Çok sessiz, sakin bir mizaca sahipti. Takım arkadaşları bile bunu defalarca dile getirdi. Saha içinde olmadığı gibiydi yani. Futbolu bırakması da aynen bu dediklerime uygun bir şekilde oldu. Resmi sitede 3-4 paragraflık bir “Scholes Futbolu Bırakma Kararı Aldı!” haberi vardı o bunu yönetime bildirdiğinde.
Oysa Sir ona defalarca “Futbolu bırakmaya meyil ediyorsun, Etme! Sen gidersen çöker orta saham, Etme!” dedi. Dinlemedi. Hiç değilse bir sezon daha oyna, dedi yine olmadı. Geçtiğimiz sezon sonu futbolu fiili olarak bıraktı…
Onun gibisi yok denecek kadar azdı. Sir onu bir sezon daha tutmanın bile ne denli kar olacağının farkındaydı. Tipik İngiliz futbolcu tanımına uymayacak bir yapıdaydı Scholes. Box to box’ın bir adım yukarısında idi. Tekniği iyi, mükemmel pas atışı, ondan mükemmel saha görüşü ve oyun okuyuşu ile inanılmaz bir tempoya sahip iken buna çabukluk ve seriliği ekleyerek gün geçtikçe daha da çok sükse yapıyordu. Futbola başladığında santrafordu ancak onu yavaş yavaş forvet arkası ve orta sahanın ortasına koyan Sir’ü hiçbir zaman yanıltmadı. Hatta santrafor olmasının gol koklayışı, uzaktan şutlarında keskinlik ve yüksek gol yüzdesi gibi getirileri de vardı. Kısacası modern futbolun en önemli temsilcilerinden biriydi. Bizim yakın zamanda gördüğümüz belki de şimdiden adını dünyanın en iyiler arasına yazdırmış olan Xavi de bunu dile getiriyor: “Paul Scholes'a ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bana göre Scholes, son 20 senenin en iyi orta saha oyuncusu. Arkadaşım Xabi Alonso ile de sık sık bu konu hakkında konuşuyoruz. Scholes, her şeyi yapabilen harika bir oyuncu.” Diyerek hayranlığını ifade ediyor. Bir başka soruya da “O karşısında en çok zorlandığım isim.” diyerek gerçekleri gözler önüne seriyor. Xavi’ye katılmamak elde mi?
Bana ayrıyeten Manchester United’ı sevdiren bu adamın gözümde yeri çok ayrıdır. Her golden veyahut başarıdan sonra o çocuksu ifadesi ve minyon tipiyle sempatik tavırlar sergilemesi beni cezbeden şeylerin başındaydı. Belki biraz agresif bir kişilik olsaydı şu an daha çok adını sayıklıyor olabilirdik. Nitekim yukarıda belirttiğim gibi (fiilen bırakma) Scholes da yapılacak işlerin olduğunu görmüş olsa gerek bıraktığında olduğunun kopyası bir şekilde resmi sitede açıklanan “Scholes Geri Döndü” başlığı ile uykulu gözlerle okuduğumda fazlaca afalladığım bir yazı ile dönüşünü resmileştiriyordu. Daha da garibi hemen ardından FA Cup’daki City derbisinde sonradan oyuna girio ufak bir hata dışında hiç sırıtmadan top pardon futbol oynuyordu. ManU’lu taraftarların o girerken gözlerinde oluşan parıltı bile benim bu yazdıklarımı misli misli ifade ediyordu.
Scholes’un geri dönüşü kadar mükemmel bir olay daha oldu. O da Henry’nin kısa süre de olsa Arsenal’in formasını giyeceği haberi idi. Bu daha da heyecan uyandırıcı bir haber oldu. Çünkü şu sıralar eskileri özleyen ve “Pascal Cygan’ı bile özledim be abi!” dedirten bir ruh halinin içindeydim. Arsenal ile gönül bağım hiçbir zaman bağlanmış olmasa da bu dönüş Pascal Nouma’nın Beşiktaş’a dönüşü kadar heyecanlandırdı dersem abartmış olmam.
Kadroya alındığı ilk maç da Scholes gibi bir FA Cup mücadelesi gibiydi. Garip olan da yine eskilerin efsanesi Leeds United’a karşı oynanacak bir karşılaşma olmasıydı. Tek eksik sanki Highburry idi…
Arsenal dara düşmüş iken 68. Dakikada oyuna girip 78. dakikada hepimize orgazm yaşatan o ayak içi plasesini Leeds kalesine gönderiyordu. Hiçbir zaman unutmayacağım futbol anlarından biriydi gerçekten. Mükemmel efendim mükemmel! Başlıklar da hazırdı: “TİTİ İS BACK!”
Ufuk Tolga Aldırmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder