27 Ekim 2013 Pazar
Sahte Okey
Beşiktaş adına Comandante Slaven Bilic'in saha kenarına dönüşünden daha önemli olan bir şey varsa o da Oğuzhan Özyakup'un sakatlıktan çıkıp takımdaki yerini almasıydı. Bilic'in -beğenin beğenmeyin- teknik direktörlük yetilerinin yanı sıra insani ilişkilerinin ne denli kuvvetli olduğunu son üç-dört aylık periyodda görmüş olduğumuzdan ötürü, onun yerini almasının olumlu bir etki yaratması işten bile olmayacaktı. Aynı şekilde Oğuzhan'ın saha içinde yerini alması da Beşiktaş'ı hücum anlamında bitkisel hayattan uyandırma anlamına gelecekti.
Bilic'in ilk on biri tıpkı geçen hafta olduğu gibi stoperlerden ötürü belirli sıkıntılar yaşamaya açık haldeydi. Takım boyunun ister istemez uzaması, Ersan Gülüm'ün Alaçatı sahillerine taş çıkaran cinsten dalgalı performansı ve oyuncu tiplemelerinin rakip forvetlere göre uygun olmaları ilk akla gelenler. Son iki haftadaki yokluğu neticesinde takım içindeki defoları nasıl kapadığına ayan beyan şahit olduğumuz Atiba Hutchinson'ın kulübede oturacak olması da kafalarda maça dair soru işaretleri yaratan cinstendi.
Oğuzhan'ın bir önceki geceye damga vuran arkadaşı Salih Uçan'a nazire yaparcasına var ettiği gol ile Beşiktaş rahat bir nefes alıyordu. Ardından sağanak etkisi yaratan Akhisar Belediyespor golleri de o nefesin uzun soluklu olmasına engel teşkil ediyordu. Avrupa ve Türkiye'de belirli başlı takımları gezen mikro seyyah Bruno'nun patlayış gecesi olarak da bu geceyi seçmesi Beşiktaş'ın bir diğer şanssızlığı olacaktı. Hakkında Türk Pirlo yakıştırmaları yapılan ve bunda gayet de haklı olunan Bilal Kısa'nın golünün yanı sıra oynadığı oyun da hakikaten etkileyiciydi. Beşiktaş'ın eskilerinden olan Kenan Özer'in de ziyadesiyle iyi olan performansının altını da yeri gelmişken çizmeliyim. Dördüncü gol şansını tepmelerine rağmen oynadıkları rasyonel oyun onlara yeterli olabilirdi, eğer Oğuzhan tekrar sahneye çıkmasaydı. Tabelayı yapan net vuruşu da gecesini iyice perçinleyecekti. İkinci yarıda baskıyı kuran Beşiktaş gol dakikasına kadar ilk haftalardaki performansından esintiler sunacaktı. Gelen gol ve takımın dikine uzayan boyu işin devamını getiremeyecekti. İki takım da hak edilmiş birer puanı hanesine yazdıracaktı.
Benim ısrarla dile getirdiğim Oğuzhan Özyakup gerçeği ve bu gece sonunda oluşan Oğuzhanlı-Oğuzhansız Beşiktaş'a dair veriler ile son derece açık biçimde ortaya konmuş oldu. Bunun yanında Olcay Şahan'ın Kerim Frei ile değişmesinin ardından gerekli mesajı aldığını düşünmekteyim. Son olarak da Atiba Hutchinson'ın tanıdık, bildik "işçiliğinin" bu takım için mevcut düzende elzem olduğu aşikar. Veli Kavlak'ın da çok daha fazla övgü alması gereken performansının devam ettiğini düşünecek olursak Oğuzhanlı düzen adına tek bir realite göze çarpıyor. O da Manuel Fernandes'i "sahte okey" olmaktan azad etmek...
Ekstra: Bunları konuşmak için son derece erken lakin Beşiktaş'ın standartlara göre birinci sınıf bir stoper eksikliği ve bunun yanında kanat forvet verimsizliği dikkat çekici. Bu noktalara teknik ekip birer hamle düşünmek zorunda kalacaktır.
Ufuk Tolga Aldırmaz
6 Ekim 2013 Pazar
Uçurumdan İterken
Walter Mazzari ile proje takımı haline gelip lige de fena bir başlangıç yapmayan ev sahibi Inter Giuseppe Mezza'da Rudi Garcia'nın öğrencilerini, Roma'yı ağırlıyordu. İki tarafta da Jonathan ve Maicon gibi önemli eksikler vardı. Buna karşın sahaya şu on birler ile çıkıldı:
Mazzari'nin 3-5-2'si ile Garcia'nın 4-3-3'ü karşı karşıya gelecekti. Mazzari top ayağında iken klasik genişleyen kanatların yanı sıra, Esteban Cambiasso'yu biraz daha sarkıtıp yanındaki Taider ve Guarin'e hücumu yüklemişti. Bunun yanında Rodrigo Palacio'yu daha hareketli biçimde kullanmayı amaçlamış. Ricky Alvarez ise -açıkçası uzun zamandır seyretme fırsatı bulamamıştım- üstüne katarak gitmeye devam etmiş. Tabii ki Alvarez özelinde ve de takımın genel açlığını düşünecek olursak Mazzari'nin takıma ne denli etki ettiğini bir kez daha anlayabiliyoruz.
Rudi Garcia ise ligin başından beri aynı düzende oynamaya devam ediyor. Bu maçtaki fark ise ileride özellikle Gervinho'nun daha efektif bir hale bürünmüş ve hücum hattının sürekli dinamik bir biçimde pozisyon değiştiriyor olmasıydı. Lille ile duble yaptığı senenin açıkçası bir tık üzerinde bir sahaya yansıyış sezinledim. Belki de maçın coşkusundandır bilemiyorum. Burada Florenzi'ye ekstra bir parantez açmak istiyorum, hücum hattındaki görevi bir yana orta alana yaptığı dolgular ile son derece hayati bir performans sergiledi. Hücumda üç aşağı beş yukarı üstteki tarzda dağılan Roma, savunmada özellikle kompakt bekleyecekleri zaman Pjanic'i öne atarak 4-2-3-1 benzeri bir dağılım ile sahadaki yerini alacaktı.
Maç ilk saniyeden itibaren tempolu başladı. Inter topa hakim olan, Roma ise kısa ve hızlı paslar ile direkt hücumu benimseyen taraf konumundaydı. Inter'in vitesi arttırmasına izin vermeden Roma 18. dakikada Florenzi-Gervinho-Totti organizasyonu ile golü buldu. Bu golün Inter üzerinde hafiften bir şok dalgası yaymasını bekliyordum, fena çuvalladım. Inter yaralı hayvan moduna geçmişti. Önce Guarin'in inanılmaz vuruşunun direkte patlaması ve ardından Alvarez'in kafasının De Sanctis'te kalması golün geleceğini söylüyordu sanki. Roma edilgen olan taraf haline dönüşüyordu. Inter istekli ve daha genç olmanın avantajını iyi kullanıyordu. Roma'nın şanslı olduğunu söylemeye başlarken Totti'nin ayağında başlayan atak Gervinho'nun hakem için çok pis bir noktada yere düşürülmesi ile son bulacaktı. Penaltı kararının ardından Totti topun başına geçti ve 2-0 dakika 39... İlk golde beklediğim şok bu kez Inter'e uğrayacaktı. Aradan dört dakika geçtikten sonra yine hızlı bir hücumda Strootman'ın fazla iyi pası neticesinde Florenzi'nin ayağından gol bulunuyordu. İlk yarı 3-0 Roma lehine geçilecekti.
İkinci yarıda Pereira - Icardi değişikliği ile Inter aşağıdaki düzene geçti. Top rakipteyken dörtlü savunma, top ayaktayken üçlü savunmayı uygulayan Inter bu düzene geçti. Bu düzene geçildiği anda geçtiğimiz sezon Mazzari'nin San Paolo'da Juventus'u ağırladıkları karşılamada -hafızam beni yanıltmıyorsa(farklı bir isim olursa buraya düzeltme gelecek)- Maggio'yu Nagatoma benzeri bir şekilde kullanışı aklıma geldi. İstenilen elde edilemedikten sonra Mazzari'den ya herro ya merro hamlesi de Milito ile gelecekti. 4-2-4 düzenine geçiş meyvesini veremedi. Gervinho ile birkaç kez pozisyon bulan Roma farkı daha da arttırabilirdi. Buna karşın son dakikalarda ikinci sarı kartı görüp oyundan atılan Balzaretti'nin takımını on kişi bırakışı malumun ilanı olup skorun böyle kalacağını da belli eden cinsten bir gelişme haline geliyordu.
Inter ağır bir yara aldı. Toparlayacaktırlar. Genç kadroları bu tip skorların üstesinde gelebilecek yetenekte isimleri barındırıyor. Roma ise müthiş çizgisini devam ettiriyor. Juventus'un baba çiftliğine çevirdiği ligde "akıllı ol" mesajını veren cinsten bir takım haline geldiler. Rudi Garcia muazzam bir iş çıkardı, devamını hep beraber göreceğiz lakin yenilgisiz ekiplerden ikisinin karşılaştığı bu mücadelede Garcia'nın Roma'sı rakibini uçurumdan acımasızca itiyordu demeden kendimi alamayacağım.
Ufuk Tolga Aldırmaz
5 Ekim 2013 Cumartesi
Soru - Cevap
Edin Terzic ve Nikola Jurcevic yönetiminin ikinci haftasındaki Beşiktaş Eskişehir'de, Spor Toto Süper Lig'in en zor deplasmanlarından birine çıktı. Geçtiğimiz hafta Antalyaspor'dan alınan şok mağlubiyet ve bir önceki haftada yaşanan olaylar neticesinde düşüşe geçen siyah-beyazlıların kara bulutları dağıtması için bundan daha güzel bir gece olamazdı.
Slaven Bilic, Ramon Motta ve Hugo Almeida'nın sakatlıkları neticesinde ezberlettirdiği on birinde üç hamle ile değişim yapacaktı. Motta'nın yerine çekilen Atiba Hutchinson, Hutchinson'ın yerine sürülen Necip Uysal ve santraforda da Almeida yerine Michael Eneramo... Bu değişim neticesinde de kafalarda iki soru işareti oluşacaktı:
1. Sistem için hayati öneme sahip olan Almeida'nın ikamesi Eneramo olabilecek mi?
2. Geçtiğimiz sezon Necip ve Veli Kavlak ikilisi ile çıkılan mücadelelerde o bölgede har daim sıkıntı yaşayan Beşiktaş bunu aşabilecek mi?
Eskişehirspor maça etkili başladı. Dakikalar ilerledikçe Beşiktaş bu etkiyi özellikle Bursaspor karşısında gösterdiği o ön alan baskısını Eskişehir ekibine de uygulayarak kırmayı başardı. Yüksek konsantrasyonda yapılan baskının yanında bir önceki haftaya oranla çok daha disiplinli bir savunma kurgusuna oturan düzen, oyuncuların saha içi parselizasyonu ve yardımlaşmayı da iyi seviyeye taşıması ile daha işlevsel hale geliyordu. Bu dakikalarda topa hükmeden taraf olmayı başaran Beşiktaş adına sıkıntı ise aslında uzun zamandır sorduğumuz o sorudan ibaret olacaktı: Gol pasını kim verecek ve golü kim atacak? Bu soruya muhattap olacak ilk kişi ve sahadaki en etkisiz kişi aynı olunca işler sarpa saracaktı. O isim elbette Manuel Fernandes.
Beşiktaş baskı dozajını azalttığı dakikalarda Eskişehirspor daha rahat hareket edecekti. Eskişehirli oyuncuların özellikle Beşiktaş'ın savunma bekleri ve merkez ikilisine yaptığı baskı sonuç verdikçe uzaktan kaleyi yoklama yolu ile pozisyonlara girdiler. Özellikle Aytaç'ın direkten dönen şutu buna direkt olarak örnek gösterilebilir.
İkinci yarı da ilk yarıya hiç ara verilmemiş denilecek kadar benzer biçimde başladı/devam etti. Dakikalar ilerledikçe Beşiktaş ligin başındaki o süre uzadıkça üzerine koyarak giden haline dönmüş gibi görünecekti. Baskı şiddeti artıp rakibin rahatsız edileceği aralıklar daha da sıklaşacaktı. Buna karşın golün gelmemesi tesadüf olarak açıklanamazdı. Eneramo'nun edilgen kalışı ve ardından gelen Ömer Şişmanoğlu değişikliği tam isabetti. 70. dakikada Fernandes'in sol çizgideki "ayak oyunları", güzel ortası ve Eskişehirspor savunmasının Ömer'i o bölgede unutuşu neticesinde Beşiktaş golü buluyordu. Bu dakikadan sonra Eskişehirspor can havli ile saldırmaya başladı. Necati ve Kamara'nın pozisyonları aslında zor olanı yapmanın resmi olacaktı. Uzatmalara girilirken Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor günlerinde Ömer Erdoğan hamlesine benzer biçimde gelen Servet Çetin rötuşu ve buna karşı Edin Terzic hamlesi olduğuna yemin edebileceğim Ersan Gülüm'ün oyuna sokulması, es geçemeyeceğim bir diğer unsur olacaktı. Beşiktaş önemli bir deplasmandan yine önemli bir galibiyet aldı ve verilecek araya nefes alarak girdi. Bu önemliydi peki yukarıda sorduğum sorular?
Cevap 1: Hugo Almeida'nın sistem içinde bir ikamesi yok. Michael Eneramo, Ömer Şişmanoğlu ve Mustafa Pektemek'in toplamı -altını çiziyorum- sistem açısından Almeida'dan daha değersiz.
Cevap 2: Necip ve Veli'nin ortada olması Beşiktaş adına "akıl yoksunluğu" doğuruyor. Bunun bir zorunluluk olduğu doğrudur lakin Oğuzhan Özyakup, Muhammed Demirci ve hatta Sezer Öztürk'ün rotasyonda olması el rahatlatıcı cinsten olacaktır.
Ekstra Cevap: Gol pasını verecek ve golü atacak kişi de aslında tek. O da Oğuzhan Özyakup. Oz Büyücüsü bir an evvel sahalara döndürülmeli.
Ufuk Tolga Aldırmaz
3 Ekim 2013 Perşembe
Şampiyonlar Ligi'nde 2. Hafta
A Grubu
Bayer Leverkusen - Real Sociedad:
Bay Arena'da Şampiyonlar Ligi'nin ikinci haftasında iki puansız takım karşılaştı. Maça Almanlar son derece hızlı biçimde başladılar. Topa sahip olup son derece efektif oynayan Leverkusen bir türlü golü bulamıyordu. Sociedad ise edilgen konumda, hızlı hücumların peşindeydi. Antoine Griezmann'ın Bernd Leno ile olan adeta düellosu ise Sociedad adına en etkili olunan dakikaların özeti gibiydi. Bu dakikalarda iki taraf adına da yan hakemlerin ofsayt kararları dikkat çekici hale gelecekti. İlk yarının sonunda Simon Rolfes ile gelen Leverkusen golü adeta ilaç niteliği taşıyordu. İkinci yarının hemen başında Beşiktaş'ın eski futbolcularından Roberto Hilbert'in Carlos Vela'ya yapmış olduğu sert müdahale neticesinde Sociedad penaltı kazanıyordu. Leno penaltıyı çıkarmasına rağmen sektirdiği topun kurbanı olacaktı. Vela durumu 1-1'e getirdi. Golden sonra cesaretini toparlayan Sociedad daha efektif olacaktı. Leverkusen geride büyük boşluklar verdi lakin Bask ekibi bunları bir türlü değerlendiremedi. Maçın uzatma anlarında Jens Hegeler ile muazzam bir serbest vuruş golü bulan Leverkusen gecenin kazananı oluyordu. Detaylı analiz için tık.
[youtube id="QRGL_D5lREw" width="620" height="360"]
Shakhtar Donetsk - Manchester United:
A Grubu'nun iki kazananı Donbass Arena'da karşılaştı. Maç hızlı ve zevkli biçimde başladı. Tempo son derece yüksekti. Manchester United'ın sağ kanattan, Shakhtar'ın ise çoğunluk ile merkezden rakibini delmeye çalıştığını gördük. 13. dakikada ceza sahası içinde Tom Cleverley'nin Alex Teixeira'ya yapmış olduğu hareket gözlere penaltı gibi görünse de hakem bu yönde bir karar vermedi. Maçın kırılma anlarından biri buydu. Ardından Manchester United ataklarını sıklaştırdığı dakikalarda yine sağ kanadından getirdiği bir pozisyonda Danny Welbeck ile golü bulacaktı.Dakika 17... Bu dakikadan sonra Manchester United rölanti çabasına girmeyip tempoyu yüksek seviyede tutma çabasındaydı. Göze çarpan en ilginç durum sanırım buydu. İkinci yarı da aynı şekilde geçilirken son 20-25 dakikalık dilimde Shakhtar'ın baskıyı arttırdığını gördük. 75. dakikada Taison muhteşem bir vuruş ile golü bulacaktı. Maç da bu skorla sona erdi: 1-1...
B Grubu
Juventus - Galatasaray:
Maça vasat biçimde başlayan Juventus'a karşı direnç gösteren bir Galatasaray sahadaydı. İşin açıkçası haddini bilerek oynamanın sağladığı kazancın da bunda etkisi vardı. Nitekim Bonucci'nin hatasını değerlendiren Drogba ile öne geçen Galatasaray istediğini elde etmeye başlıyordu. İlk yarı bu skorla geçilirken ikinci yarıda Juventus daha derli toplu bir oyun ortaya koyacaktı. Çeşitli atakları harcayan siyah beyazlılar kazandıkları penaltı sonucu Vidal ile eşitliği yakalayıp, Pirlo'nun da olağanüstü ortasına Quagliarella'nın vuruşu neticesinde öne geçmeyi başarıyordu. Ardından yine sahneye Drogba ve artık son sözlerin adamı haline gelen Umut Bulut çıkıyordu. Umut'tan gelen gol zorlu süreçten geçen Galatasaray ve taraftarına nefes aldırıyordu. Maçın detaylı analizi için şuraya bir tık.
Real Madrid - Kopenhag:
Galatasaray'ı TT Arena'da tabiri caizse dağıtan Real Madrid, Santiago Barnebeu'da Kopenhag'ı ağırlayacaktı. Real Madrid baştan sona ağırlığını koyduğu karşılaşmadan 4-0'lık galibiyetle ayrılacaktı. Ronaldo'nun 2 ve Di Maria'nın da 2 golü ile skor 4-0'a geldi. Kopenhag hiçbir varlık gösteremedi. Real Madrid'in iştahlı oyunu kuvvetle muhtemel hafta sonu yaşadıkları derbi mağlubiyetinden kaynaklanmaktaydı. Bunun yanı sıra Di Maria'nın özel performansı takdire şayandı.
C Grubu
Anderlecht - Olympiakos:
Mitrouglou gecesi... Hat-trick yaparak geceye damgasını vuran Yunan yıldız, aynı zamanda kariyer gecesini de yaşıyordu. Anderlecht maç 1-0 iken Mitrovic'in ayağından kaçırdığı penaltı neticesinde mental anlamda tam anlamıyla çöküş yaşadı. Bu çöküş Mitrouglou'nun da fazlasıyla iyi olduğu geceye denk gelince sürklase edilmek kaçınılmaz hale geliyordu.
[youtube id="cEljmgsrwIc" width="620" height="360"]
Paris Saint-Germain - Benfica:
Aslında bu maça dair yazılabilecek şey sayısı çok az. Benfica hiçbir varlık gösteremedi. Jorge Jesus'un öğrencileri kafalarını Lizbon'da unutmuş gibiydi. Paris Saint-Germain de Nasser El-Khelaifi'nin hedefleri doğrultusunda Şampiyonlar Ligi'ne ağırlık vererek gitmeye devam ediyor. Maçta goller beşinci dakikada Zlatan Ibrahimovic, 25'te Marquinhos ve 30'da da Ibrahimovic ile geldi. 3-0...
D Grubu
CSKA Moskova - Viktoria Plzen:
Bu hafta Rusya'daki ikinci karşılaşmaydı. Karşılıklı kalecileri hataya zorlayan savunma hataları neticesinde önce Rajtoral'ın ayağından Viktoria Plzen, sonra da Tosic'in ayağından CSKA golü bulacaktı. 28. dakikada Honda'nın çok güzel bir dokunuş ile kaleye yolladığı top neticesinde skor 2-1'e gelecekti ki bu dakikadan sonrası "anlatılmaz yaşanır" cinsindendi. Maç 3-2 CSKA lehine sonuçlanırken, önce Viktoria Plzenli futbolculardan gelen hata ve sonrasında Akınfeev'i izlerken çok eğleneceğiniz bir enstantane yaşandı. Açıkçası izlemenizi isterim. O yüzden bu maçı burada bitireyim. Renkli bir Rusya akşamı olmuş.
Manchester City - Bayern Münih:
İngiltere'deki karşılaşmaya iki takım da beklenen on birleri ile çıkıyordu dersek yeridir. Tek farklılık Thomas Müller'in ileride görev alışıydı. Manchester City direnmekte zorlanacaktı. Daha 7. dakikada Ribery'nin klasik sağ içe çekip vurduğu topta Hart'ın hatası golü getirecekti. Topa bu dakikadan sonra daha da iştahlı biçimde hükmeden Bayern, City'i sahadan siliyordu. İkinci yarının hemen başlarında Dante'nin uzun topu ve Müller'in müthiş top kontrolü, bunun yanında kaleciyi ekarte edişi ile gol geliyordu. 60'da ise klasik hızlı çıkışlarından birini yapan Robben ölümcül koşusunu golle bitirdi ve skoru 3-0'a taşıdı. Sonucu belirleyen gol ise Negredo'dan geliyordu. Topu muhteşem biçimde alışı, dönüşü ve vuruşu jeneriklik. Bayern dolu dizgin gitmeye devam ediyor.
[youtube id="7nmAAq2VJDw" width="620" height="360"]
E Grubu
Basel - Schalke 04:
St.Jakob-Park'ta oynanan karşılaşma Chelsea'yi Stamford Bridge'de mağlup etmeyi başaran Murat Yakın'ın ekibi Basel sayesinde çok daha cazip hale geliyordu. Schalke ise evinde 3-0 mağlup ettiği Steaua'nın ardından Basel'i de devirip Chelsea serisine rahat çıkmak istiyordu. Nitekim öyle de oldu. Dengeli biçimde pozisyon açısından kısır başlayan mücadelede Basel'in konsantrasyonu dikkat çekiciydi. Öte yandan üretkenlikten uzak görüntüleri ise can sıkıcıydı. İlk yarı golsüz geçilirken yerini Farfan'a bırakan Szalai'nin etkisiz performansı da dikkat çekiciydi. Boateng ise bu hamleden sonra sahte 9 olarak oynayacaktı. Gol geliyorum derken Neustadter direğe nişan alıyordu. Ardından korner sonucu seken topa muazzam vuran Draxler maçın skorunu 1-0 olarak tayin edecekti. Attığı gol gerçekten çok güzeldi.
[youtube id="wiczn0rR8vg" width="620" height="360"]
Steaua - Chelsea:
Romanya'daki karşılaşma baştan sonra Maviler'in hegemonyasında geçti. Ramires'in iki, Daniel Georgievski'nin şanssız biçimde kendi kalesine yolladığı ve de Lampard'ın golleri ile tabelada 4-0 yazacaktı. Basel mağlubiyetinden sonra puanlarına kavuşan Chelsea hayata geri dönmüş oldu. Steaua da grubun dibine demirlemiş oldu. Grubu puansız bitirirlerse şaşırmam. Büyük balık küçük balığı yutuyor, kaçınılmaz son. Chelsea adına dikkat çekici olan şey Juan Mata'nın forma şansı bulması hatta Ramires'in ikinci golünde asisti yapmış oluşuydu. Basın toplantısında salonu terk eden Jose Mourinho'nun onu oynatması hakikaten ilgi çekici bir nokta oluyordu.
F Grubu
Borussia Dortmund - Marsilya:
Marsilya'nın fena başlamadığı mücadelede Borussia Dortmund işin aslında Fransızlar'ı evine üzerek gönderiyordu. Net biçimde iyi bir santrafor eksikliğini hisseden Marsilya, üçüncü bölgede hem Arsenal hem de bu karşılaşmada etkili olamayarak belki de şansını bitiriyordu. Derslik bir direkt hücum, Steve Mandanda'nın kendi klasına yakışmayan hatası ve de Robert Lewandowski'nin penaltıdan ikinci golünü ağlara yollaması ile skor tabelasında 3-0 yazacaktı. Maçın detaylı analizine şuradan ulaşabilirsiniz.
Arsenal - Napoli:
Geçtiğimiz haftanın F Grubu'ndaki galipleri Emirates'de karşılaşıyordu. Maça hızlı başlayan Arsenal sağ kanadını çok iyi kullandı. Nitekim ilk gol de Aaron Ramsey'nin o kanattan getirdiği topun Mesut Özil'e ulaşması neticesinde ağlarla buluşacaktı. Mesut Topçular kariyerindeki ilk golüne imza atıyordu. Golün ardından frene basmayıp devam eden Mesut ve arkadaşları yine sağ kanattan getirilen top neticesinde skoru 2-0'a taşıyorlardı. Gol Olivier Giroud, asist Mesut Özil... Mesut'un dışında Giroud da muazzam bir oyun oynayacaktı. Her zaman için Giroud'yu beğenen biriydim. Mesut'un gelişi ile rahatlayacağı aşikardı. Devamı da gelecektir. Maça dönecek olursak Arsenal oyunda ipleri elinden bırakmadı ve Napoli'ye belli bir sınırda izin verdi. Arsenal ikide iki yaparak yoluna devam edecekti. Bu maçın da analizi için buraya tıklamanız yeterli.
G Grubu
Zenit - Austria Wien:
Maç tempolu başladı. Karşılıklı ataklar geliyordu. İlk ciddi olan ise on ikinci dakikada Hulk'un direkte patlayan şutu olacaktı. Dakikalar geçtikçe Zenit sazı eline alacaktı. Zaman zaman kalelerinde tehlikeler yaşasalar da o baskıyı kurdular. Gol bir türlü gelmiyordu. 44. dakikada Axel Witsel'in kırmızı kartı görmesi ise işleri iyice zıvanadan çıkaracaktı. İkinci yarıda Zenit topu Austria Wien'a vermeyi kabul edecekti. Daha çok hızlı isimleri ile kontra atakları kovalayan Zenit bunu da defalarca başardı. Golü bulamamaları kimi zaman beceriksizliğe kimi zaman ise şanssızlıklarından ötürüydü. Zenit yine beklenin altında bir Şampiyonlar Ligi serüveni yaşıyor. Austria Wien ise mütevazi kadrosu ile bir şeyler yapma peşinde gitmeye devam ediyor.
Porto - Atletico Madrid:
Madrid derbisinden galip ayrılıp muazzam bir grafik yakalayan Atletico Portekiz'de Porto'ya konuk oldu. Ev sahibi ekip Jackson Martinez'in duran top organizasyonundan gelen kafa golüne engel olamayacaktı. Uzun bir süre üstünlüğü elinde tutan Porto, Atletico'ya o öldürücü darbeyi vuramıyordu. Zaman zaman özellikle Lucho Gonzalez ile etkili olan Porto Gabi'nin muhteşem bir oyun sergilemesine engel olamıyordu. İki golün de yaratıcısı olarak sayabileceğimiz Gabi önce Godin'e sonra da Arda'ya golleri attırıyordu. Maçın sonlarına gelen Arda'nın golü ile ev sahibi ekip yıkılıyordu. Önce Vicente Calderon'da Zenit'i devirip, sonra Estadio Dragao'da Porto'yu yenmek; bir de arada Madrid derbisinden sağ çıkmak kolay iş değil. Maçın detaylı taktik analizine göz atmak için sizi şuraya alalım.
H Grubu
Celtic - Barcelona:
Lionel Messi'nin sakatlığı sebebi ile oynayamaması geçtiğimiz sezon İskoçya'da kaybeden Barcelona'yı nasıl etkileyecek diye her zamanki gibi sorulacaktı. Neyse ki bu kez soru işaretlerini bertaraf edebilecek bir süper star daha mevcuttu: Neymar... Neymar Messi'nin görevini üstlenmeye çalıştı. Scott Brown'u attırdı. Cesc Fabregas'ın golü ile Barcelona bu kez İskoçya'dan galip ayrılacaktı. Barcelona iki maçta iki galibiyet alırken Celtic de iki maçta iki mağlubiyet görüyordu.
Ajax - Milan:
Barcelona deplasmanında ağır bir yenilgi alan Ajax'a karşı San Siro'da Celtic ile yapılan mücadeleden çok şanslı biçimde galip ayrılan Milan, Amsterdam Arena'daki yerini alacaktı. Kompakt biçimde topun gerisinde bekleyip Mario Balotelli'yi sarkıtma peşindeydi Allegri'nin öğrencileri. Ajax ise çok rahat biçimde futbolunu oynayacaktı. Topa hükmeden ve pozisyonları ardı ardına bulan Ajax olacaktı. Franck De Boer yönetimindeki Ajax Milan'a karşı üstün bir oyun sergileyecekti. Nitekim bu oyunun mükafatı 90. dakikada Denswil'in golü ile gelecekti. Tam maçı kazandılar derken Balotelli için çalınan komik penaltı hakikaten acayipti. 90+4'te penaltıdan golü bulan Balotelli durumu 1-1'e getiriyordu. Milan ikinci maçında da şansının yardımı ile puana uzanan taraf olacaktı. Maçın detaylı ve görselli analizi için şuraya tıklayınız.
Haftanın 11'i:
NOT: Tık mevzusu için lütfen yarisaha.com'u ziyaret ediniz.
Ufuk Tolga Aldırmaz
2 Ekim 2013 Çarşamba
Bakacak Olursak
Normalde maçtan sonra ilk işim maç yazısını çıkarmak olacaktı. Açıkçası belli dönemler dışında özverili bir insan olduğumu da düşünürüm. Herhangi bir işten kaçmak gibi bir huyum yoktur. Buna karşın geçtiğimiz pazar durum farklıydı. Hepinizin malumu çok acayip olaylar yaşandı Atatürk Olimpiyat Stadı'nda. Yaşım öyle fazlaca değil fakat en azından adam akıllı izlediğim, yaşadığım, gördüğüm atmosferlerin şu son görüntüleri içermediğini rahatlıkla dile getirebilirim. İlk defa kaos kelimesinin içini bu kadar doldurduğunu gördüm. Daha önce spor cemaati olarak tecrübe edindiğimiz 12 Mayıs olaylarının bile daha akla yatkın biçimde(!) seyrettiğini dile getirebilirim.
Tribün bazından bakacak olursak; Çarşı, 1453 Kartalları, Deplasman Kartalları derken olayların başladığı saniyeden itibaren komplo teorisyenliğine geçildi. Sanırım ülkedeki en büyük ekmek yediren iş de bu olacaktır. Su götürmeyen cinsten bir doğru var ise o da yaklaşık 80 binlik kitlenin kontrolü güç bir kitle olduğudur. Bunun yanı sıra gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığı ise bariz biçimde belli oluyordu. Stata girilmeden önce doğru düzgün üst araması yapılmadığı, turnikelerin patladığı hatta bazı biletlerin tekrar karaborsaya sokulduğu dillendirildi. Bunların hepsi doğru olabilir. Bizzat şahit olmadın fakat her maçta gördüğümüz durumlar olarak göze çarpıyor. Güvenlik konusu beis içeren bir konu oluyor haliyle. Özel güvenlik görevlilerinin yetersiz kaldığı ve polisin de müdahale etmekte güçlendiğini de gözlerimizle gördük. Fikret Orman'ın yaptığı açıklamalar özel güvenlik şirketi ile yolların ayrılacağı yönündeydi ki bu durum sadece payın bir cepten çıkıp ötekine girişi anlamını taşıyor. Her ne kadar karşısında olsam da yaşanılanlar komplo olsun olmasın durumun e-bilet sistemi ve statların polise bırakılışına doğru kaymakta. Ekstra olarak zaman zaman sosyal medyada gördüğüm ve katılmamayı kendimde hata sayacağım o var olmayan spor kültürümüzün çarpıklığı. Tribüne yeni taraftar çekmek demek, tribün kültüründen yoksun insanı oyun sahasına sokmak demektir. Aslında Lig TV kameralarına yansıyan o sopalı kavga görüntülerinin altında yatan sebebin -kusuruma bakılmasın ama- biraz da bundan kaynaklanan bir cehalet olduğunu da düşünmekteyim.
Saha içinden bakacak olursak; Fırat Aydınus'un kararları çoğunlukla iki tarafı da pek memnun etmedi. Bir hafta önce Gaziantepspor Teknik Direktörü Bülent Uygun'un isyanına sebep olan Fırat Aydınus'un böylesine ortamlara müsait olan bir derbiye atanması ne kadar doğruydu tartışılır. Buna karşın Aydınus'un ülke topraklarındaki en iyi iki hakemden biri olduğu da ciddiyetini hala koruyan bir durum olmakta. Çaldığı ya da çalmadığı düdükler nedeniyle tribünün ateşi yükselirken saha içindeki kontrolünü de kaybetmeye başlayan Aydınus için Felipe Melo'dan gelen o hareket ve sonrasında yaşanılanlar ise tesadüf olmayacaktı. Bunun yanında bir durum daha mevcut ki bunu yazarken samimiyetime güvenmenizi istemekten başka bir çarem yok. Özellikle Galatasaray taraftarına afaki konuşuyormuşum gibi gelecek lakin ortada bir takım gerçekler mevcut. Fikret Orman'ın başkan seçilerek çıktığı ilk maç olan Süper Final'deki Beşiktaş-Galatasaray maçı, 12 Mayıs 2012 Fenerbahçe-Galatasaray maçı ile sonrasındakiler ve son olarak da geçtiğimiz pazar günü oynanan yine Beşiktaş-Galatasaray derbisi... Bu maçlarda ya da sonrasında gelişen hiçbir olay tesadüf niteliği taşımamaktadır. Beşiktaş ve özellikle de Fenerbahçe taraftarının bürünmüş olduğu düşüncesi "Adaletin bittiği yerde anarşi başlar." aforizması ile eşdeğerdir. Ülke genelinde mevcut olan "adaletsizliğe olan inanç" da en üst kademe futbol sahalarında da böyle vücut buluyor. Tekrar etmekte fayda var, samimiyetime güvenmenizi istiyorum. Bu yazıyı bu kadar bekletmemdeki birincil sebep de gereksiz düşüncelere sebebiyet vermemek oldu.
İdari düzenden bakacak olursak; Disiplin Kurulu'nun vereceği cezalar bugün yarın belli olacaktır. Büyük cezaların yolda olduğunu kestirmek güç değil. Galatasaray cephesi olayların Melo'nun hareketleri ile oluşmuş olamayacağını her fırsatta belirtiyor. Beşiktaş'ta ise başkan Fikret Orman'ın yaptığı açıklamalar sıcaklığını koruyor. Geneli itibari ile yumuşak ve aba altından sopa gösterircesine bir üslup ile yapmış olduğu açıklamalar camiadan olumlu tepkiler alsa da satır araları bazı kesimleri rahatsız etmiş vaziyette. Kim haklı kim haksız demekten ziyade kulüp olarak savcılığa yapmış oldukları suç duyurusu önemlidir demeliyiz. Umarım bu işin peşi bırakılmaz ve suçlular cezalarını çeker.
Kaybeden taraftan bakacak olursak; kaybeden Beşiktaş... Dünya üzerinde böylesine bir havayı yakalamış olan hiçbir kulübün taraftarı takımına böylesine negatif bir etki yaratmazdı. Tek bildiğim bir şey var ise o da kazansınlar ya da kaybetsinler Önder Özen ve Slaven Bilic başta olmak üzere, futbolcular da dahil olacak biçimde hiçbirinin şu ortamı hak etmeyişidir.
Kazanan taraftan bakacak olursak; kazanan yok. En azından görebildiğimiz kazanan bir taraf yok. 2010'daki Diyarbakırspor-Bursaspor karşılaşmasının detaylarını nasıl yıllar sonra öğrendiysek, bu derbinin de detaylarını yıllar sonra öğreneceğiz. Gerçekten kazanan(!) kimmiş o vakit öğreneceğiz.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Kurtuluş ve Dibe İtiş
Şampiyonlar Ligi'nin açık ara en denk güçlerini içinde barındıran grubunun mücadelesinde Westfalenstadion'da Borussia Dortmund, Marsilya'yı ağırladı. Sırası ile Napoli ve Arsenal'a bir önceki maç haftası mağlup olup puansız biçimde mücadeleye çıkan taraflar için zorlu bir mücadele olacağı aşikardı. Özellikle Dortmund cephesinde bir de Jürgen Klopp'un kenarda olamayacağını düşününce ters bir sonucun işlerin iyice sarpa sarılması anlamına gelecekti.
İki tarafın sahaya çıkış biçimleri aşağıdaki görseldeki gibi olacaktı. Dortmund'un kalecisi ve kanat savunucuları ideal düzendeki gibi değildi. Burada Kevin Grosskreutz'a bir parantez açmazsam içim içimi yiyecek. Herhalde kale hariç oynamadığı mevkii kalmadı. Joker tabirinin futbol sözlüğünde karşılığında bundan sonra adı yazabilir. Marsilya cephesinde ise sol bekte Benjamin Mendy ve santraforda da Saber Khalifa farklılıkları dikkat çekecekti. İki farklılık da zorunluluk sonucu oluşmuştu. Jeremy Morel ve Andre-Pierre Gignac sakatlıkları sebebi ile kadroda bulunmuyorlardı.
Maça Borussia Dortmund'un başında Zeljko Buvac çıktı. Dortmund ilk dakikalardan itibaren özellikle Aubameyang'ın karşısında bulunan 19'luk Mendy'nin kenarını zorlama peşindeydi. Burada istenilen delik açılamayıp Marsilya'da topu yere indirince işler biraz bozulmaya başladı. Dortmund'un tempo oyununu dikte ettirmek istemesi ve buna karşılık tipik "gegenpressing" örneklerini sunmasına karşılık Marsilya kısa ayağa paslar ile hareketli olarak antitez üretme peşindeydi. Doğrusunu söylemek gerekirse bunu başaramadılar diyemeyiz. Buna karşın üçüncü bölgede bir türlük efektif olamamak onların belini bükecekti. Khalifa'nın ayağında topu tutamaması Marsilya'ya da ket vuran en büyük unsur olacaktı. Denge oyunu sürerken Marsilya orta mesafe sol çaprazdan kazandığı serbest vuruşu "kullanamayınca" Dortmund derslik bir direkt hücum ile Lewandowski'nin ayağından golü buldu. Golden sonra tempo arttı. Bu tempo Grosskreutz - Lewandowski iş birliği neticesinde golle sonuçlanabilirdi. Mandanda Lewandowski'nin kale sahası içinden vurduğu topu kornere çelmeseydi tabii. Bu pozisyonun ardından yine topa sahip olmayı başarabilen Marsilya oyunun merkezini zannımca hata ederek Durm'un kanadı yerine Grosskreutz'un kanadına kaydıracaktı. Bu dakikalarda maçın başından beri Valbuena'ya adım attırmayan Bender'in oyunu daha da değerlenecekti. Valbuena sahada hayalet moduna girecekti. Nitekim ilk yarı da böyle sona erdi: 1-0...
İkinci yarının başında, ilk yarının ve hatta Marsilya adına maçın ayakta kalan tek ismi diyebileceğimiz Mandanda'nın Reus'un orta sahanın ortalarından kullandığı serbest vuruşu tabiri caizse elle kaleye sokması neticesinde durum 2-0'a gelecekti. Marsilya iyice çöktü. Zihinsel olarak da istenileni verememenin stresi oyuncular üzerine binince bireysel hatalar yapılmaya başlandı. Özellikle orta sahadaki top kayıpları ve seken bütün topların Dortmund orta sahası tarafından toparlanması neticesinde Marsilya hızlı hücumları yemeye mahkum oluyordu. Nitekim Aubameyang ile art arda pozisyonlar yakalandı ancak golle sonuçlandırılamadı. 70'de gelen Auba-Kuba değişikliği ise o bölgeden işi bitirmek amaçlıydı. Elie Baup da Payet'i çıkarıp Lemina'yı orta sahaya yerleştirecekti. Bu dakikadan itibaren biraz daha 4-3-1-2'ye yatkın bir oyun oynandı diyebiliriz. Andre Ayew "inside forward" rolünü üstlenen isim olacaktı. Nitekim etki etmedi. Penaltıdan gelen Lewandowski'nin golü skoru belirleyecekti. Thauvin - Khalifa ve Jordan Ayew - Valbuena değişiklikleri ile Hoffman - Reus ve Sokritis - Mkhitaryan değişiklikleri de maçın basit unsurları haline gelecekti.
Napoli mağlubiyetinin ardından Dortmund kendini üste çekerken Marsilya'yı da dibe itiyordu. Bu galibiyet kuvvetle muhtemel Marsilya'nın da Şampiyonlar Ligi üst turu için fişini çeken hamle olacaktı.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)