Dünkü yazıda belirttiğim gibi bu gece Galatasaray'ın sahne almasıyla birlikte taraflı tarafsız tam anlamıyla Şampiyonlar Ligi moduna girmiş olduk. Yalan yok, maçtan önce çalan "Champions League Theme Song" tüylerimi diken diken etti. Altı yıl aradan sonra gelen gruplar ise Galatasaray takımı ve taraftarını da doğal ve iyi anlamda bir açlığa itiyordu.
Açlık kaleci Muslera'dan başlayarak, teknik kadronun başı Fatih Terim'e kadar ve hatta oradan Scott Piri'ye, işi biraz daha abartalım kulübün çaycısına -en az Fatih Terim kadar saygı duyulası şahıs- kadar etkilemişti. Altı yılın verdiği o paslanma ilk on beş dakikada Manchester United'ın en azılı aksiyon filmlerinde görmediğimiz adrenalin duygusunu taraftara yaşatması ile kendini tam anlamıyla belli etti. Takım tam anlamıyla bocalama sürecindeydi. Nitekim gol de yenildi. Golden sonra gelen o dip nokta da kısa sürede savuşturulunca artık Galatasaray daha cesurca oynamaya başladı. Nordin Amrabat'ın direkten dönen topu da "Ulan biz bu işi yaparız." mesajını vermiş olsa gerek ki o dakika itibari ile önde baskı daha etkili, paslar daha bilinçli, ileri çıkışlar akil biçimde yapılmaya başlandı. Net bir biçimde söyleyebilirim ki aynı zamanda denk oyunun sinyalleri de o pozisyondan sonra gelmeye başladı. Orta sahada Felipe Melo'nun Selçuk İnan'a tabiri caizse yük olması haricinde -Valencia'nın sol kulvarı hakikaten E-5'e çevirmesine olağan bakıyorum.- takım "çatır çatır" oynamaya başladı. Hamit'in sazı eline alması ise bambaşka bir olay. Transferindeki ana etkenin Edirne'den ötesi olduğunu ispatladı ve adeta ben buraların oyuncusuyum dedi. İkinci yarı itibari ile kaçılması imkansız gümbür gümbür gelen ManU atakları devam etti lakin Fatih Terim de takımın cesurluğundan dem vurup Emre Çolak ve Aydın Yılmaz gibi isimleri sahaya attı. Old Trafford deplasmanında bu iki ismin oyuna girmesi kadro derinliğinde nitelik sıkıntısı olduğunu gösterebilir fakat ben o kısımda değilim. Terim'in ilk onbir dahil sayıca fazla olarak yerli oyuncuları cesurca oynatması çok daha önemli bir nokta. Şanslı olsalar puan çıkarabilecekleri ortamdan umut verici oyun ile dönmek fena sayılacak ve es geçilebilecek bir kazanım değildir. Önemli...
Otuz yedilik Paul Scholes'un oyununun muazzamlığından dem vurmazsam rahat hissetmem. Yaş ile oynadığı oyunu kefeye koyunca değme on dokuzluklara taş çıkartıyor. Galatasaray'a en büyük darbe Scholes'tan geldi. Partneri Michael Carrick ile birlikte Selçuk ve sadece bedenen oyunda olan Melo'ya karşı üstünlük kurmaları çok da yadırganmamalı. Selçuk'un asıl performansını ilerleyen Şampiyonlar Ligi maç günlerinde daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır. Grubun diğer maçında ise Rafael Bastos'un yıldızının parladığı maçta Cluj'un deplasmanda Braga'yı 2-0 mağlup etmesi ise dişe dokunur bir sürpriz sayılabilir. Bu galibiyet Braga'yı ikinci plana atabileceği gibi Cluj'un da dahil olabileceği bir ikincilik yarışına ortam hazırlayabilir. Galatasaray bu inancı sürdürürse iki takımında şansı olduğuna inanmıyorum fakat aman dikkat!
Gecenin diğer karşılaşmaları ilginçliklere sahne oldu. Özellikle bir takımın altını çizemeyeceğim ama beni en çok heyecanlandıran gelişme BATE'nin turnuvaya hızlı girişi oldu. Fransa deplasmanında üç gollü bir galibiyet almak önemli bir iş. Alyaksandr Valadzko'nun dikkat çekici performansı var. Dikkat diyelim. Spartak'ın da Camp Nou'da Barcelona'ya kök söktürmesi garip bir iş. Cristian Tello'nun muazzam bir performansı olmuş. Pique'nin sakatlanması ve Shakira'nın hüzünlenmesi de açıkçası gecenin en üzücü olayıdır gözümde.
Gecenin etiket karşılaşması ise şüphesiz Chelsea ile Juventus arasında oynandı. Son şampiyon Oscar'ı tam anlamıyla bu gece futbol dünyasına tanıttı. İkinci gol muazzam. Juventus'un geri dönüşü de bir o kadar güzel.
Yarın da Avrupa Ligi'ne başlıyoruz. Yarının etiketi de Fenerbahçe-Marsilya. Fransızlar iki adım önde...
Ufuk Tolga Aldırmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder