2 Aralık 2011 Cuma

Futbolun Emekçisi:Roberto Hilbert

Hayatta insanları harekete geçirecek bazı şeyler veya olaylar vardır.Bu şeyler ve olaylar insana itici bir güç oluşturur. Burada bahsettiğim şeyler ve olaylar Bloomfield’de Roberto Hilbert idi. İnanılmaz bir özveri ve çalışkanlıkile oynadı.Gerçekten futbol anlamında kapasitesinin sınırlı olmasına rağmen hırsı, isteği ile dengeliyor. Takıma katkısı gerçekten bu yönde inanılmaz. Öyle ki kendimi bir an sahada beş Hilbert varmış gibi hissettim. Orta yapan Hilbert, ters kademeye giren Hilbert, şut atan Hilbert,kaleden top çıkaran Hilbert… Adeta sahadaki arkadaşlarını utandırdı. Tabiri caizse gaza getirdi! Sanki üstlerine ölü toprağı atılmışçasına uyuyan takımını silkeledi. Evet Hilbert’e övgü girizgahından çıkıp maça dönelim. Neden bu girişi yaptım derseniz Hilbert’in böylesine takımı benimsemesi ve çabalaması beni gerçekten etkiliyor. Ernst ile birlikte sahadaki “Beşiktaş” gibiler.

Evet, açıkçası beşinci sınıf bir takıma karşı Beşiktaş’ın oyuna bu kadar pasif ve durağan başlaması beni şaşırttı dersem abartmış olurum. Maç seçen oyuncu güruhu yine iş başındaydı. Nasıl olsa biz bunları yeneriz havasında olmaları maalesef ki kendini çok net gösteriyordu. Daha önce yaşadığımız şeylerin tekrir etmesine neden oldu nitekim. Neyse ki Hilbert gibi “aklı başında” futbolcular sayesinde oyunda kalmayı başardılar. Akınlar yapmaya başlandı. Elde bulunan Fernandes gibi top üstadları ile doğru zamanda doğru topları doğru kişilerle buluşturulmaya başlanılması Quaresma’nın muhteşem volesini beraberinde getirdi. Gol zamanlama açısından da mükemmel bir goldü.

İkinci yarıya önde başlayan Kartal yine Fernandes’in adeta topu tokatlarcasına yaptığı ortada Toraman’ın kafasıyla ikinci golü buldu. Artık rahatça bir galibiyet alınır diye umut ediyordu herkes. İleri çıkan Tel-Aviv ve cömertçe kontra atakları harcayan Kartal… Sarı Fırtına’nın yorumlarını hatırlayın lütfen. “2-0’ı yakalamışsın, tüm avantaj elinde. Topu ayağında tut be kardeşim!” İşte Tel-Aviv’in dönüşünü bu yorum çok net açıklıyor. Zaten Türk takımlarının kronik hastalığı olan “öne geçince skoru tutamama” hortlamaya meyilli. Niçin bu kadar ürkek oynandığına akıl sır erdiremiyorum maalesef. Tamamen dikkatsizlik ile yenilen ilk gol ve en temel futbol kurallarından biri olan “şut açısı verdirmeme”yi uygulayamamaktan ötürü gelen ikinci gol…

Gelen beraberlikten sonra kanser dakikaları başlıyordu. Sazı eline alan Quaresma’nın bireysel çabaları ile Almeida’ya hazırlanan pozisyonlar Almeida gayet laubali bir şekilde harcıyordu. Neyse ki bizim Quaresma’mız var… Resmen Beşiktaş’a hayat verdi. Yeteneklerini çok soğukkanlı bir biçimde kullanarak inanılmaz bir gol kaydetti. Yine Metin Tekin’in dediği söz ön plana çıkıyordu burada: “Bu yetenekte bir oyuncun varsa sahada tutacaksın. Ne zaman patlayacağını bilemezsiniz.” 90+2’de de olsa patladı işte. İngiltere’den gelen beraberlik golü ile belki de gruptan çıkılmasını sağlayacak golü kaydetmiş oldu.

Değer bakımından ne kadar güzel bir galibiyetse futbol açısından o kadar kötü bir futbol vardı sahada. Ancak takımın kazanmaya alışması adına bu tip maçlar da çok önemlidir. Kötü oynarken alınan bir galibiyet hele ki bir de Avrupa maçında geliyorsa gerçekten çok önemlidir. Bu takımın daha iyi olacağı aşikar. Umarım çok daha iyi günler göreceğiz. Hafta sonu çok zor bir maç yine bizi bekliyor. Umarım güzel bir galibiyetten sonra satırlarımı okursunuz. Haydi Beşiktaş!

Ufuk Tolga Aldırmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...