Portekizli bir kalecinin oğlu olarak dünyaya geldi. Babasının adını söylemeye hiç gerek yok çünkü önemli olan kendisi. Futbola futbolcu olarak başladı aslında; ancak kariyerinde bir ışık görmeyince kendini dışarıdan izlemeye attı.İyi ki de atmış.Bize çok antipatik de olsa bir futbol dehası kazandırdı.
Futbol sahasının dışına çıktığında şimdilerde kendisinden bir böcek gibi nefret eden Barcelona şehrinin 1 numaralı takımı Barcelona da tercümanlık yapmaya başladı.Çeşitli yerlerde genç takım antrenörlüğü de yaptı ancak onu gerçek anlamda ilk kez keşfeden Sir Bobby Robson oldu. Sporting, Porto ve Barca’da birlikte çalıştılar.
Daha sonra gerçek anlamda sahanın kontrolünü eline aldı ve Benfica’da kariyerine başladı.Daha şimdiden bütün Portekiz takımlarını geziyordu. Kariyerinin dönüm noktası 2002’de Porto’nun başına geçmesi oldu.Basketbol deyimiyle kupaları süpürdü. Uefa Kupasını aldığı sezonun ertesinde de CL şampiyonu olarak Avrupa’nın en büyüğü oluyordu.Bu kupayı kazandıktan sonra seramonide hepinizin hatırlayacağı gibi kupa kaldırılışını beklememiş boynundaki madalyasını da çıkararak soyunma odasına girmişti.Aslında asi ruhunu ve kural tanımazlığını o anda ilk defa gerçek anlamda gözlerimizin önüne seriyordu. Portoda iken meşhur bir sözü vardı Porto’ya olan inancını belli eden: “Normal şartlar altında Porto şampiyon olacaktır; anormal şartlar altında, Porto yine şampiyon olacaktır.”
“Elimden gelenin en iyisini yapmaya, durumu olumlu şekilde geliştirmeye ve imajıma ve futbol felsefeme uygun takımı yaratmaya niyetliyim. En iyi oyuncular ve kibirimi mazur görün ama en iyi menajer bizde...” İşte bu sözler ile para babası Abromovich’in takımı Chelsea’ye gidiyordu. Gerçekten nasıl bir insan olduğunu gösteren bir söz. Ancak Chelsea için yaptıklarına bakarsak ne kadar haklı olduğunu görebiliyoruz. Aslında ağzıyla kuş da tutsa Abromovich’in aklında tek şey vardı:CL şampiyonluğu… Bunun bir gazeteci tarafından hatırlatılması üzerine de yine o kibirini mazur göstererek “Lütfen küstah olduğumu düşünmeyin ama ben Avrupa Şampiyonu’yum ve özel biriyim.” demiştir. Gerçekten her konuşmasından sonra ne kadar zeki ve olayları domine etmeyi bilen biri olduğunu gösteriyor. Yine o çok sevdiği gazetecilerden birinin işinin kolay olmadığını hatırlatması üzerine “Eğer işimin kolay olmasını isteseydim, Porto’da kalırdım. Güzel mavi koltuk, UEFA Şampiyonlar Ligi kupası, Tanrı ve Tanrı’dan sonra ben...” dedi. Gerçekten bu konuşmaları önceden planlıyor muydu dersiniz?
O olaylara empati kurarak bakmayı seven biri değil.Onun tek yaptığı –çok sinirlenmesi dışında- oyuncularını korumak oldu. Her zaman amacı bütün baskıyı kendi üzerine çekerek oyuncularını rahatlatmak istedi.Bir keresinde oyuna alınmadığı için kendisine patlayan Ricardo Carvalho için “Ricardo Carvalho, bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyor gibi. Bir IQ testi yaptırmasında, ya da ne bileyim, bir akıl hastanesine başvurmasında fayda olabilir.” dedi. Bu sadece bir istisnaydı.pişman olduğunu nereden mi anlıyorum? Her gittiği takımda ilk istediği kişi o oldu da ondan. Hatta Lucio gibi bir adam Carvalho alınamadığı için İnter’e alındı.Düşünün ne denli önemli olduğunu.
Onun olduğu dönemde Barca ile takımı arasında CL eşleşmelerinde inanılmaz bir çekişme yaşanmıştır- EA Games Fifa oyunlarında bile bu maçları Rivalry Game olarak nitelendirmiştir. Buna FM yapımcılarını da ekleyebiliriz.-. Hatta Del Horno’nun tartışmalı bir karar ile Messi tarafından oyundan attırılması hakkında “Barcelona, muhteşem tiyatrolarıyla bir kültür kenti. Bu çocuk da artistliği iyi öğrenmiş.” demişti. Bu çocuk dediği futbolun peygamberi olarak nitelendirdiğim Messi onun ileride korkulu rüyası haline geleceğini tahmin etmiş miydi acaba bilinmez. Aynı adam bu kez Barca teknik direktörü Rijkaard’a sallıyordu “Benim futbol hayatımda koca bir sıfır var. Ancak onun futbol hayatı mükemmeldi, başarılarla doluydu. Benim teknik direktörlük kariyerimde kupalar varken, bu kez Rijkaard’ın elinde koca bir sıfır var.” Ne kadar haklıymış oysaki kızmıştım ona o zamanlar Barca’nın teknik direktörüydü nede olsa kutsaldı benim için.
İngiltere’de beni en çok güldüren sözü ise Arsene Wenger’e idi. “Hala çocuk bakıcılığı yapmaktan takımını şampiyon yapamıyor." Arsenal’in durumunu nede güzel açıklamış değil mi?
Bir Rosenborg karşılaşmasından sonra o da insan olduğunu gösterip istifa etti ve İnter’in başına geçti.Beni insanlık olarak en çok etkilediği olaylar burada birazdan ondan da bahsedeceğim ama önce Bologna td’si ile olan ve okullarda okutulması gereken bir dialog var.Mihajlovic onun için “Mourinho ile futbol konuşmam. futbol oynamamış birinin bazı şeyleri anlamasını beklememek lazım" der. Karşılığında ise “Jokey olmak için önce at mı olmak gerekir?" cevabını alır.Mihajlovic’in suratında oluşan ifadeyi merak etmedim değil.
Gelelim az önce azıcık olsa da değindiğim nokta.O oyuncuları için her şeyi yapan biri demiştim. Baskılardan kurtarmak için onları her yola başvuruyor. Dışarıdan görünen o sert adamın yerini çok insancıl bir varlığın almasıda çok garip ancak Mourinho tam anlamıyla insanlık abidesi.Bir keresinde Porto’da ağır sakatlık geçiren genç futbolcusu için hastaneye gidip saatlerce ağladığı efsanesi su götürür cinsten. İnter ile CL finalini kazandıktan sonra Materazzi ile yaşadıklarını izleyince sizde duygulanacaksınız eminim.
Ve benim için antipatik olan Mourinho’nun hakkında yazı yazmamı sağlayan sözü:
-Gazeteci: takım yorgun muydu?
-Mourinho: yorgun mu? günde 15 saat çalışıp ayda birkaç yüz euroyla evine dönen baba yorgun olur, biz değil...
Evet o bir insan ve gerçekten iyi bir insan ne kadar antipatik görünse de çevresi için kendini feda eden bir insan.Sevmeyebilirsiniz hatta ondan nefret edebilirsiniz.Ancak ona saygı duymalısınız demiyorum.Saygı duymaktan başka çareniz yok çünkü.
Şu an Real’in başında.Söz veriyorum o Real’den gittikten sonra ona olan sevgimi arttıracağım.Yazımı yine onun mükemmel sözlerinden biriyle bitirmek istiyorum.Barcelona deplasmanından önce kendisine gösterilecek tepkinin farkında olarak : “Salı günü sahaya maçtan önce çıkıp, kalabalığın yaratacağı duygunun tadını çıkaracağım.”