Bazı futbol karşılaşmaları aslında domino etkisi yaratır. Devamında getireceği şeylerden habersiz bazen aldığınız bir galibiyete sevinir ya da mağlubiyet ile kendinizi yerden yere vurursunuz. Hele ki taraftar -buna büyük ihtimalle kendim de dahilim- bu galibiyet veyahut mağlubiyetlere uzun metrajlı bakmak istemez. Çünkü zor gelir. O sevinç ya da hüzün sizi bir süreliğine kilitler. Sonrasında ne gelecektir, pek umursanmaz.
2007'nin Ağustos sonu Eylül başı gibi çekilen Şampiyonlar Ligi kurasının biz Türkler açısından bir mikro bir de dünya çapında -haliyle- makro bir sonucu olacaktı. Dönemin en önemli baş seviye takımlarından Liverpool, kura şansı pek olmayan -Kenan Öner'i anmadan geçemeyeceğim- temsilcimiz Beşiktaş'ın grubuna düşecektir. Beşiktaş için Porto ve Marsilya'nın da çekildiği grup pek de iç açıcı olmayacaktır.
Takvimler 24 Ekim 2007'yi gösterir. 21.45'te başlayan mücadele şimdilerde bir tarih olan İnönü Stadı'nda tıklım tıkış bir kalabalık önünde oynanır. Hiç unutmam, terör olayları neticesinde verilen çok sayıda şehit neticesinde siyah forma ile sahaya çıkılır. Dönemin umut vaad eden ve bir anda baş tacı yapılan genç yıldızı Serdar Özkan ile gol perdesi açılır. Beşiktaş'ın halihazırda Avrupa kupalarındaki en golcü ismi olan Bobo da ikinci golü atar. Dönemin flaş(!) transferlerinden Federico Higuain'in dahi muhteşem gözüken oyunu taraftarı mest eder. Spikerler coşar, takım coşar. Son dakikalara doğru Liverpool kaptanı Steven Gerrard'ın atacağı gol "Ulan yine mi gidiyor?" denilen maçın son golü olarak kayıtlara geçecektir. Hep sevmişimdir, Claus Bo Larsen'in son düdüğü gelir. Efsanevi, yıllar sonra anlatılacak bir galibiyet elde edilmiştir. Oysa ki bu karşılaşma yukarıda da belirttiğim o taraftar kitlesinin hiçbir şeyi umursamayıp sadece sevindiği karşılaşmalardan biridir. Gerisi düşünülmez. Zordur, haktır sevinmek. Dile kolay Liverpool'a karşı alınmıştır galibiyet.
Sıra rövanşa gelir. Kendi basınlarında çıkan küçük düşürücü betimlemeler Liverpoollu futbolculara dokunur. Formdadırlar. Beşiktaşlılar ise zor bir süreçten geçerler. Fenerbahçe derbisinden mağlubiyetle çıkılır. Yönetim cıvıtmıştır. Meşhur "PAF takımla çıkarız!" tehditi gelir. Hiç sürüklenilmemesi gerekilen bir kaos ortamı oluşturulur. Dışarıdan değil, bizzat içeriden. Akıl küpü(!) yöneticiler yine yapacaklarını yaparlar.
İngiltere deplasmanına gidilir. Maç hafif tabir ile berbat geçer. Liverpool 8-0 kazanır. Bu kez İngiliz basını zafer sarhoşudur(Bir Türk takımına karşı alınan galibiyetten ne kadar tatmin olurlar, orası belirgin tabii.). İngilizler intikam almışlardır. Yine girişte belirttiğim o sevinç İngilizler tarafından yaşanırken, hüzün de yine bizler tarafından icraa edilecektir.
Tüm bunlara karşın "hayat devam ediyordur". İki takımın ortak kaderi de bu noktadan sonra çizilir. Liverpool o sezonu Şampiyonlar Ligi yarı finalisti ve İngiliz Premier Ligi'ni dördüncü olarak; Beşiktaş ise ligi ikinci Fenerbahçe ile eşit puanda üçüncü basamakta tamamlar. Ertesi sezon Beşiktaş son şampiyonluğunu ve Türkiye Kupası'nı alıp çifte kupalı sezonu yaşar. Liverpool ise ikinci olarak şampiyonluğa son zamanlar hiç yaklaşmadığı kadar yaklaşmıştır. İki takım da kendi zirvesine ulaşır. Artık çöküş dönemi başlamıştır. Beşiktaş Şampiyonlar Ligi'nden derin darbeler alıp elenirken ligi dördüncü basamakta bitirir. Liverpool ise Şampiyonlar Ligi'nden grup seviyesinde elenirken ligi de yedinci sırada bitirir. Ertesi sezon beş ve altıncı sıralarda bitirilen lig ve Avrupa'dan iki takım adına da beklenenden erken birer eleniş gelecektir. Beşiktaş adına bir Türkiye Kupası mevcuttur. Geçtiğimiz sezon ise dört ve sekizinci sıralarda bitirilen lig, Beşiktaş adına Atletico Madrid hezimeti, Liverpool adına ise bir Lig Kupası şampiyonluğu söz konusudur.
Tarihi ile övünen iki kulübün gittikçe vasatlaşmaya başladığı günümüzde ise durum yine hiç iç açıcı değil. Beşiktaş'ta "Feda" sezonu yaşanırken Liverpool Brendon Rodgers ile Avrupa'da boy gösterememenin sıkıntısını yaşayacak. İki takımın da kendi çapıyla paralel mali sıkıntıları ve sıradanlaşan kadroları mevcut. Bunan karşın daha da tutkuyla bağlanan taraftarlar var. "Elde var bir", en azından.
Tarihe geçen birer galibiyet ve sonrasında çizilen ortak kader. Kim bilir? Belki de iki takımın da tekrar dirilişi aynı döneme denk gelecektir. Şu sıralar en kederli futbol taraftarı hem Beşiktaş hem de Liverpool ile gönül bağı olan sevgili Ali Ece ağabeydir. İlişmeyiniz efendim adama.
Şaka bir yana, bizler de kabuğuna çekilmiş vaziyetteyiz. Bekliyoruz efendim, bekliyoruz. Yahya Kemal'in dediği "Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden."
Ufuk Tolga Aldırmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder