8 Nisan 2013 Pazartesi

Masa Ekseninde Futbol Savaşı

Babam bir dağıtım şirketinde çalışmakta. Bunun nimeti olarak küçüklüğümden beri her gün evimize farklı farklı gazeteler girmekte. Biraz da bunun sayesinde okuma alışkanlığımı kazandım. Önce sadece spor sayfalarına göz atmakla geçirdiğim dönemleri aştım. Şimdilerde biraz da okuduğum bölüm neticesinde ekonomi sayfalarına dahi -çok sıkıcı farkındayım- gömüldüğüm oluyor. Ziyanı yok. Neticesinde gazete dışında arada bir kitaplar da getirirdi babam sağ olsun. Yalan olmasın beşinci sınıfa mı gidiyordum daha mı küçüktüm bilmiyorum neredeyse onlarca kitap getirmişti o zaman. Birazı dağıtılmıştı. Dağıtılmadan önce kendi işime yarar diye zulaya almıştım özellikle seçip bazılarını. Futbol Savaşı da onlardan biriydi. Hani o zaman hevesliyiz ya, futbol da geçiyor adında, kapağında da yeşil zemine bezeli futbol topları var. Okuyayım dedim hevesle. Olmadı. Afrika'dan bahsediyordu kitap. Hem de çok sıkıcı bir üslubu vardı. Üslup kelimesinin bazı romanlarda geçtiği dönemdi oysa ki.

Yıllar geçti aradan. Bazı olaylar neticesinde okuma alışkanlığımı kaybettiğim zamanlar oluştu. (Sıkı durun çok afili kelime kullanacağım) Buna müteakip yine bazı olayların neticesinde tekrar kazandım o alışkanlığımı. Edebi romanların ve şiir kitaplarının dışına pek çıkmamıştım. Çıkayım dedim. Simon Kuper'i herkes metih ediyordu. Tüyap'tan Kitap Fuarı'ndan aldırdım kitaplarını ve okudum. Onlar bitince aklıma da bu kitap geldi. Unutmuştum bile varlığını. Aldım elime tekrar ve çantaya attım. Çantaya atma sebebim okula gidip gelirken metrobüste geçirdiğim zaman içinde okuyacak olmamdandı. Ters köşe yapmadım, sakin. Küçükçekmece'de oturuyorum ve Söğütlüçeşme'ye kadar yolum var. Bir buçuk saat var hemen hemen. Kınamadan önce bir daha düşün derim saygıdeğer okuyucu. 

Ryszard Kapuscinski adlı Polonyalı bir gazetecinin kitabı bu kitap. Kendisi daha sonra internetten araştırdığım kadarıyla Polonya'nın devlet haber ajansının genelde üçüncü dünya ülkelerine gönderdiği bir isimmiş. Bunu rahatlıkla kitaptan da anlıyorsunuz gerçi. Afrika'nın çeşitli ülkelerinde olan gelişmelerle başlıyor. Bu açıdan Kara Kıta'ya merakınız varsa mutlaka okuyun diyeceğim. Yararlı bilgiler bahşediyor size. Spoiler olmayacak merak etmeyin, kitaba adını veren savaş için Honduras ve El Salvador'a uzanacak olaylarımız. Yüz saat süren savaşı hakikaten güzel bir realite ile gözler önüne seriyor. Özellikle altını çizeceğim şey de betimlemeler olur. Nora Roberts'ın adını hatırlamadığım bir kitabında çok güzel bir betimlemesi vardı. O geldi aklıma. Kitabı okumadım lakin betimlemesi dillere destan: "Hava ölü bir orospu kadar soğuk.". Hakikaten bu güzellikte betimlemeler var içinde, neyse. 

"...Bir kez masanın arkasına geçtiği zaman, insan kendini özgürleştirmeyi asla öğrenemeyecektir. Masasını yitirmek onda bir doğal afet, bir felaket, gayya kuyusunun diplerine düşüş etkisi yaratacaktır. Kaç kişi masasında otururken intihar etmiştir, kaç kişi masasının başından dosdoğru akıl hastahanesine boylanmıştır, kaç kişi masasının başında otururken kalp krizi geçirmiştir, bir düşünün. Kim ki, bir masanın arkasına geçer, farklı düşünmeye başlar; dünya vizyonu ve değerler sırası değişir. O andan itibaren insanlığı masası olanlar ve olmayanlar, önemli masa sahipleri ile önemsizler diye gruplara ayıracaktır..." Beni etkileyen ve tutup yakalayan kısım işte burasıydı. Sırf şu kısım okunmak için kitabın başında geçen süreye değer. Kapuscinski'nin emeğine sağlık.

Bu kitap da gidiyor. Aslıhan Pasajı'na. Öğrenci adamız. İki kitaba bir kitap şeklinde takas yapıyoruz. Elimizdeki kitaplar da bir bir böyle gidiyor. Sanırım bir masa sahibi olduğum zaman(!) paramın hatırı sayılır bir kısmını bu kitaplar için harcayacağım. Okunacak çok daha fazlası var, Feda diyoruz.

Ufuk Tolga Aldırmaz 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...