30 Ağustos 2011 Salı

Ahh Barça Ah!


Visca Catalunya! Visca Barcelona! Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı 2011-2012 sezonu için Camp Nou’da çimlere ayak bastı. Basış o basış…

Rakip Sarı Denizaltılar yani Villarreal. Villarreal bu ligin en iyi takımlarından biri kesinlikle. Bu konuda tartışma yapmaya gerek yok. Sezon başında kadrolarına Cesar Sanchez, Cristian Zapata,Wakaso, Perez,Camunas gibi isimler kattılar. Bunlar içinde en dikkat çekici kuşkusuz Udinese’den aldıkları Cristian Zapata. Zapata çok iyi bir defans oyuncusudur. Sakatlıklar nedeniyle Seria A’da daha fazla yükselemedi.

Sahada öyle bir Villarreal izledik ki ikinci yarının başlarına dek mükemmel organize olan, çok iyi yer kapatan, ayağa paslarla organize biçimde hücuma çıkan kısacası her şeyi yapan ama fark yiyen bir takım olabilirler mi bunlar demedim değil. Ancak karşıdaki takım dedik ya tarihin en iyi takımı. Bu skor gayet normal.

Barcelona şaşırtmaya devam ediyor. Yine bir sürü adam yoktu sahada. As kadro demeye dilim varmıyor ama ideal 11’den bir ton adam yoktu sahada. Buna rağmen mükemmel oynadılar. Buna rağmen felsefeleri sahaya yansıttılar. Öldürücü pas trafikleri gerçekten takdire şayan. Barca’yı övmekten biz bıkmış durumdayız… Özellikle Francesco’nun sağ kanatta oynaması beni çok şaşırttı bunu söylemeden geçemeyeceğim. İniesta/Sol kanat modeli = Cesc/Sağ kanat modeli olmuştu. Aksadı mı? Kesinlikle hayır. Kendi açımdan çok mütevazi bir eleştiri yapabilirim: Messi’nin en uçta oynaması. Pratikte işe yarıyor. Onun daha az yorulmasına gerekçe oluşturuyor bu ancak Süper Kupa’nın ilk maçında bariz bir şekilde görünen şey Messi’nin ortasahaya yakın oynamadığı zaman Barça’nın “kitlenebilir” bir takım haline gelmesiydi. Bunu her takım yapamaz tabi. Madrid gibi usta defans ayaklarına sahip takımlar bu denli “durdurabilir” Barca’yı.Yine en büyük favoriler.

Dikkatimi çeken değişik bir nokta var. O da Villarreal’in göğüs reklamı almamış olması. Biliyorsunuz biz de Bursaspor şampiyon oldu ancak koskoca bir yarım dönemi göğüs reklamı olmadan tamamladı. Demek ki sadece bizde olmuyormuş. Yazık şirketimiz olsa da sponsor olsak…

NOT:Bazı sorular geldi Beşiktaş’ın aldığı Alves’i gerçekten tanımıyorum.

28 Ağustos 2011 Pazar

Uno, Dos, Tres HALA MADRİD!(2-4-4 Düzeni)


Bu seferki adresimiz Zaragoza… Real Zaragoza-Real Madrid maçındayız. Kısaca baktığımız zaman Real Madrid’i fazla konuşmayalım kadrosunu hepimiz ezbere biliyoruz, Zaragoza’nın kadrosuna gelince geçen seneye göre daha güçlü bir oluşum olduğu aşikar. Zaragoza’nın teknik direktörü Aguirre fazlaca beğendiğim teknik adamlardan biridir. Çünkü oynatmaya çalıştığı kendine has bir oyun felsefesi var.

Siz ne oynamak isterseniz isteyin karşınızdaki takım eğer Madrid ise yapabileceğiniz fazlaca bir şey yok demektir. Hele ki vasat bir takımsanız maça çıkmamak yararınıza bile olabilir maç en azından 3-0’da kalır… Şaka bir yana Real Madrid’in oynadığı oyunu beğenmemek elde değil. Gerçekten modern futbolun tüm örneklerini içlerinde barındırıyorlar. Örneğin bugün attıkları gollerden birinin asistinin Ramos’dan golünün ise Marcelo’dan gelmesi her şeyi ortaya koyuyor. Bu takım total futbol oynuyor aslında. Ancak sadece ofansta. Hücum zamanında kimin nerede olduğunu nasıl bir sistem benimsediklerini çözmek çok güç çünkü anlık rotasyon sayıları oldukça fazla. Bugün her türlü gol çeşidini attılar desek doğru olur. 24,71,87 Ronaldo; 28 Marcelo, 64 Alonso, 82 Kaka… Attıklarından fazla kaçırdılar. Kaleci Roberto harika bir performans sergiledi hem de 6 gol yemesine rağmen.

Dikkat çekici noktalardan ilki Real Madrid’in sahaya yayılışı oluyor. Stoperlerden biri topu aldığı zaman bekler ön liberoların hizasına geliyor ve orada bir dörtlü oluşturuyorlar. Aynı zamanda ileride de Mesut hafif sarkık olmak üzere Ronaldo-Di Maria- Benzema üçlüsü başta aynı hizaya gelip sonra kendi aralarında dönerek oyunu hızlandırıp defansın kafasını karıştırıyorlar. 2-4-4 düzeni diyelim kısaca.

Dikkat çekici bir diğer nokta ise Mesut’un topu ayağına daha fazla alması. Oyunda daha çok insiyatif kullanması. Sorumluluğu geçen seneye göre çok daha fazla.

Bu maçta Zaragoza ne yaptı derseniz… İşte orada bir şey söyleyemeyeceğim. Her gelen top tenis karşılaşmasındalarmış gibi sekmekte ve Real atağı olarak dönmekteydi.

Son sözüm Real hala bir Barca değil. Barca’yı yenmek için Rooney,İbra vb. kalitedeki 1. Sınıf oyunculara ihtiyaçları var. Hala yüzde 51 Barca diyorum.

GO HOME ARSENE!


Manchester United-Arsenal… Bir döneme damga vurmuş iki takım. Ancak artık Arsenal’in dönemi kapanmış durumda. Senelerdir bir tek kupa yok ortada.Henry’li, Vieira’lı, Bergkamp’lı o dönemi düşününce vay be dedirtiyor. Sir’ün takım bildiğimiz ManU. Bu sene aldıkları bütün gençleri takıma monte etmişler. Güzel bir de jenerasyonu yakaladılar diye düşünüyorum.Community Shield karşılaşmasında bas bas bağırdırlar aslında: EN BÜYÜK FAVORİYİZ!

Kadroları elimize aldığımız anda ManU’nın ağır bastığını söylememek garip olurdu. Zira bunu her anlamda sahada ortaya koydular ilk yarı. Welbeck’in harika araya kaçışları, Nani’nin akıl dolu pasları, defansta Jones’un mükemmel yer tutuşları… Arsenal ise bir o kadar gerideydi. Fabregas’ın yokluğu ortasahayı bitirmiş durumda. Yapılan bir değişiklik de görünmüyor. Walcott kendi başına bir şeyler yapmaya çalışıyor. Nitekim golü de bulan oydu.

Tam artık ManU golü  bulur dediğim anda Welbeck ile bir karambol golü buldular. ManU o kadar belli etmişti ki bu golün geleceğini, daha önce futbol karşılaşması izlemeyen biri bile o üç direk arasından topun gireceğinin farkına varırdı.Bana göre hakemin yanlışıydı ancak Arsenal bir penaltı kazandı. De Gea da bu penaltıyı güzel bir şekilde kurtardı. Kalede güven vermeye başlıyor diye düşündürdü. Daha sonra Ashley Young 29. Dakikada o kadar güzel bir gol attı ki anlatmak için kelimelerin gücü yetmez. Mükemmeldi vesselam. Her geçen dakika ManU daha iyi oynuyor, şair şiirini yazdıkça açılır derler ManU da bu misal oynadıkça oynuyor, yazdıkça yazıyordu. Nitekim 41. Dakikada yine jeneriklik bir free-kick golü geldi Mr.Shrek’den(Rooney). Her şey ManU için mükemmeldi. İlk yarı böyle bitecek derken uzatmalarda tek başına iş yapmak için çabalayan Walcott golü buldu. Ancak daha çok De Gea yedi dersek yanılmayız. Zira kurtarılabilecek golü kendisi tabelaya yazdı. Kendisi hakkındaki o güzel düşünceler yerini yine soru işaretlerine bıraktı.

İkinci yarıda fırtına gibi başladı Rooney ee şey pardon ManU. Şaka bir yana Rooney hem attı hem attırdı hem oynattı hem… Mr.Shrek mükemmel bir performans sergiledi. 64. Dakikada yine sahneye çıktı free-kick golüyle. 66. Dakikada öyle bir pas verdi ki golü adeta yarattı ve Nani golü attı. Nani’nin yerine oyuna giren Park Ji-Sung 69’da hemen golünü tabelaya yazdırdı. Resmen gol yazmaktan maçı yorumlayamıyorum… 74’de Persie ManU defansının hatasıyla golünü attı. 82’de Rooney yine sahnee çıktı penaltıdan golünü yazdı. 91’de de Young yine süper bir gol attı. Goller bunlardı. Pek ne anlatılacak? ManU iyiydi tamam ama Arsenal yerine resmen PES’deki London’s Red takımı gelmişti. Arsenal takımı bu olamaz, olmamalı. İşi iyice abarttılar. Para harcamama politikaları sapıtmış durumda. Coo Young Park taraftarı tatmin etmeyecektir.

Maçın dinamiklerin dışında söylenebilecek bazı şeyler var elbette ki. Welbeck,Cleverley,Jones,Smalling gibi genç oyuncuları takıma monte eden Sir’ü ayakta alkışlıyorum. Futbolun yaşayan efsanesi o. Gelmiş geçmiş en büyük teknik direktör. Arsene Wenger’de Mou’nun dediği gibi çocuk bakıcılığından sıyrılmak ve para harcamak zorunda başka çaresi yok. Ülkemizde böyle bir durum yaşansa sonuç belli idi: Arsene GO HOME! Bakalım nasıl kararlar alınacak merakla bekliyorum.

Penaltıyı kaçırdıktan sonra psikolojik bir çöküş yaşanmış olsa da o penaltı gole dönse bile Arsenal böyle bir hezimet yaşayacaktı bu kesin. Bunun çıkışı kolay olmayacaktır.Efsane bir takım gerçek anlamda bataklığa saplanmış durumda. Transfer yapabilecek zamanları da kısıtlı.

ManU Barca’yı geçebilir laflarını okuyorum sosyal paylaşım sitelerinde. ManU bana kalırsa dünyanın en iyi  ikinci takımı idi hala da öyle. Barcelona’yı geçmek için bu gençlere tecrübenin yanında daha da fazla özgüven gerek. Defans organizasyonlarında hala daha sıkıntı yaşadıkları gözlemleniyor. Takım tam anlamıyla oturmuş değil. Bu haliyle şu noktaya gelmek büyük yeteneklere sahip olmaları ve mükemmel teknik direktörlerinin varlığıyla paralel. Barcelona düşüşte diye düşünüyorum futbol anlamında. Toparlanacaklardır. Ancak şu an için ManU o boyutta değil. Mayısta olur mu dersin dediğinizi duyar gibiyim. Kim bilir? Bunu zaman gösterecek. Barcelona hala 2 adım önde ve onların bir Messi’si var.

Son sözüm böyle bir futbol şöleni yaşamamıza olanak sağlayan Sir ve Rooney başta olmak üzere tüm takıma şapka çıkarıyor ve teşekkür ediyorum…

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kazanan Hep Alt Yapı Olsun(Sporting- Sociedad)


Biraz değişiklik yapalım istedim. 2011-2012 sezonu La Liga açılış maçı ile başlıyoruz yazımıza. Maçın adı Sporting Gijon- Real Sociedad.

Ev sahibi Gijon yeni stadı ile sezona başlıyor. Güzel de bir stad olmuş. Bizi kıskandıracak nitelikte. Real Sociedad da teknik direktörlük değişimi yapıp sezona başlıyor. Fransız Philippe Montanier ile 2 yıllık kontrat yaptılar. Yerinde bir değişim olduğunu söyleyebiliriz.

Gelelim kadrolara. Daha doğrusu ön plana çıkanlara. San Sebastian ekibinden başlayalım. Kadrolarına Vela ve Mariga gibi “büyük takım” görmüş iki isim kattılar. Kesinlikle faydaları olacaktır. Bugün Vela sahadaydı. Mariga ise sakatlığı nedeniyle görev alanında yoktu. Açıkçası Vela gibi çok güvenilen genç yeteneği buralarda görmek ilginç geliyor. Hele ki o muhteşem U17 Dünya Kupası performansından sonra… Hatırlayacak olursak Vela ve Dos Santos Meksika’ya inanılmaz katkılarda bulunmuş ve kupayı kazanmalarını sağlamışlardı. Şu anda ikisi de yokları oynuyor dersek yanlış söylemiş olmayız. Sociedad’da Xabi Prieto’yu göz ardı etmek olmaz. Böyle bir yetenek nasıl olurda –tabiri caizse- buralarda sürünür gerçekten irdelenmesi gereken bir konu. Ülkemizde üç büyüklerde çok rahat 11 oyuncusu olabilecek nitelikte bir isim kendileri… Sporting’e gelecek olursak  ilk bakışta Eguren ve FM efsanelerinden biri olan Trejo dikkatleri çekiyor.

Maç başladığı andan itibaren Sociedad’ın Gijon’dan üstün olduğunu net bir şekilde anlayabildik. Ancak Sociedad’da Gijon’da bu ligde tutunması kolay olan ekiplerden olmayacak buna daha ilk maçtan kesin gözüyle bakabiliriz. Birbirlerine taktiksel anlamda üstünlük kurabildi mi diye soracak olursanız kesinlikle hayır derim. Ancak Sociedad’da kaliteli ayak sayısı daha fazla. Maç içinde Gijon’da sadece De Las Cuevas parladı. Gerçekten sağ ayağına hakim bir oyuncu. Bütün duran toplar onda. Gijon onun ayağına bakıyor dersek yeğdir. Bu maç sayesinde De La Cuevas radarıma takılmış durumda. Bakalım nasıl bir gelişim gösterecek 25 yaşındaki oyuncu.

Orta saha mücadelesi şeklinde geçen mücadele sonucu 35. dakikada ilk defa organize bir pas ağı yapan Sociedad; Aggiretxe ile şık bir kafa golü buldu. Sociedad’ın bu dakikadan sonra çok daha rahat oynadığını söyleyebiliriz. 65.dakikada ikinci kez usta işi paslaşmalar yapıp yine Aggiretxe’nin kafasından golü bulup daha da rahatladı Sociedad. Ancak  2 dakika sonra Carlos Martinez bir penaltı “yaptırdı” ve topun başına o çok beğendiğim De Las Cuevas geçti. Nitekim golü de şık bir vuruşla hanelerine yazdırdı. Bu dakikadan sonra Gijon’un daha atak olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Maç normalinde ilerledi. Bitime 2 dk kala da ev sahibi ekipten Lora kırmızı kartı gördü. Maç da 2-1’lik Sociedad üstünlüğüyle sona erdi.

Bu maçın önemi nedir benim için? Şudur: San Sebastian’dan çıkan alt yapı mahsülü gençler  2-3 yıl içinde tekrar atağa geçecekler. Nihatlı Kovacevicli Sociedad’ı unutmadınız umarım? Kazanan her zaman alt yapı olsun diyorum ve Sociedad’ı tebrik ediyorum.

NOT: Xabi Prieto’ya saygılar, De Las Cuevas’a da sevgiler…

26 Ağustos 2011 Cuma

Bu Gruptan Çıkarsa Şampiyon Olur...


3-0’lık galibiyetten sonra ter akıta akıta 2-0 mağlup olup; rezil bir futbol oynayarak sahadan turu alıp çıkmayı bildi Kartal. Açıkçası dün maçı yorumlayan bir yazı yazmam gerekirdi ancak sahada futbol adına futbolun f’sini görememenin hayal kırıklığı maçı tekrar yaşatmak istemedi bana. Bugün de rakipler belli oldu. 2. Pottan katılmış olmamıza rağmen zorlu bir kura çektiğimizi düşünüyorum. Rakipler; Dinamo Kiev,Stoke City, Maccabi Tel-Aviv.

Kağıt üzerinde üç takımın toplamından daha fazla “yıldız” futbolcu barındırıyor Beşiktaş. Tabi ki futbol kağıt üzerinde oynanan bir oyun değil. Rusya 2.lig takımı resmen darma duman etti Beşiktaş’ı. Gelelim rakipleri değerlendirmeye…

Sırayla gidelim ve Dinamo Kiev ile başlayalım. Bahsetmeye gerek yok aslında Türk takımlarının belalısı olan ve geçen seneden bize acı bir deneyim kazandırmış bir takım Kiev temsilcisi. Küçümseyenler bir hayli fazla idi. Hala daha bunu savunanlar var. Kiev temsilcisi kesinlikle iyi bir “takım”. Geçen seneki kadrolarına çok da önemli futbolcular kattı diyemeyiz. Stopere Diakhate geldi kuşkusuz en önemli transfer bu. Kısacası Kiev bildiğimiz Kiev. Umarım soğuklar bastırmadan önce oralara uğrarız. Açıkçası iki maçtan da umudum yok denecek kadar az. Grup liderliği isteniyorsa en azından evde galibiyet şart.

Stoke City İngiliz takımı. Ancak değişi unsurları içinde bulunduran bir takım. Taç atışlarından tutun da evlerindeki form grafiğine kadar… Deplasmanda Stoke City’i mağlup etmek gerçekten çok çok zor. Zira bunu EPL devleri gerçekleştiremiyor. Pragmatist yaklaşımda bulunursak 1 puan bile iyi bir sonuç olacaktır. Deplasmanlarda zorlanıyorlar. Ancak duran toptan önlenemeyen zaafımızı hepimiz gördüğümüze göre Delap’ın taç atışlarından gol yemeyi beklemek hata olmaz. İnönü’de işimiz kolay olmayacaktır. Ancak kendi standardındaki bir Beşiktaş Stoke’u geçmesini bilir. Tek sorun Beşiktaş’ın bir standardının olmaması sanırım… The Potters kadrosunda Ryan Showcross,Mathew Upson,Mathew Etterington,Jermaine Pennant gibi kalbur üstü futbolcular barındırıyor. Defans yapmasını çok iyi bilip kontra-atak futbol ile bizi çok çok zorlayacaklardır.


Maccabi Tel-Aviv tipik İsrail takımı. Deplasmanları zor, iyi savunma yapan, kontra-atak futbolu iyi bilen bir ekip. Panathinaikos’u 3-0 yenmeyi başarmaları çok dikkat çekici. Şans olarak nitelendirmek pek doğru olmaz.Kadro olarak gerçekten kötüler diyebiliriz. Beşiktaş’ın iki maçı da kazanması başarı sayılamaz. Ancak iki maçı da kaybederse şaşırmam. Olay Beşiktaş’da bitiyor demek yeridir.

Maalesef üç takımında ortak noktası kontra-atak futbolu iyi oynayıp, duran toplarda etkili olmaları… Evet korkmamız gerekiyor ne kadar ters takım varsa hepsini mıknatıs gibi çekmiş durumdayız. Bu konudaki sözüm iddialı olacak ancak Beşiktaş bu turu geçerse bu kupayı alır. Önümüzde çok büyük takımlar var evet kesinlikle katılıyorum ancak bu turu geçmek demek tüm eksik noktaları kapamak demek. Umarım bu turu geçer ve kupaya uzanırız. Zorlu bir maraton bizi bekliyor. Her şey Beşiktaş’ın kendisinde bitiyor bunu unutmamalıyız…

NOT:Acilen bir forvet ve bir bek gerekiyor!

CL ve Trabzonspor Üzerine


Trabzonspor şok bir karar ile CL’ye alınmış durumda. Bu konulara girmeyeceğim zira hepimizin canı bu şike muhabbetinden yana çok sıkkın. Diyeceğim tek bir şey olabilir bu konuda o da bizleri futboldan soğutan ve bu işi yapmış olan ne kadar kişi varsa en beter halde cezalarını çekmelerini dilemek…

Konumuza dönelim. Trabzonspor bir İtalyan,bir Fransız, bir de Rus ile temsilcisi ile eşleşti. Aklımıza o “meşhur” fıkra geyiği de gelmiyor değil tabi… Takımlar: İnternazionale,Lille ve CSKA… Temsilcimizin ilk bakışta işinin ne kadar zor olduğunu fark etmemek için futbol ile azıcık ilgilensek yeter.İki sene önce CL şampiyonu bir takım, son Fransa ligi şampiyonu ve bu ligin gediklilerinden Rus futbolu denilince akla gelen ilk takım. Pot sırasına göre gitmekte fayda var.


Birinci torbadan gelen rakip İnter… İnter’i çok tasvir etmeye gerek yok kanımca. Ancak  1-2 şeye değinmekte fayda var. İlk değineceğim şey Juve’nun küme düşürülüşü sonrasında üçünü büyük konumuna gerileyen İnter’in önü alınamaz yükselişi… Fenerbahçe’nin küme düşürülmesi durumunda olabilecek değişimlerden biri de esamesi okunmayan takımların bile artık bu kopuk düzende kendilerine yer bulabilecek olması. Diyeceğim şudur ki Anadolu’dan şampiyonlara alışmakta fayda var… Değineceğim diğer nokta da İnter’in eski gücünü kaybetmeye başlaması ve yerini Milan’a bırakıyor olması. Eto’o gitti, Sneijder gitmek üzere, Kaptan Zanetti 40’ına merdiven dayadı, Milito sakatlıklardan kurtulamadı, Pandev eski Pandev değil. Bunların hepsi Trabzonspor adına bir avantaj. Normalde o torbadan gelen rakibe potansiyel ezici gözüyle bakılır ancak İnter’den iç sahada alıncak 3 puan beni hiç mi hiç şaşırtmaz. Deplasmana umut bağlamak pollyannacılıktan öteye geçmek olmaz.


Gelelim CSKA’ya. Moskova temsilcisi ile kara kış girmeden oynamak doğal olarak bir avantajdır. CSKA kadrosunda çok önemli isimler barındırıyor. Akinfeev’den tutun Berazutskiler’e, Tosic’den Dzagoev’e… Açıkçası hem kalite anlamında hem de tecrübe anlamında TS’den çok çok üstünler. İçeride galibiyet kovalamaktan başka çare yok dışarısı Allah kerim… Belirtmekte fayda var FM delisi arkadaşlar bilir Mark Gonzalez’imiz de bu takımda. Yetenekli oyuncular çok. Allah Şenol Hoca’ya yardım etsin.


Son olarak da Lille… Nereden başlasak nasıl söylesek ki? Bazı takımlar vardır hiçbir yıldızı olmaz, ama 11 kişi yenemeyecekleri hiçbir takım yoktur. Üstesinden gelemeyecekleri zorluklar yoktur(TS’yi de bir bakıma alabiliriz bu sınıfa).Lille işte öyle bir takım. Üstüne üstlük bir de yıldızları var kimsenin almayı beceremediği. Eden Hazard… Sow,Hazard,Pedretti, Payet, Bonnart… adı pek duyulmamış gibi gelebilir bu isimler ancak hepsinin yaptığı ve yapacağı katkının inanın sınırı yok. Hepsi çok önemli futbolcular. Trabzonspor için kazanılsa sürpriz olmayacak ancak kaybedilmesi de bir o kadar beklenilmesi gerek iki karşılaşma…


Gelelim sadede. Trabzonspor iyi bir “takım”. Takım oyununu iyi beceriyor. Yetenekli de oyuncuları var. Bu lafları bolca kullanıyorduk geçen sene. Ancak noktamız şu ki o takım dağıldı. Yepyeni isimler geldi. Selçuk ve Egemen’in yeri hala doldurulamadı. Bakalım neler olacak. Trabzonspor rezil de olabilir vezir de ikisi de beni şaşırtmaz. Ancak tek bir nokta var Trabzonspor’un fizik gücü inanılmaz. Bunun üzerine oynamaları gerek. Şenol Güneş gibi teknik dehaya sahip olmaları da ayrı bir önem arz ediyor… Umarım bu bulanık ortamda ülkemizi en iyi şekilde temsil ederler.

19 Ağustos 2011 Cuma

Alania/ Farklı Bir Düzen...

Uzun süren bir ayrılıktan sonra Beşiktaş’ıma kavuşmuş olmanın verdiği zevki hiçbir şey veremez. Çok uzun bir süre oldu. Üstüne malum olunan söylentiler çıktı. Kısacası futboldan soğutan günler yaşadık ama geçti ve yepyeni bir sezona başlıyoruz. Dilerim ki öncelikle Beşiktaş olmak üzere tüm takımlarımız kendileri adına hayırlı birer sezon geçirir.

Daha maç başlamadan resmi onbirleri görünce Carvalhal galiba bu işi kıvıracak dedim kendi kendime. Carvalhal’ı ne ben iyi tanıyorum ne de siz. Ancak heyecanını ve yaptığı –bu kadro gibi- işleri görünce git gide kanım kaynamıyor değil. Umarım baskının altından kalkabilir.Toraman’ı beke yazması, Pektemek’i uzak forvet oynatması çok çok önemliydi.Bunlar çok basit gibi görünüyor değil mi? Aslında hiç de değil. Çünkü Carvalhal’ın özellikle Türk oyuncuların özellikleri hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğunu seçimleri ile görmüş olduk. Sonuç: Hiç de azımsanacak ölçüde değil… Carvalhal’ın basın toplantılarında söyledikleri sahada tam anlamıyla örtüşüyordu. Buna 4-3-3 oynamak ve Guti’nin mevkisi paralellik gösteriyordu. Yani Guti 4-3-3’ün tam göbeğinde oynuyordu. Bu Beşiktaş için tam bir felaket demek. Guti’nin yaşı ve fiziksel özellikleri bunu kaldıramıyor. Maç içinde bunu daha da net anladık umarım ısrarcı olmaz…Şu dizilişle çıktılar sahaya:

Maç başladığı andan itibaren kanatlar etkin biçimde kullanıldı. Özellikle Simao her zamanki gibi üstün bir görüntü çizdi. Pektemek’in oyun stili ve heyecanı beni ciddi anlamda umutlandırdı. Uzun zamandır sahip olamadığımız nitelikte bir yerli santrafora sahip olmak üzereyiz diyebilirim. Yeter ki şu çocuğun sakatlıklar peşini bıraksın. Simao sakatlandıktan sonra oyuna giren Holosko çok ekstra şeyler sunamadı ancak onunda azmini beğendim.Almeida her zamanki bildiğimiz Almeida idi. Sağa sola deplase olan defansı yoran bir kimlikteydi yine… Hücum oyuncuları genel hatlarıyla böyleydi. Ancak hücuma pek katkıları olmayan ortasaha üçlüsünden bahsetmek de gerek… Guti tam anlamıyla argo tabir ile Epic Fail performans sergiledi bugün. Beklentilerin çok çok altındaydı. İkinci yarı toparlar gibi oldu ancak çoğu topu ezdi ve vasat Alania ortasahalarına kaptırdı.Fernandes desek maç içinde resmen kaçak güreşti. Ernst kendi vasatındaydı. Bu oyuncuları sertçe eleştirdiğimi düşünebilirsiniz ancak hepsinin potansiyelinin ne kadar üst düzey olduğunu biliyoruz. Eleştirilerim bu yüzden…

Defans hattına gelirsek , belirttiğim gibi Toraman’ın oraya kayması hem sağ bek sorununun çözülmesi(ufak çapta) hem de daha oturaklı bir defans hattı oluşturulmasını sağlamış durumda. İsmail aynı tas aynı hamam. Egemen bugün el bombası gibiydi resmen. Allah’tan gol yedirtmeden maçı tamamladı ancak kaliteli bir oyuncu. En azından ligimize göre. Sivok harika oynadı desem yeridir. 0 hata ile oynadı. Gerçi onları zorlayacak pek bir durum olmadı. Cılız atakları vardı Alania’nın… Ofans konusunda ne kadar düzeysiz de olsalar ortasaha oyuncuları defans adına o kadar vasat değillerdi. Guti dışında.

Guti bu ve buna benzer oyunlarını devam ettirirse bu takımda oynaması zarar olur. Bir de bunun sadece Guti’nin suçu gibi lanse edilmesi de yanlış olur. Carvalhal Guti’den verim almak istiyorsa onu daha ileriye atmak zorunda. Gücünü ekonomik kullanması açısından forvet arkası mevkisin Guti’ye tam da bu çağında daha uygun.

Genel hatlarıyla takımı beğenmesem de daha ilk maç olması, eksiklerin varlığı ve oyuncuların istemeden de olsa rehavete kapılmış olabileceklerini düşününce bu konuda yorum yapmamak en iyisi diyorum.

Bir forvetin acilen alınması gerektiğini belirtmeden de duramayacağım. Saygılar…

NOT:Şükür kavuşturana.

DİP NOT:Arda Turan yolun açık olsun…

Yerin Dibindeki Not: Guti nasıl yararlı olur derseniz Veli girince oynadığı mevkiye bakın derim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...