12 Aralık 2013 Perşembe

Multikültürel Devrim



Belçika... Yüz ölçümü bakımından Konya, nüfus bakımından da İstanbul kadar olmayan küçük ama bir o kadar da acayip bir kültürü içinde barındıran bir ülke. Hemen hepinizin bileceği gibi Valonlar ve Flamanlar olmak üzere iki ayrı ana etnik yapının odağındaki Belçika, komşuları gibi fazlaca göç çekmiş olan ve böylece kültürel zenginliğini ikiyle çarpmış bir ülke olarak nitelendirilebilir. Ana hatları ile basitinden bu şekilde çizebileceğimiz Belçika'nın futbol tarihi dillere destan başarılara sahne olmasa da her daim Avrupa'nın renkli ülkelerinden biri oldu.

Geçmiş dönemde Enzo Scifo, Eric Gerets, Jean-Marie Pfaff gibi isimleri çatısında toplamış olmasına karşın yakın tarihte sürekli olarak "geçmişini arayan futbol ülkesi" olarak addedilmekten bir türlü kurtulamayacaklardı. Son büyük turnuvasını üçüncü olarak tamamladığımız 2002 Dünya Kupası ile yapan Belçika nekahat dönemine çekilecekti. Hem milli takım hem de kulüp bazında bir türlü istenilen noktalara gelinememesi ve major liglerin gerisinde kalınması sebebi ile şapkayı öne koyup düşünme zamanı da aynı anda gelecekti. İşte bu dönemde devreye Belçika Futbol Federasyonu Futbol Direktörü Michel Sablon girecekti.

Sablon tecrübeli bir isimdi. 1986 Meksika, 1990 İtalya ve 1994 ABD Dünya Kupaları'nda teknik kadroda yer alması bu tarz organizasyonların tozunu fazlasıyla yutmasını sağlayacaktı. Bu tecrübenin yanında bir de devrimci ruhu ile Belçika Futbolu'nun Hasan Tahsin'i olmaya soyununca işler değişecekti. Kültürel bağlarının olduğu, kendilerine göre son derece köklü birer futbol kültürü ve sistematiğe sahip olan Fransa ile Hollanda'yı incelemeye koyulacaktı. Kendi doğrularını bulma peşinde giderken, atacakları adımları yakın zamanda atmış olan Almanya'yı da bu listeye ekleyecekti. Bu incelemeler kağıt üzerinde kalmadı ve diğer ülke federasyonları ile iletişime geçti. Sürekli hale getirdiği bu istişareler devrimin fikri oluşumunu sağlayacaktı. Bu aşamanın ardından kendi yetkileri çerçevesinde Belçika Futbol Federasyonu yetkilileri ile toplantılar yapmaya başladı. Kafasındaki planı bir bir açıkladı. Buna göre milli takım, kulüpler ve antrenörlerin kalifiye biçimde yetiştirileceği okullara yönelik çalışmalar yapılacaktı. İlk aşama ülkemizin de en büyük problemlerinden biri olduğunu düşündüğüm antrenörlerin üzerine eğilerek gerçekleştirilecekti. Az önce de belirttiğim gibi akademiler ile hem mevcut hem de yetişmekte olan antrenörlere seviye atlatılıyordu. Bunun ardından kulüplerin yapısı irdelendi. Sablon'un modern futbol anlayışına göre kulüpler, en azından  U18 seviyesinden itibaren A takıma kadar 4-3-3 sistemi ile oynamalıydı. Bunu kulüplere empoze etmek kolay değildi. Haliyle pragmatist yaklaşıp kazanma eğilimindeydiler. Özellikle Anderlecht ve Standard Liege'i bu konuya ikna etmek kolay olmayacaktı. Sablon kulüp yetkilileri ile orta noktayı bulup kazanmaktan ziyade kazan-kazan metodu üzerinde anlaştı. Eğer işler yolunda gidecek olursa alt yapıdan gelen isimler ile birlikte hem başarı hem de kulüp kasası bazında kazanç sağlanması işten bile olmayacaktı. Son nokta ise milli takımdı. Milli takımda gelişim sağlanması için alttan gelecek yeni oyuncular bekleniyordu. Tabii bunun için çeşitli çalışmalar da yapılıyor, boş bir şekilde zaman geçirilmiyordu. Sablon yaptığı şeyden emindi. Gereken tek şey zamandı. Belirli bir süre geçtikten sonra işin içine biraz bilim katıldı. İlgili akademisyenler eşliğinde binlerce karşılaşma analiz edildi. Amiyane tabirle eşek sağlam kazığa bağlanacaktı. Bunun sonunda ilk doneler de elde ediliyordu. Belirli bir oyuncu grubu yakalanacaktı. Thibaut Courtois, Marouane Fellaini, Axel Witsel, Steven Defour, Romelu Lukaku gibi yurt içinde yetişen yıldızlar ile Fransa'da altyapı eğitimini alan Eden Hazard ve Hollanda'da yine altyapı eğitimi almış olan Moussa Dembele, Nacer Chadli, Toby Alderweireld gibi isimler ile altın jenerasyon yakalanacaktı. Bu jenerasyonu yakaladıktan sonra işler durmadı. Aksine çığ gibi büyüyerek gelmekte. Michy Batshuayi, Youri Tielemans, Thorgan Hazard, Dennis Praet ve Yannick Ferreira-Carrasco gibi isimler de bağıra bağıra yollarına devam etmekte.

İşin özünde gizli olan akıl. Sablon önderliğinde Belçika bu akıl yardımı ile rasyonel adımları attı. İşin içine bilim de girdiği zaman olumlu geri dönüş almamak neredeyse imkansız hale geliyordu. Şimdi ekinin biçilme zamanı. Marc Wilmots'un çalıştırdığı Belçika 2014 Brezilya'ya giderken taraflı tarafsız herkesin sempatisini de kazanacaktı. Orada neler yaşanır bilinmez. Belki çok şanslı olup kupayı bile kaldırabilirler ya da belki o şans yüzlerine gülmez ve grup aşamasında elenirler. Sonuç ne olursa olsun Sablon onları, üniversitede bölüm birincisi olan çocuğun babası gibi mağrur bir gurur ile izleyecektir. Yarattığı tablo kendisi, ülkesi ve daha da önemlisi futbol tarihi için önem arz etmekte.

Ufuk Tolga Aldırmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...