13 Şubat 2011 Pazar

"O"

        
       Portekizli bir kalecinin oğlu olarak dünyaya geldi. Babasının adını söylemeye hiç gerek yok çünkü önemli olan kendisi. Futbola futbolcu olarak başladı aslında; ancak kariyerinde bir ışık görmeyince kendini dışarıdan izlemeye attı.İyi ki de atmış.Bize çok antipatik de olsa bir futbol dehası kazandırdı.
           
              Futbol sahasının dışına çıktığında şimdilerde kendisinden bir böcek gibi nefret eden Barcelona şehrinin 1 numaralı takımı Barcelona da tercümanlık yapmaya başladı.Çeşitli yerlerde genç takım antrenörlüğü de yaptı ancak onu gerçek anlamda ilk kez keşfeden Sir Bobby Robson oldu. Sporting, Porto ve Barca’da birlikte çalıştılar.
            Daha sonra gerçek anlamda sahanın kontrolünü eline aldı ve Benfica’da kariyerine başladı.Daha şimdiden bütün Portekiz takımlarını geziyordu. Kariyerinin dönüm noktası 2002’de Porto’nun başına geçmesi oldu.Basketbol deyimiyle kupaları süpürdü. Uefa Kupasını aldığı sezonun ertesinde de CL şampiyonu olarak Avrupa’nın en büyüğü oluyordu.Bu kupayı kazandıktan sonra seramonide hepinizin hatırlayacağı gibi kupa kaldırılışını beklememiş boynundaki madalyasını da çıkararak soyunma odasına girmişti.Aslında asi ruhunu ve kural tanımazlığını o anda ilk defa gerçek anlamda gözlerimizin önüne seriyordu. Portoda iken meşhur bir sözü vardı Porto’ya olan inancını belli eden: “Normal şartlar altında Porto şampiyon olacaktır; anormal şartlar altında, Porto yine şampiyon olacaktır.”
                  
             

             “Elimden gelenin en iyisini yapmaya, durumu olumlu şekilde geliştirmeye ve imajıma ve futbol felsefeme uygun takımı yaratmaya niyetliyim. En iyi oyuncular ve kibirimi mazur görün ama en iyi menajer bizde...”  İşte bu sözler ile para babası Abromovich’in takımı Chelsea’ye gidiyordu. Gerçekten nasıl bir insan olduğunu gösteren bir söz. Ancak Chelsea için yaptıklarına bakarsak ne kadar haklı olduğunu görebiliyoruz. Aslında ağzıyla kuş da tutsa Abromovich’in aklında tek şey vardı:CL şampiyonluğu… Bunun bir gazeteci tarafından hatırlatılması üzerine de yine o kibirini mazur göstererek “Lütfen küstah olduğumu düşünmeyin ama ben Avrupa Şampiyonu’yum ve özel biriyim.” demiştir. Gerçekten her konuşmasından sonra ne kadar zeki ve olayları domine etmeyi bilen biri olduğunu gösteriyor. Yine o çok sevdiği gazetecilerden birinin işinin kolay olmadığını hatırlatması üzerine “Eğer işimin kolay olmasını isteseydim, Porto’da kalırdım. Güzel mavi koltuk, UEFA Şampiyonlar Ligi kupası, Tanrı ve Tanrı’dan sonra ben...” dedi. Gerçekten bu konuşmaları önceden planlıyor muydu dersiniz?
          
          O olaylara empati kurarak bakmayı seven biri değil.Onun tek yaptığı –çok sinirlenmesi dışında- oyuncularını korumak oldu. Her zaman amacı bütün baskıyı kendi üzerine çekerek oyuncularını rahatlatmak istedi.Bir keresinde oyuna alınmadığı için kendisine patlayan Ricardo Carvalho için  “Ricardo Carvalho, bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyor gibi. Bir IQ testi yaptırmasında, ya da ne bileyim, bir akıl hastanesine başvurmasında fayda olabilir.” dedi. Bu sadece bir istisnaydı.pişman olduğunu nereden mi anlıyorum? Her gittiği takımda ilk istediği kişi o oldu da ondan. Hatta Lucio gibi bir adam Carvalho alınamadığı için İnter’e alındı.Düşünün ne denli önemli olduğunu.
           
         Onun olduğu dönemde Barca ile takımı arasında CL eşleşmelerinde inanılmaz bir çekişme yaşanmıştır- EA Games Fifa oyunlarında bile bu maçları Rivalry Game olarak nitelendirmiştir. Buna FM yapımcılarını da ekleyebiliriz.-. Hatta Del Horno’nun tartışmalı bir karar ile Messi tarafından oyundan attırılması hakkında “Barcelona, muhteşem tiyatrolarıyla bir kültür kenti. Bu çocuk da artistliği iyi öğrenmiş.” demişti. Bu çocuk dediği futbolun peygamberi olarak nitelendirdiğim Messi onun ileride korkulu rüyası haline geleceğini tahmin etmiş miydi acaba bilinmez. Aynı adam bu kez Barca teknik direktörü Rijkaard’a sallıyordu  “Benim futbol hayatımda koca bir sıfır var. Ancak onun futbol hayatı mükemmeldi, başarılarla doluydu. Benim teknik direktörlük kariyerimde kupalar varken, bu kez Rijkaard’ın elinde koca bir sıfır var.” Ne kadar haklıymış oysaki kızmıştım ona o zamanlar Barca’nın teknik direktörüydü nede olsa kutsaldı benim için.
           
      İngiltere’de beni en çok güldüren sözü ise Arsene Wenger’e idi. “Hala çocuk bakıcılığı yapmaktan takımını şampiyon yapamıyor." Arsenal’in durumunu nede güzel açıklamış değil mi?
                Bir Rosenborg karşılaşmasından sonra o da insan olduğunu gösterip istifa etti ve İnter’in başına geçti.Beni insanlık olarak en çok etkilediği olaylar burada birazdan ondan da bahsedeceğim ama önce Bologna td’si ile olan ve okullarda okutulması gereken bir dialog var.Mihajlovic onun için “Mourinho ile futbol konuşmam. futbol oynamamış birinin bazı şeyleri anlamasını beklememek lazım"  der. Karşılığında ise “Jokey olmak için önce at mı olmak gerekir?"  cevabını alır.Mihajlovic’in suratında oluşan ifadeyi merak etmedim değil.
            Gelelim az önce azıcık olsa da değindiğim nokta.O oyuncuları için her şeyi yapan biri demiştim. Baskılardan kurtarmak için onları her yola başvuruyor. Dışarıdan görünen o sert adamın yerini çok insancıl bir varlığın almasıda çok garip ancak Mourinho tam anlamıyla insanlık abidesi.Bir keresinde Porto’da ağır sakatlık geçiren genç futbolcusu için hastaneye gidip saatlerce ağladığı efsanesi su götürür cinsten. İnter ile CL finalini kazandıktan sonra Materazzi ile yaşadıklarını izleyince sizde duygulanacaksınız eminim.

            Ve benim için antipatik olan Mourinho’nun hakkında yazı yazmamı sağlayan sözü:
-Gazeteci: takım yorgun muydu?
-Mourinho: yorgun mu? günde 15 saat çalışıp ayda birkaç yüz euroyla evine dönen baba yorgun olur, biz değil...
            Evet o bir insan ve gerçekten iyi bir insan ne kadar antipatik görünse de çevresi için kendini feda eden bir insan.Sevmeyebilirsiniz hatta ondan nefret edebilirsiniz.Ancak ona saygı duymalısınız demiyorum.Saygı duymaktan başka çareniz yok çünkü.
           
             Şu an Real’in başında.Söz veriyorum o Real’den gittikten sonra ona olan sevgimi arttıracağım.Yazımı yine onun mükemmel sözlerinden biriyle bitirmek istiyorum.Barcelona deplasmanından önce kendisine gösterilecek tepkinin farkında olarak : “Salı günü sahaya maçtan önce çıkıp, kalabalığın yaratacağı duygunun tadını çıkaracağım.”
        
           

11 Şubat 2011 Cuma

Futbolun Beşiği:La Masia

Blogumun isminden ve arka planından belli olduğu gibi sıkı bir Barcelona sempatizanıyım.Gerek geçmişi gerekse çocukluğumdan beri sevdiğim yıldız isimlere sahip oluşu; aynı zamanda da 2060'ların futbolunu oynayan bir takıma sahip olmaları beni Barcelona’ya çeken ciddi nedenler bazıları..

Kısa bir girizgahın ardından asıl meseleye gelelim.La Masia… La Masia candır.La Masia Barcelona demektir. La Masia şimdilerin büyük yıldızlarının o zamanın çocukları olup bize bu resitali yaşatmaları için var olduklarını hatırlatan yerdir.Kısacası La Masia her şeydir..

Oradan yetişen kimleri saysam diye düşünüyorum. Guardiola, De le Pena, Xavi, Puyol, İniesta, Pique, Messi, Fabregas, Reina daha aklıma gelmeyen niceleri.Bir çırpıda çıkanlar bunlar. Dünyaya neler kazandırmış bu La Masia değil mi? Birazda kuruluşuna vs. şeylere bakalım.

Resmi olarak 1966’da açılmış.610 metrekareye kuruluymuş.Daha çok Barcelona dışından gelen gençlerin konakladığı yer olarak düşünülmüş başlarda.Sonraları yetenekli Katalan çocuklarda buraya alınmaya başlamış böylece güzel bir sentez oluşmuş.Bütçesi de yıllık 4.5 milyon pound civarında imiş futbolun beşiğinin.

         Çocuklar buraya 7-8 yaşlarında alınır ve kulübün mentalitesine göre yetiştiriliyor.Tabi ki buraya gelecek gençlerin seçimi için çok önemli ve geniş scouting ekibi var.Hatırlarsınız bizim Mami ailesi kabul edilmediği için gidememişti. Teknik üstünlük,zihinsel güç,sürat ve hızla çalışan futbol beyni aranan kriterlerin arasında ön sırada oluyor doğal olarak.Barca’da alt yapılarda A takım ile aynı sistemde oynar buda futbolcuların alışmasını ve A takıma çabuk  çıkmasını sağlamaktadır.

Futbol topunu ayaklarından hiç eksik ettirmiyor hocaları.22 kişilik tek pas maçları yaptırıyorlar onlara ve devamlı mevki değişerek.Bu onların empati kurmayı öğrenmesi ve oyun akışını hızlandırması demek.Bunu yapabilmek içinde tabi ki üstün bir futbol zekası ve disiplinine ihtiyaç var.Yani her önüne gelene aa getirin 22 kişilik tek pas maçı yapalım demekle olmayan şeylerdir.Unutmayalım ki oraya giren her genç kendini daha önceden ispatlamış ve yaşıtlarına göre zeka olarak çok üstün olan kişilerdir.

Alt yapı antrenörlerinin hepsi UEFA Pro Lisans sahibi.La Masia’da yaş grupları şeklinde 12 takım olduğunu da hatırlatayım.Acaba Türkiye’de kaç tane Pro Lisans sahibi teknik direktör var?


Guardiola, “Tam oynatmaya çalıştığımız biçimde antreman yapıyoruz diyor.Sürekli paslaşıyoruz, paslaşıyoruz ve topu akıllıca kullanmanın yollarını , iyi pozisyondaki oyuncuları bulmayı öğretiyoruz.Eğer bir oyuncu sağ ayaklıysa o zaman onun sağ ayağına pas atacaksınız.Ben İtalya’da da oynadım ama orada insanlar Cruyff’un bizlere öğrettiği ve şu anda Xavi , Iniesta ve Cesc’de görebildiğimiz bu ayrıntılar üzerinde düşünmüyorlardı” diyor.Zihniyet’in ne kadar farklı olabildiğini görüyor musunuz? Acaba Pep Türkiye’de bir takımla antrenmana çıksa ne olurdu? Gerçek anlamda futboldan soğuyacağını düşünüyorum.

            Klişe bir laf vardır ya “Futbolun beşiği İngiltere’dir efendim!” diye.Bende diyorum ki hayatın başladığı nokta La Masia

5 Şubat 2011 Cumartesi

Kardeşler Birbirine Benzer

             Öncelikle;Beşiktaş’ın sahada yapması gereken şeyleri Karabük yaptığı için bu başlığı kullandım.

Maç taraftarların iki takımı da tribüne çağırmasıyla çok güzel bir şekilde başladı.Kartal adına ilk 5 dakika da bir o kadar iyiydi.Sonrasında Karabük kendine geldi.Ayağı yere basarak oynamaya başladı.Maçın en özet öyküsü buydu.
            
         Yukarıda görüldüğü gibi başladı oyuna Beşiktaş.Schuster tam anlamıyla Nobre’den Alex yaratmaya çalışıyor bu düzenle.Klişe ve sevmediğim bir laf olacak ama “Nobre bir Alex değil.”Hatta daha da ileri gidiyorum kadroda Erhan Güven ile birlikte o mevkide top dağıtmasını bekleyebileceğiniz son futbolculardan biridir Nobre.Topu ileri yıktığınızda ve sürekli ön bölgede oynayarak karambol yaratırsanız o zaman Nobre o bölgede iş yapar.Bu karambol oyununu oynamak için de top sürekli ayağınızda olmalı ve oyunu kanatlara indirgemelisiniz.Ancak bugün Beşiktaş sahada neleri yapmadı dersek başta bunları sayarız ilk yarı itibari ile.Defalarca yazdığım bu takımın olmazsa olmazı şok-pres bir kez dahi uygulanmadı.Bu işin üstadı olan Almeida bile o alışıldık deparlarını maç boyunca yanılmıyorsam toplam üç kere attı.Fernandes, Guti’nin yokluğunda top dağıtıcılığı üstlenecek kişi olarak gözümüzde beliriyordu.Bunu yapamamasının nedeni ortasaha düzeni ve topla oynayan tarafın sürekli Karabük olmasıydı.Ne zaman Fernandes bir insiyatif alsa takım o zaman tehlikeli hale geliyordu.Schuster’in anlam veremediğim kadro seçimi; GBB maçındaki ortasaha düzenini bozması oldu.Bu Fernandes’i doğal olarak kötü gösterdi.Fernandes Nobre’nin pozisyonunda başlasaydı ve geride Necip seçmi yapılsaydı ileriye çok daha rahat çıkılabilirdi.Ernst profösyenel futbol hayatının en kötü performanslarından birini sahaya koydu.Top kayıpları Delgado’dan halliceydi.
            
         Karabük ilk yarıda inanılmaz gol fırsatları kaçırdı.İşin garibi beklenenin aksine o pozisyonların çoğunda Emenike yoktu.Gerçi Emenike işini oldukça iyi yerine getirdi.Toraman gibi bu ligin standartlarında bir stoper için hızlı sayılabilecek biri bile onun yanına yaklaşamıyordu.Güç,kuvvet,hız,pozisyon bilgisi üst düzey.Bitiricilik kötü olmamakla beraber çok üst düzeyde değil.Emenike rahatlıkla büyük takımlarda oynayabilecek yetenekte.O Youla gibi olur dediğinizi duyar gibiyim.Youla boş kaleye gol kaçıran bir santrafordu ve oyun bilgisi kısıtlıydı.Emenike ise tam tersine ofsayta bile zar zor yakalanıyor.Ancak tek handikap Lig Tv spikerlerinin defalarca tekrar ettiği gibi 13 golünün 12si defansın ardına atılan toplardan geliyor bu durumda akıllara Güiza realitesinin getiriyor.
            İkinci yarı daha derli toplu bir Kartal vardı; ancak yine de gol yendi.Bus eferde sazı eline Simao aldı aynı kanattan üst üste yaptığı ortalar sonuç verdi ve Deumi şanssız bir biçimde topu kalesine gönderdi.Bu dakikadan sonra Quaresma-Necip değişiklikleri oyuna tempo ve hareketlilik getirdi.Quaresma’dan ziyade Necip yaptığı top çalmaları ve aralara bıraktığı toplar ile gün geçtikçe nasıl geliştiğini bir kez daha gösterdi.Emenike-Toraman eşleşmesinin yerini de Emenike-Sivok eşleşmesi aldı.Neyse ki Sivok bu işi çok iyi kotardı.Son dakikalarda Karabük kalecisi Tomic ile ayakta kalmayı başardı.Trabzonspor maçını ve bu maçını 90 dk izleme fırsatı buldum Tomic’in gerçekten de refleksleri üst düzeyde.Yediği hiçbir golde ekstra hatası yok.
            
          Hakemi konu etmek istemiyorum ancak iki taraf adına da sonuca etki edecek kararlara imza attı.Hakemler yine tartışılmaya başlanıyor.Ne zaman hakemler tartışılmaya başlasa bu ligde ve milli takımda düşüş sergileniyor.hakemlerin artık iyi bir şekilde seçilmesi gerektiğini düşünüyorum.Cüneyt Çakır’ın yakaladığı ivmeyi devam ettirmeleri gerekiyor.Futbola darbe vurmaları değil.


NOT:Almeida’nın elde ettiği fırsatları Bobo yakalasaydı sonuç farklı olur muydu?Bence olurdu.

4 Şubat 2011 Cuma

Sıkıntı Yok...!

         Cumartesi günü Şeref Bey Stadı’nda bizleri çok güzel bir karşılaşma bekliyor.Kartal, ligin flaş takımlarından Karabükspor ile karşılaşacak.
            Hepimizin bildiği gibi Karabük Emenike gibi “Drogbavari” bir futbolcu ile bugünlere geldi. Emenike için Karabük, Karabük içinde Emenike bir dönüm noktası oldu.Emenike’nin sırt numarasından bu takımı ne kadar sevdiği anlaşılıyor.Emenike’nin ne tip özelliklere sahip olduğunu buradan uzun uzadıya anlatmayacağım. Zaten hepimiz az çok aşinayız ona.
        
            Emenike’nin başarısını arttıran Kiev tozu yutmuş Florin Cernat uzun süredir devam eden sakatlığından dolayı bize karşı da oynayamayacak. Gerçekten önemli bir futbolcu.Onu Karabük gibi bir şehre getirmek de ayrı bir transfer becerisidir kutlamak lazım.Bu arada FM’ciler bilirler Kerlon’a dirsek atıp 120 gün hak mahrumiyeti alan Coelho’da Karabük’e transfer oldu.Zamanında Brezilya milli takımı forması giymişliği de vardır.
            Karabükspor’un çok açık bir futbol oynayacağını düşünmüyorum.En azından ilk yarı kontra-atak futbolu düşüneceklerdir.Özellikle de ellerinde Emenike gibi bir silah varken bunu yapmalarını sorgulamamak gerekir.İşin doğrusunu söylemek gerekirse bu taktiğin hakkını veriyorlar. Eğer Beşiktaş skor üstünlüğünü yakalayamazsa her geçen dakika daha çok açılacaktır.O bildiğimiz “1 puan bize yetmez! Olursa 3 olsun aşağısı bizi kurtarmaz!” tavırlarıyla deyimi yerindeyse çılgınlar gibi hücum edecektir. Bunun yaşanmamasını diliyorum.
            

       Gelelim Beşiktaş açısından kadroya.Bildiğiniz gibi Ersan ve Cenk uzun süre oynayamayacak.Buna birde İBB maçında dayak yiyen Guti’de eklenince takım bir anda üç önemli futbolcusunu kaybetmiş oluyor.Kilit nokta burada Schuster’in tercihi.Guti’nin yokluğun da Fernandes o görevi alacaktır.Ancak Fernandes’in önünde Nobre oynayacak olursa ortasaha daha yumuşak kalacaktır.Nobre her ne kadar geriye dönmeye çalışsada bunu beceremiyor.Eğer GBB maçında olduğu gibi 4-3-3 dizilişiyle oynayıp yani Fernandes-Ernst-Necip üçlüsü ortasahada olursa mutlak üstünlük Kartalın elinde olacaktır.GBB maçında harikalar yaratan Hilbert de böylece kontenjana kurban gitmiş olabilir.
            
       Bu sistemin en önemli yapı taşı şok-presdir.Bunu defalarca belirttim; yine belirtmek istiyorum.Eğer Kartal bu şok-presi yayarsa her karşılaşmasını iddia ediyorum rahat bir biçimde kazanır.Eğer uygulamaz ve sekteye uğratırsa farklı mağlubiyetler bile gelebilir.Her ne kadar hücum futbolunu sevsek de yeri geldiğinde iyi defans yapmayı da bilmeli.
            Bizleri yine gollü bir maç bekliyor.Umarım Schuster’in bakış açısıyla çok golü atan taraf biz oluruz.Ne olursa olsun isterse bu maçı kaybedelim saldıran, aç, oyunu domine etmeye çalışan her şeyden önemlisi izleyene zevk veren futbol oynayan Kartalımı izleyeceğime eminim buda bana yeter.



NOT:Cesurlar bir gün, korkaklar her gün kaybeder…

2 Şubat 2011 Çarşamba

Manny,Ernst ve Hırs Küpleri...

           Haftasonu oynanan ve mağlubiyetle kapatılan bir maçın ardından 5’lik bir galibiyet takıma çok iyi gelir diye düşünüyorum.Muhtemelen yarı finalde Kartal.Yarı finaldeki rakip de yarınki maçtan sonra büyük ihtimalle şekillenir.
            Bu maçın skoru ne bizim için tur haricinde önemli ne de oynanan futbol bir anlam ifade ediyor.Ancak gözle görülen bazı şeyler var ki ben bunlara değinmek istiyorum.
            Öncelikle Cenk’in sakatlığından sonra yerine kale eğer sakatlığı yoksa Rüştü’ye bırakılmalı diye düşünüyorum.Eğer Schuster Hakan konusunda ısrarcı olursa yeni puan kayıpları dibimizde olur.Bir diğer nokta Hilbert-Ekrem uyumu.Bu uyumun nedeni mental anlamda değil.Pek doğal olarak iki futbolcunun da mental olarak futbolları birbirlerine uyuyor ancak daha önemlisi ikisinin de maraton koşucusundan hallice ciğere sahip olması ve buna ek olarak birer hırs küpü olmaları.Özellikle Hilbert tam anlamıyla bir kanat oyuncusu savunmasına nasıl yardım ediyor onu gösteren bir örnek.Zorlu Avrupa maçlarından Schuster bu ikiliyi kullanır mı? İşin doğrusu fena olmaz.
           
        Gelelim Manny’e…Fernandes gerçekten iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor.Eğer bir sakatlık yaşamazsa çok büyük ihtimalle tapusu alınacaktır.En önemli özelliği top saklaması.Topu ayağına yapıştırıp slaloma çıkıyor adeta.Tekniği ve oyun görüşü Guti kadar olmasada ortalamanın çok üstünde.Galiba bu transferin amacıda belli olmuş oldu.Guti’ye çok iyi bir alternatif kadroda bekliyor.Oyunun özellikle ofans yönü olmak üzere defans bölümünü de iyi bir şekilde götürüyor.Ancak anlam veremediğim tek nokta.İBB maçında Aurelio gibi savaşçı bir ortasaha oyuncusunun kırmızı kart yedikten sonra oyuna atılan ismin Ernst değil de Fernandes olması.Çünkü Aurelio FM taibiriyle ifade edersek DMC oyuncusu olarak görev yapıyor.Fernandes ise tam bir CM oyuncusu ve defansif atraksiyonlarda Ernst kadar iyi bir şekilde oyunu süzemiyor.Buradan yola çıkmak istediğim konu Ernst’tir.Ernst bu takımın olmazsa olmaz bir oyuncusudur.Özellikle Avrupa maçlarında Schuster onu kullanmak mecburiyetindedir.Bugün ilk golde Bobo’ya verdiği pas gibi çok pasını görebiliyoruz.Hem disiplini hem de gücü ile Ernst bu takımın emniyet sübabıdır.Onu kesmek açıkçası çılgınlıktır.
           

     Değinmek istediğim bir diğer nokta takımın dizilişi.Acaba Schuster ligin bir provası olarak mı bu taktiği uyguladı.Çünkü forvet arkası tarzı oynayan ve hedef santrafora yardım eden bir kişiden ziyade ortasahanın en gerisine yardım eden Fernandes’i kullandı.Görünüşte 4-2-3-1 olan oyun planı bundan dolayı 4-3-3’e döndü değişik bir stilde oyun oynandı.Bu “önlem” hem şok-presi güçlendirmek için hem de defansa daha çok yardım edilmesi için kullanılmış olabilir.
           
      Bobo’ya gelince yalandan Almeidavari birkaç şok-presi uyguladı.2 gol atmasına rağmen çok top ezdi.Belli ki yedek kalmak onu soğutmuş.Zaten o oynadıkça ve gol attıkça açılan bir santrafor.Bobo gibi bir değeri kaybetmek delilik olur.Umarım en yakın zamanda hem sözleşmesini imzalar hem de form tutmaya başlar.Yoksa o klasik “Bobo sevincini” başka formalar altında görmek zorunda kalabiliriz.


NOT:İsteksiz oynasa da yaptığı akıl dolu free-kick vuruşundan dolayı Quaresma'yı ayakta alkışlıyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...