelleri araştırmam ve bu blog ile besiktasscout.com'a yazılar yazmam sebebi ile Fransa benim için maden niteliği taşıyor. Peki Irak neden? Zamane futbol romantiği şeklinde kendimi addederken bu tabiri -en hafif söylemle- vasıfsız insanlar tarafından oyuncak haline getirilmesi neticesinde yakınımdaki bir rafa kaldırdım fakat yine de böyle takımlar görünce kendimi pek tutamıyorum. Yarı Saha ekibi ve sanırım özellikle İlker Akın ağabey tarafından gün yüzüne çıkarılan Ali Adnan'dan tutun da teknik direktörüne kadar çok özel bir ekip Irak. Öyle ki teknik direktör Hakim Şakir U-19 Asya Şampiyonası'da final oynadıktan sonra Arthur Zico'dan boşalan teknik direktörlük koltuğuna getirilir. Turnuva öncesi ise "Ben bu çocuklara çok güveniyorum. Belki kumar oynuyorum ama kazanan ben olacağım." diyerek U-20 milli takımının başına geçecektir.

Savaşla iç içe geçmiş, geçirilmiş Irak topraklarında futbol çerçevesinde alışık olunmadık işler olduğu söylense de pek doğru bir bilgi aktarımı olduğunu söyleyemeyiz. Matematik profesörü Russell Gerrard'ın hazırlamış olduğu veri tabanı özellikle uluslararası arenada oynanan karşılaşmalar için istatistiki birçok veriye sahip. 1980-2001 yılları arasında dünyadaki milli takımları kazanma yüzdesine göre sıralayacak olursak şöyle bir şey oluşuyor:

1.Brezilya
2.Birleşik Almanya
3.Fransa
4.İtalya
5.IRAK(146 maç ve 0.548 galibiyet oranı. Gol farkı 1.13. Gol farkında onları geçebilen tek ülke 1.29'luk ortalama ile sadece Brezilya)

Bu veriye bakıp Irak'ın Asya Konfederasyonu'nda oynadığı için yüzdeyi tutturduğunu düşünenler ise kolaya kaçmış oluyor. Bu dönemde Dünya Kupası, Olimpiyat Oyunları, Asya Kupaları gibi turnuvalara hatta bazılarına B takım ile de olsa katılmak sureti ile hiç de fena sayılmayacak dereceler elde ediyorlar.

Irak'ın 31 yıllık bu dönemde futboldaki istatistiki başarısını özellikle Simon Kuper Saddam Hüseyin'in ve hanedanının spora bağımlı olmasından kaynaklandığını iddia ediyor. Pek de haksız sayılmaz. O dönemde önemli bir jenerasyon yakalıyorlar. Bu jenerasyonun "yakalanmasında" en büyük payın ise futbol branşının sorumlusu olan Saddam'ın oğlu Uday olduğu bazı çevrelerce yine iddia edilmekte. Uday'ın başarı için biraz farklı metodlar denediği aşikar. Dönemin milli takımından bir oyuncu falakaya yatırıldığını, sırtı çıplak halde çakıl taşlarının üzerine yatırılıp yaralarının enfeksiyon kapması için lağım suyuna batırıldığını anlatmış. Bazı oyuncular ise Abu Ghraib hapishanesinde işkenceler görmüş. 2003 yılındaki işgalden sonra Irak Olimpiyat Merkezi'nin altındaki gizli hapishaneler ve bu hapishanelerde bir askı ve kişinin anüsünü yırtmak için kullanılan işkence aletlerinin dahi bulunduğu belirlenmiş. Zamanında Irak'tan kaçan sığınmacıların anlattıklarına göre FIFA bir heyet yollar. Buna karşın o toprakta yaşayan futbolcu veya antrenörlerin de bu durumu açıklayamayacağı aşikar. Sonucunda Irak'a bir yaptırım uygulanmaz.

Baskı sürecinin geçişinden sonra bombardıman esnasında dahi sokaklarda top oynayan çocukların varlığını başka bir ülkeye sığınan Iraklı sanatçı Huthyfa Zahra da ilgili sözü ile onaylıyor. Faal savaş sürecinin çocukları ise şu an ülkemizde. Onlar emperyalizme karşı duran ailelerin çocukları. Kim bilir eşelesek belki çoğunun yakınlarını toprağa vermiş olduğu ortaya çıkar. Eminim ki yine o çocuklar ülkelerinin ulusal birliğini temsil eden son örgütün kendileri olduğunun/olacağının farkındadırlar. Tüm bunları bilip, düşünüp Irak 20 Yaş Altı Milli Takımı'nı ve bu çocuklara inanan Hakim Şakir'i can-ı gönülden desteklememek mümkün mü? Bence değil. Yarı finaldeler. Şu yaptıkları bile büyük başarı lakin benim içim hiç rahat değil. Onlar bu kupayı aldıklarında bir peri masalı mutlu bir son bulmuş olacak.

NOT: Yukarıdaki istatistiki veri ve duyulan geçmiş zaman ifadeleri Simon Kuper&Stefan Szymanski'nin Soccernomics kitabından alıntılanmıştır.

Ufuk Tolga Aldırmaz

9 Temmuz 2013 Salı

Gözlemcinin Not Defteri: #15 Saphir Taider



Saphir Taider 29 Şubat 1992'de Fransa'nın Castres şehrinde dünyaya gelir. Tunuslu bir baba ve Cezayirli bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Taider, doğduğu ülke Fransa dahil üç pasaporta sahip.

Alt yapı eğitimini sırasıyla Castres FC, Albi, INF Castelmaurou ve Grenoble'da alır. 2010 yılında Grenoble ile sözleşme imzalayarak profesyonel kariyerine ilk adımı atar. Groneble'ın finansal problemler nedeniyle beşinci kümeye düşürülmesinin arından Taider'in yolu İtalyan Bologna'dan geçecektir. FM severlerin netlikle hatırlayacağı bilmeyenler için de kısacası bonservisi kulüpler arasında bölüştürmek anlamına gelen "co-ownership" usulü ile Juventus'a yollanır. Burada yollanan şey bonservisinin yüzde ellisi, yanlış olmasın. 

Kariyerinde toplamda 90 maça çıkan Taider 12 gol dört asistlik performans sergilemiştir. Defalarca Fransa'nın alt yaş kategorilerinde forma giymesine rağmen Cezayir milli takımını seçmiştir. Büyük ihtimalle annesi ayrı bir gurur yaşamıştır. 

Özellikler

Taider orta sahanın hemen hemen her bölgesinde görev alabilen versatil bir oyuncu. Buna karşın birincil bölgesi merkez orta saha ve defansif orta saha mevkiileridir. İki mevkii arasında hangisine daha yakın diye soracak olursanız aslında net bir cevap vermek güç olur diyebilirim. Ne tam bir "box to box" orta saha ne de tam bir altı numara. Buna karşın saha içinde iki mevkiide de başarılı performanslar sergilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Şahsi fikrim defansif olarak daha başarılı olacağı yönünde.

Ayakları yere sağlam basan, güçlü bir oyuncu olan Taider savunma anlamında birçok melekeye sahip. Top kapma, araya girme, blokaj özelliklerinin hepsi yeterli seviyede kendisinde bulunmakta. Oyun algısı ve sezgilerinin gelişmiş olması da bu özelliklerini iyi biçimde kullanmasını sağlıyor. Hücumsal zenginlik bakımından  ise bu denli üst seviyede bir isim değil. En büyük avantajlarından biri olarak gördüğüm basit ve garanti oyunun pas oyununa yatkınlık olarak ona geri dönüyor. Oyun içinde sürekli olarak arkadaşlarına yardımcı olması, topsuz oyunda sürekli var olması çok önemli bir olgu olarak göze çarpıyor. Göstermeden iş yapmak tabiri tam da onun için kullanılır dersem yeridir. Buna karşı ceza sahasını fazla zorlamaması, içeri girmemesi ve ayağı temiz olmasına rağmen genellikle şut tercihini kullanmaması eksi hanesine yazılıyor. Bunun yanında boyunun kısalığı hava toplarında zamanlamasının fena olmamasına rağmen zaman zaman sorunlar yaratabiliyor.

İleride Nereye Gider? 

Juventus'un co-ownership yapması, Fransa'nın alt yaş kategorilerinde defalarca milli olması gibi birçok faktör onun üzerinde göz olduğunun göstergesi. Kendini geliştirmeye açık bir isim. Saha içinde istekli oluşu bunun en büyük göstergesi. Buna karşın milli takım tercihi başına iş açabilir. Bunların hepsini göz önünde bulunduracak olursak oyun olgunluğunu kazandığı taktirde özellikle Premier League'in orta-üst seviye takımlarında rahatlıkla boy gösterebilecek seviyede bir isim olacaktır. Şahsi fikrim Fransa'ya geri dönüp ekol bir takım ve hoca ile çalışırsa önünün daha da açılacağı yönünde. 

Fiyat Aralığı Ne Olur? 

4-6 milyon Euro arası olacağını tahmin ediyorum. "Financial Fair Play" kuralları piyasayı biraz düzenlemiş gibi gözüküyor. 

Ufuk Tolga Aldırmaz

Umudun çocukları

Ülkemizde düzenlenen U-20 Dünya Kupası'ndan önce herkes İspanya, Fransa, Kolombiya gibi takımların adını anıyordu. Pek çoğumuzun varlığından bihaber olduğumuz turnuvanın adeta ''saklıkenti'' idi. Oynadığı futbol ve sahaya yansıttıkları mücadele ile ''biz de buradayız'' diyen bu çocuklar, belki de hayatlarını kurtaracaklar.
Hayatla savaşın iç-içe, yaşamanın tesadüfi olduğu topraklardan çıkan çocuklardı onlar. Dünyaya adım attığı ilk senede 1.Irak Savaşı ile karşılaşan ''savaşın çocukları'', şehirlere bombaların yağdığı, yüreklere atom bombası büyüklüğünde acıların düştüğü zamanları gördüler. Pek çoğu savaşta yakınlarını belki de ailesini kaybetti.

2007 yılında U-19 seviyesinde şampiyon olarak ülkeyi biraz olsun acılarından arındıran bu çocuklar, yeni nesillere de bir umut vermişti. Şampiyonluk başarısı tadan bu jenerasyon U-20'de  boy göstermeye başlamıştı. Asya Şampiyonası'nda finalde penaltılarla Güney Kore'ye elenerek 2.olan Körfez ekibi, ülke
insanına da yeni nesillere de umut aşılıyordu.
 U-19 ve U-20 seviyesinde kıtasal alanda büyük bir başarı apoletiyle Türkiye'ye gelmelerine rağmen hiç şans verilmeyen Irak, ilk maçında hayatta her şeye sahip olan İngiltere gençleri karşısında belki de onur mücadelesi veriyordu. Tarihlerinde İngiliz emperyalizmine insanlarını kurban etmiş Irak, şımarık İngilizlere karşı 2-0 geriye düşmesine karşın harika bir geri dönüşe imza atarak karşılaşmadan 2-2 beraberlikle ayrılmıştı. Maç öncesinde hiç şans tanınmayan ''umudun çocukları'', aslında yapacaklarının da sinyalini vermişti. Sırasıyla Mısır'ı ve Şili'yi 2-1 mağlup eden Irak, 7 puanla gruptan çıkma başarısı gösteriyordu. Acının coğrafyasından kurtulma yolunda önündeki en büyük fırsatın değerini bilen umudun çocukları, futbol kamuoyunun da dikkatini çekmeye başlamıştı. 2.turda Paraguay ile eşleşen Irak, inançlı mücadelesi sonucunda Paraguay'ı uzatmalarda mağlup ederek çeyrek finalde Güney Kore'ye rakip oldu.
2012 yılında düzenlenen Asya U-19 şampiyonasında finalde penaltılarla mağlup oldukları Güney Kore'den bu kez rövanşı almak isteyen Körfez ekibi, normal süresi 2-2 biten maçın ardından penaltılarla rakibini mağlup ederek yarı finale yükselme başarısı gösterdi.
Hemen hemen her maçın ardından yaptığı açıklamada, oyuncularının başarıya inandığını ve kazanmayı çok istediğini ifade eden teknik adam Hakim Şakir, çeyrek finaldeki Güney Kore zaferinin ardından, ''Müslüman Türkiye halkının desteğiyle inaşallah final oynayacağız, Türk kardeşlerime destekleri için teşekkürlerimi iletiyorum'' yorumunda bulundu.
 Gösterdiği mücadele ile Türk halkının da takdirini kazanan Iraklı gençlerin kupaya giden yolda önünde 2 engel kaldı. Yarı finalde İspanya'yı eleyen Uruguay ile karşılaşacak olan umudun çocuklarının giderek sempatikleşen bu mücadelesini Türk futbolseverler de alkışlamaya, hatta taraftarı olmaya başladı.
 Iraklı gençlere göre hayatta hemen hemen her imkanı olan gençlerimizin ev sahibi olduğu turnuvaya erken veda etmesinin ardından desteklemeye takım arayan Türkiye insanın da sempatisini kazanan acının kalbinde doğmuş bu çocuklar, dünya futbol piyasasının da ilgisini çekmeye başladı.
 Ülke dışında top koşturan oyuncusu bulunmayan ve en değerli oyuncusunun bonservis bedelinin 200.000 Avro civarında seyrettiği Irak U-20 Milli Takımı'nın futbolcuları şimdiden Avrupa devlerinin kıskacına girdiler. Takımın yıldızı sol bek Ali Adnan'ın adı Arsenal ile anılmaya başlarken, takımdaki diğer genç oyunculara da ülke dışından talipler olduğu konuşuluyor.
 Ölümün ''acı verici'' kabul edilmesinin ölü sayısına paralel olduğu bu coğrafyadan kurtulmak adına en önemli şansı yakalayan bu çocukların serüveninin nasıl sonuçlanacağını merakla bekliyorum. Kalpler sizinle umudun çocukları. Savaşı görmüş bir neslin her şeyi başarabileceğini bizlere gösterdiğiniz için teşekkürler.

                     Bir tebrik


Herkeslerden önce Irak U-20 takımını analiz eden, Ali Adnan gibi bir yeteneği gözler önüne seren, şampiyona boyunca analizleriyle futbolseverleri aydınlatan Yarı Saha ekibini kutlarım.

Gözlemcinin Not Defteri: #14 Ryad Boudebouz



19 Şubat 1990 Colmar/Fransa doğumlu olan Ryad Boudebouz, "Afro-Fransızlardan". Cezayir asıllı Boudebouz Ligue 1'in Sochaux takımında oynamakta. Esas mevkiisi forvet arkası olarak nitelendirilen bölge olan Boudebouz, kanatlarda da görev alabilmekte.

Henüz 10 yaşında doğduğu bölgenin takımı olan SR Colmar'da futbola başlar. 14 yaşında Sochaux gözlemcilerinin dikkatini çekerek akademiye kazandırılır. 16 yaşında iken üç yıllık sözleşmeye imza atarak profesyonel kariyerine başlar. Henüz yaşında olmasına rağmen Ligue 1'de 162 maçta oynama başarısını göstermiştir. Kulüp kariyerinde 186 maça çıkıp 29 gol 24 asistlik performans sergiler. Alt yaş kategorilerinde Fransız Milli Takımları'nda kendine yer bulan Boudebouz, Cezayir milli takımını seçmiştir. Alt yaş kategorilerinde onlarca kez milli olmuş buna karşın Cezayir Milli Takımı'nda henüz 16 karşılaşmada forma giyebilmiştir.

Özellikler

Öncelikle çabuk ve topla süratli bir isim. Tempolu oynayan takımlar için özellikle aranabilecek kapasiteye gittikçe yaklaşıyor. Bunun yanında topa olan yatkınlığı topu ayağına aldığı anda hissediliyor. Özellikle dar alana girdiği takdirde savunma oyuncuları ciddi anlamda ondan korkmalı. Yapabilecek birçok numaraya sahip. Geniş alanda ise dripling özelliğini açıkça konuşturuyor. Top taşıma özelliği takıma adına büyük önem arz ediyor. Takım içinde aldığı rol neticesinde top kapmaya meyilli bir isim olduğunu düşünebilirsiniz lakin lig standartlarında fena sayılmayacak bir ortalamaya sahip: 1.1. Bu da onun bir diğer artısı oluyor.

Girişte belirttiğim gibi kanatların her ikisinde de rol alabilmesine rağmen sağ tarafta daha efektif olduğunu söylemek güç değil.Teşbihte hata olmaz, sağ kanatta iken Arjen Robben misali topu içe çekip atağa o şekilde yön vermesi ve bunu becerebilmesi onu güçlü kılıyor. Sağ forvet olarak ceza sahası içine koşular yapabildiğini göstermesi de bu tezimin kanıtı oluyor. Sol kanatta bu tip varyasyonları denediği pek söylenemez. Yapı itibari ile "orta kesmeye" namüsait bir oyuncuyu bu yönde kullanmak daha mantıklı olacaktır.

En büyük eksisi zaman zaman yaptığı tercih hataları. Oyun bilgisinin gelişimine bağlı olarak bu açığını da kapatacak gibi görünüyor. Şut atmaya zorlanması da yararına olacaktır. Bu durumlar birleşince aslında efektiflik anlamında kendine ket vurduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

İleride Nereye Gider? 

Sochaux'nın beşinci olarak Ligue 1'i tamamladığı 2010-2011 sezonunun sonunda başta Liverpool olmak üzere Olympique Lyon ve Marsilya'nın da peşinde olduğu yazılıp çizilmişti. Buna karşın somut bir girişm gelmedi. Ertesi sezon üzerine fazla koyamaması onun "Top Class" seviyeye gelemeyeceğinin de göstergesi oluyordu. Afrikalı ruhu onu bambaşka bir yöne taşıyabilir lakin Avrupa'nın başaltı takımlarında oynayabilecek potansiyeli var. İşlemek ona kalmış.

Fiyat Aralığı Ne Olur?

Hazır gözden "düşmüşken" 4-7 milyon Euro civarı bir miktara bu transfer tamamlanıp iyi bir yatırım yapılabilir. Ligue 1'in tozunu fazlasıyla yutan bu yetenek ligimizde önemli bir noktaya şüphesiz ki gelir, gelecektir. Beşiktaş'ın şu anki mali tablosuna bakıp bu transferi yapamayacağını söylemek güç değil lakin bu isim şurada dursun. Lazım olacaktır.

Ufuk Tolga Aldırmaz

6 Temmuz 2013 Cumartesi

One man difference

Şüphesiz ki insanların hayata bakış açıları da futbola bakış açılarından farklı değildir. Kimisi gündelik hayatın zorluklarından arınmak için bu güzel oyunu kendine bir ''araç'' olarak kabul eder ve şova dayalı bir oyun olarak görür. Kimisi de yoğun bir içselleştirmeye tabi tuttuğu futbolu salt skor ve başarıya dayalı bir oyun olarak görür. Seyircinin bakış açısı ne olursa olsun, teknik kapasitesi yüksek, seyirciyi hareketlendiren topla süzülürcesine hareket edebilen oyuncular her zaman ön planda olur. Ama bir de o seyircilerin pek sevmediği oyuncuların sahada rahat hareket edebilmesi, onların saha içerisinde yeteneklerini daha iyi gösterebilmesi için sahada varını yoğunu veren gizli kahramanlar vardır.
Günümüzde olduğu gibi futbol da çok sık bir değişimden geçiyor. Örneğin, bundan 7-8 yıl öncesine kadar futbolda ''çapa'' olarak tabir edilen oyunculardan rakibi bozması, gerektiğinde ''çirkin'' oyun oynaması istenirdi. Hele bir de yanındaki adama kaptığı paslardan % 50'ye yakınını verebiliyorsa, el üstünde tutulan oyuncu konumuna ulaşırlardı.
Ama bu değişti, formasyonların, takım mantalitelerinin çok hızlı ervimleştiği günümüz futbol anlayışında kalecilerin dahil oyuna katılması, pas trafiğini başlatan oyuncular olması bekleniyor. Örnekleri somutlaştıralım: 2 sene öncesine kadar uzay takımı olarak gösterilen Guardiola'nın Barcelona'sında bir isim var, her futbol tartışmasında ''Halı sahaya bile almam'', ''Bu adam nasıl Barcelona'da'' oynuyor denilen birisi. Kim mi bu? Sergio Busquets...

Ön alanında merkez bir pivot santrforun yok, ayağa pas trafiğine dayalı bir oynuyor ve topla oynama yüzdesinin senden yana olması için ''ribaund'' toplarını da toplaman gerekiyorsa, Sergio gibi bir oyuncu takıma ''one man difference'' kuralını işletir. Set hücumu esnasında paslarla öne yayılan bir takımda topun kaptırıldığı esnada Busquets gibi stoper özellikleri de taşıyan bir oyuncu kenarlara açılan stoperlerin arasına girip, kenar beklerini oyuna dahil eder ve uygulanan iç-alan baskısıyla sekenleri toplamana yardımcı olur. Rakip kontralarında bu bahsettiğim pozisyon alma şekli sayesinde kuvvetli bir alan markajı uygulanır ve rakibinin pas rutinini bozarsın.
BİR DÖNÜŞÜM
Busquets'in tek faydası bu mu hayır? Busquets, Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon %90'lık bir pas isabeti yakaladı. Kaptığı topları hatasız bir şekilde arkadaşlarına aktaran ve takımının atak başlangıçlarında savunmasına bir pas opsiyonu sunan Sergio, alan parselizasyonundaki üstünlüğü sayesinde futbolda bir değişimin de öncüsü oldu. İtalyan futbolunda esen 3'lü savunma furyası Avrupa futboluna da Busquests, Martinez, Gustavo gibi oyuncuların önemini daha fazla ortaya çıkararak yansıdı.
Bir gizli silah
İki kenar hücum bek ile oynayan yüksek pres ve hızlı hücuma dayalı bir oyun yapısı ile oynayan Bayern Münih'in de en gizli silahı Javi Martinez. 2009 yılında kurt hoca Bielsa'nın A.Bilbao'sunda ''libero'' mevkiinde oynuyordu. Martinez, takımın pas trafiğinde büyük önem arz etmekle beraber, stoperlerin hemen önlerine girip savunmada takımının 3'lüye dönmesini sağlıyordu. Ön alanda beklerin de katılımını sağlayan Javi, yüksek pas isabeti ile değişen dünya futbolundaki önemini Bayern Münih'e 40 milyon Euro ile transfer olarak gösteriyordu.
BİR ÖRNEK DE TÜRKİYE'DEN
Bu iki örneği neden verdiğime de gelirsek; Yanlışlar arasında kaybolan Türk futbolunda bizim de bir Busquets'imiz, Javi Martinez'imiz var. Topu önde tutma anlamında sorunlar yaşayan, ön alana oyunu set halinde kuramayan Fenerbahçe'nin sezonun 2.yarısının ortalarına kadar yediği golleri inceleyecek olduğumuzda, 3.ve 4.bölge aralarında top dolaştırıp öne yayılmaya çalışırken kaptırdığı toplarla yediği gollerden ne kadar başının ağrıdığını görüyoruz. Mehmet Topal'ın olmadığı maçların büyük çoğunluğunda Raul - Emre - Baroni üçlü orta sahasıyla çıkan Fenerbahçe, dönen toplarda geçiş oyununu sağlayamadı ve savunma hattının da önde oynamaya müsait olmaması nedeniyle kalesinde pek çok kez golü gördü. Mehmet Topal'ın olduğu maçlarda Gökhan - Hasan Ali gibi kenar hücum bekleinir oyuna rahatça katabilen Fenerbahçe, seken topları da toplayabiliyor ve Kuyt, Sow gibi kenar forvetleri de yakalanan set - hücumları sayesinde ceza sahası içerisine sokabiliyordu. Ön alandaki 3 kenar forveti de ceza sahasına sokabilmesi sayesindegol yollarında da tehlikeler yakalayabilen sarı - lacivertliler, rakiplerini özellikle iç sahadaki maçlarda yarı - sahasına hapsedebiliyordu. Özellikle Saracoğlu'nda oynanan karşılaşmaların büyük kısmında Mehmet Topal'ın olmadığı, üç hareketli merkez ile sahaya çıkan sarı - kanaryalar, geçtiğimiz sezon 25 maçta ilk golü kalesinde gören ekip oldu. 1-0 geride başlanan bu karşılaşmaların büyük çoğunluğunda Mehmet Topal'ın ilk 11'de yer almadığını belirtmekte fayda var.
Bu oyuncular pek çoğumuzun oynadığı futbola hayranı olduğumuz (yukarıda bahsettiğim) takımların gizli kahramanlarıdır.  Messi'nin ileride özgür olmasını sağlayan, Ribery - Robben gibi yıldızların gözümüzün pasını silmesine yardımcı olan bu oyuncular, değeri bilinir bilinmez bilemem, bu insanlığın da gelişimine paralel bir olgu.
Ama şu bir gerçek ki; Pek çok ''futbolsever''in ''ya bu da topçu mu'' ''sahada bile görmedim, hep yan pas yapıyor'' dediği bu futbol-emekçilerinin önemini daha iyi anladığımız gün hiç şüphesiz Türkiye'de de futbol gelişecek, güzelleşecektir.

5 Temmuz 2013 Cuma

Aga Bu Nedir?: #17 Beatbox from...

Bayern Münih'in genç yeteneklerinden Xherdan Shaqiri'nin ilginç bir yeteneği varmış.

Beşiktaş'ın meşhur MAF'lı şampiyon kadrosunun komple şarkı söylediğini de görmüş bir insanım lakin bu apayrı. Bu baya farklı hem de.

Hanımlar, beyler... Karşınızda Xherdan Shaqiri!

NOT: Pek becerdiği de söylenemez ama buna da şükür diyelim. En azından rezil olmuyor beyimiz.

Ufuk Tolga Aldırmaz

4 Temmuz 2013 Perşembe

Monaco'da Mahşerin Dört Tayı!

Monaco... Dmitry Rybolovlev'in takımı almasının ardından çeşitli aşamalardan geçip tekrar Ligue 1'e yükseldiler. O efsane formanın minimalize edilmiş yakın dönem hikayesini de şurada anlatmıştım(tık) lakin bugün konumuz takımdaki iki isim olacak. Öyle ki yakın dönemde başta Ligue 1 olmak üzere uzun vadede Avrupa futbolunda adlarını geçirebilecek, isimlerine büyük meblağlarda bonservis bedelleri yazılacaktır. Benzeri Paris Saint-Germain misali çok büyük paralar harcayan Monaco'nun atlanan kadrosuna açıkçası haksızlık yapıldığını düşünen taraflardan biriyim. Bu sebepten ötürü Monaco'nun ateşli taraftarının(!) adlarını sayıklacağı isimler ilerleyen haftalarda belki de Falcao olmayacaktır, göreceğiz.

Yannick Ferreira-Carrasco


Ferreira-Carrasco, Belçika vatandaşı olan İspanyol pasaportu da bulunan bir isim. Monaco alt yapısından yetiştiğinin altını çizeyim. 1993 doğumlu oyuncu için "Yeni Hazard" yakıştırmaları daha şimdiden yapılıyor. Forvet pozisyonunda oynayan Ferreira-Carrasco'nun birincil bölgesi ise sol taraf. Belçika'nın alt yaş kategorilerinde onlarca kez milli olan Ferreira-Carrasco'nun gelişimini sürdürmesi durumunda çok canlar yakacağı aşikar.

Takımının formasını ilk kez 2012-2013 sezonunda giyen Ferreira-Carrasco, kariyerinde yalnızca 37 maça çıktı. Claudio Ranieri'nin göz bebeklerinden.

Lucas Ocampos

Arjantinli futbolcu 1994 doğumlu. Altı yaşında girdiği Quilmes alt yapısından River Plate'e 2010-2011 sezonunda transfer olur. Henüz 17 yaşında çıktığı ilk resmi maçında dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. 2012-2013 sezonunda Monaco'ya transfer olan Ocampos'u Cristiano Ronaldo'ya benzetenler de mevcut.

Forvet arkası ve sağ-sol forvet olarak da oynayabilen Ocampos, kariyerinde 56 maça çıkıp sekiz gol dört asistlik performans sergiledi.

Bu ikiliye Porto'dan James Rodriguez ve Valenciennes'den Nicolas Isimat-Mirin transferleri de eklenince wonder kid dolu bir takım haline geldi Monaco. Açıkçası Ligue 1'in başlamasını iple çekiyorum. Bakalım bu dört isimin kariyerleri nasıl seyir alacak?

Ufuk Tolga Aldırmaz

1 Temmuz 2013 Pazartesi

This Is Söderstadion

Stadyum denince şu sıralar tüylerim diken diken oluyor. İnönü'ye vedadan beri hafiften hassasım, çaktırmayalım. O yüzden statlarını yenileyen takımları gördükçe içim hafif bir burkuluyor, medyada bu tarz haberler de görünce dikkatimi çekiyor.


İsveç'in Erkan Zengin'den ötürü zihinlerimizde olan takımı Hammarby'nin stadı olan Söderstadion 1967'de açılmış. 46 yıllık mazisinde çok fazla anı bıraktığı kesin. Söderstadion'un yerine Tele2 Arena(Nya Söderstadion) yapılıyor.

Sanırım onlardaki adetler de aynı. Sabah nette dolaşırken yukarıdaki fotoğrafta yazılı olan tabela bir taraftarın evinde görünüyordu. Şöyle de buyurabiliriz; taraftar tarafından alınan çim...


Oyun evrensel, duygular benzer. Yeni statları umarım istedikleri gibi olur ve yeni anılar eskileri unutturur; keza bizim için de bu dilekler geçerli. Hayırlısı diyelim.

Ufuk Tolga Aldırmaz



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...