Futbolun dibe vurduğu şu sezonda en kaliteli maçı dün akşam izlediğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Gerçekten iki tarafta eksiğiyle, gediğiyle bu maçı kazanmak için varını yoğunu ortaya koydu. Mücadele ise mücadele, kalite ise kalite, futbolsa futbol… Sahada her şey vardı kısacası. Hatta saha dışında da eşine son derece zor rastlanır cinsten olan olaylar da oldu. Fenerbahçe taraftarının o şekilde sahaya girmesi kendilerini dahi şaşırtıyordu. Bunun yanı sıra 90. Dakikada sahaya atılan, Van’a gönderilecek atkılar… Taraftar gerçekten muazzam bir görüntü oluşturdu.
Saha içine tekrardan girecek olursak Beşiktaş yine 4-3-3 ile sahaya diziliyordu. Aşağıda net bir şekilde maç boyunca oluşan dizilişi göreceksiniz:
Burada önemli husus artık Carvalhal’in 1-2 gerekli değişiklik haricinde kazanan ve doğru şeyleri uygulayan takımı bozmamasıdır. Kısacası ideale çok yakın bir kadro ile sahaya çıktı Kartal. MİY maçından sonra Necip-Aurelio değişikliği göze çarpıyordu. Burada çok bariz bir şekilde maçı izleyen herkes görmüştür; Aurelio ile Alex kilitlenmek istenmiştir. Nitekim kilitlenme olayı tam anlamıyla becerilemediyse de hızı azami düzeyde tutulmuştur. Bu yüzden Carvalhal’in hanesine koca bir tik atabiliriz. Doğru tercihtir. Yine Almeida’nın tam anlamıyla iyileştiği yerde Pektemek’in sahada olması garipsenmiş olabilir ki haksız da sayılmaz bu kişiler. Maç başlamadan önce herkesin kafasında beliren koca bir “Acaba?” sorusu yok değildi. Bana göre Pektemek üzerine düşen her görevi yerine getirdi. Tek eksiği goldü. Sağa-sola deplase oldu, ileride arkadaşları gelene kadar topu tuttu, iyi de oyunu genişletti vs. Bu konuda da Carvalhal’i eleştirmek haksızlık olur kısacası.
Bir diğer önemli husus artık takımın belirli hatlarının belirginleşmesi. Örneğin Beşiktaş’ın defansı dediğimizde artık çok net bir şekilde o dörtlüyü sayabiliriz. Bu gerçekten görüldüğünden daha önemli bir şeydir. Özellikle defans hattının sürekli oynaması savunma anlayışının oturması anlamına gelmektedir. Keza stoperler, defansif orta sahalar ve forvetin sürekli halde oynaması takım iskeletinin oluşması anlamına gelmektedir. Yavaş yavaş bu da oturmakta. Sivok-Egemen uyumunu Ernst-Veli-Aurelio(Necip) ile de kazanmak gerekir diye düşünmekteyim. Bu üçlü adeta Portekizlilere futbol mücadele edilmeden kazanılmaz dediler gösterdikleri performanslar ile.
Fenerbahçe’ye gelecek olursak beklenmedik bir durum göremiyoruz. Aykut Kocaman’ın “taktığı” isim Stoch haricinde şu oynamalı denilen bir isim daha yok yedek kulübede. Burada da ilk on biri ezberleten Aykut Kocaman’a helal olsun demeden geçemeyeceğim. Klasikleşmiş gibi görünen on bir aslında istikrarı ve devamlılığı simgeliyor. Bu da takım olmanın olmazsa olmaz iki maddesidir ki Fenerbahçe’nin Beşiktaş’tan üstünlüğü de işte tam burada netleşiyor.
Maçın ilk 15 dakikalık dilimi Beşiktaş’ın gerçekten iyi oynadığı ve bariz üstünlüğü ile geçilirken son yıllarda gördüğümüz en güzel gollerden birini Simao Volkan’ın kalesine yolluyordu. Gerçekten bu golü tarif etmek için kelimeler kifayetsiz kalıyor. On numara, süper, harika ötesi, muhteşem… Yok hayır gerçekten ifade edemiyorum. Golün güzelliğinin yanı sıra geldiği dakika ve atan isim de Beşiktaş için büyük önem arz ediyordu. Simao’ya attığı bu gol ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu hatırlatan cinstendi. Ateşleyici unsur olmuş olsa gerek ki maç boyunca teknik-taktik ne varsa kusursuz bir biçimde yerine getirdi. Ekstraları da yaptı tabii şut gibi, ara paslar gibi. Golden sonra Fenerbahçe’nin daha fazla ileri düşünmesi avantajı Kartal’a geçirebilirdi. Ancak bu böyle olmadı. Takım halinde(Quaresma hariç) gömülen Kartal alan savunmasını uygulamaya çalışıyordu. Çalışıyordu dedim çünkü buradaki Quaresma’dan kaynaklanan eksiklik tüm takımı etkiliyor ve dakikalar geçtikçe daha fazla aksayıp, kalelerinde pozisyon görüyorlardı. Burada MİY maçında olduğu gibi yine Cenk devreye girip sorunun büyümesini önledi. Tribündeki Hiddink’e de resmen “Sıkıyorsa beni çağırma!” mesajını da yolladı. Fenerbahçe yüklenirken Quaresma’nın bulunduğu kanadı tercih ediyordu. Quaresma hangi kanada geçerse onlar da o kanattan bekli-kanatlı hücum ediyordu. Bu hücumların neredeyse hepsi işe yaradı dersek yanılmayız. Geçen sene Ekrem’in deyimi yerindeyse pertinin çıkmasına neden olan Quaresma dün de Hilbert’i astırabilirdi. Hilbert her zamanki mücadeleci ruhu ile ne kadar bu açığı kapamaya çalışsa da çıkana kadar Caner’in maçın yıldızı olmasına da neden oluyordu. Ki burada hata tamamı ile Hilbert’indir demek kolaycılıktan başka bir şey olamaz.
İkinci yarı da hemen hemen ilk yarının kopyası gibi başladı. İlk 15 dakikalık kısımda Beşiktaş bariz üstünlüğü kurup, pozisyonlar da elde etti. Belki onlardan birini atabilseler maç çok farklı bir biçimde bitecekti. Ancak futbolda maalesef belkilere yer yok. Bu dakikalardan sonra Fenerbahçe gol bulmaya çalışırken daha fazla açık verdi ancak hem ileride bariz bir biçimde çoğalamama hem de Quaresma’nın ezdiği toplar sebebiyle gol bulmak zor hale geldi. Maçın başından beri o kanattan bir şeyler olacağının belli olduğu halde yenilen ilk golün mimarı da Caner’di. Golün gelmemesi gibi bir olasılık yoktu. Aykut Kocaman çift planlı oyun sisteminin ikinci bölümünü Özer-Stoch ikilisini oyuna sokarak icraa ediyordu. Caner’in çıkması özellikle Hilbert’e bir nefes aldırmıştır. Giren Stoch Caner’i arattı dersek yanılmış olmayız. Aynı dakikalarda Pektemek-Almeida değişikliği de geliyordu. Beraberlikten sonra bocalama evresini Kartal çabuk atlattı ve bekleme konumundan çıkıp topu ayaklarına almak için daha fazla çabaladı. İleride çoğalma sorunu devam etmesine rağmen bireysel çabası ile Quaresma golü yoktan var etti. Almeida da kaliteli bir kafa vuruşu ile golünü attı. Özellikle Edu’yu gördükten sonra Almeida adeta ilaç etkisi yaratıyordu. Birçok hava topunu başarıyla orta sahaya indirip pozisyon hazırlanmasına yarar sağladı. İkinci golün gelmesi ile birlikte yorulan Fenerbahçe’nin de katkısı ile artık maç geliyor diyebiliyorduk. Fenerbahçe dönen topların hiçbirini alamıyordu ve üst üste pozisyonlar bulmamıza sebebiyet veriyorlardı. Kaderin cilvesidir Quaresma’nın çıktığı her maçtan sonra ya gol yenmiş ya da gol yemekten son anda kurtulmuştur Kartal. Holosko’nun girişinden sonra boş alanları iyi değerlendirir diye ümit ederken Baroni’nin serbest vuruş golü geliyordu. Baraj hatası denilebilecek bir gol maalesef Cenk’in maç boyunca yaptığı tek hata oldu. Bu hata da pahalıya patladı. Kaleci olmanın makus talihi bu olsa gerek.
Oynanan futbol beraberliğin ideal olduğunu gösteriyordu. İbre kimden yanaydı derseniz tereddütsüz Fenerbahçe derim. Beşiktaş’tan üstün bir takım oldukları gerçeği yadsınamaz. İnönü’de yine istediklerini alıp gidiyorlardı. Lucescu mantığıyla yaklaşacak olursak kazanamıyorsanız kaybetmeyeceksiniz. Bu bakımda kazanılmış bir puan olarak bakabiliriz. Bunları bir tarafa koyarsak Beşiktaş son iki maçta gerçekten büyük gelişme sağladı. Hem takım olma konusunda hem de kazandığı puanlar ile. Bu haftaya kadar umut yoktu ancak artık yeşillenmiş tohumlarımız var. Umarım böyle sürer. Play-Off sisteminden dolayı rahat olabiliriz. O zamana kadar bu takım üstüne çok koyacaktır. Lig şampiyonluğu uğruna diğer kulvarlardan da vazgeçilebilir. Buna kayıp gözüyle bakmamalıyız. Tabii bir UEFA şampiyonluğunu kim istemez ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder