Maça hatları sıkışık, dominant biçimde başlayan ve sürekli olarak topa hükmeden takım bir türlü golü bulamıyordu. Daha doğrusu golü yaratamıyordu. Samet Aybaba döneminden gelen o kısa ve hızlı harika paslaşmaların odağı olan Oğuzhan Özyakup sahada olduğu her dilimdeki gibi yine bir nevi maestro görevini icraa ediyordu. Oğuzhan'ın parlayan oyununa ayak uyduramayan Manuel Fernandes, hücumdaki tıkanmanın ana sebeplerinden yalnızca biri haline gelecekti. Bu sebepleri biraz daha açacak olursak Hugo Almeida'nın gün geçtikçe daha da tembel bir santrafor oyunu oynamaya başlamasını, Olcay Şahan'ın anlam veremediğim bir şekilde geçen seneden aşina olduğu o tamamlayıcı rolündeki yerini sorgular cinsten garip işler yapması, Gökhan Töre'nin ise klasik devam sorununun baş göstermesini sıralayabiliriz. Bu saydıklarım bir kenara kadroda Hugo Almeida'ya denk biçimde hedef santrafor görevini icraa edebilecek bir diğer isim olmaması ise paradoksu yaratan durum olarak baş göstermekte. Almeida'nın kafasını veremediği düzende Beşiktaş'ın o bölgede geçici çözümler dışında ikinci bir alternatifi daha gözükmemekte. İkinci yarıda oyuna giren Michael Eneramo'nun kötü bir Almeida kadar verim sağlayamaması ise bu tezimi doğrular nitelikte. Beşiktaş'ın hücum tarafında ise esas dikkat çekici olan Kerim Frei'ın oyuna girdikten sonra yaptıkları. Kanat forvetlerinden maç özelinde bir türlü verim alamayan Bilic'in Frei'ı oyuna sürdükten sonra oluşturduğu pozisyonları net biçimde irdelemesi gerektiği kanaatindeyim. Haftalar geçtikçe oyun anlamında düşen bu ikiliden birinin -özellikle Gökhan Töre'nin- yerini Frei'a bırakması sanırım hem takımın sağlığı hem de adalet açısından daha yararlı olacaktır. Frei'ın lig standartlarına göre üst düzey hızı ve top tekniği ile birlikte mevcut düzende dikine giden ikinci bir oyuncu -ilki Oğuzhan- olarak fark yaratması pek de zor görünmemekte.
Gelelim işin savunma kısmına. Belki de en can alıcı nokta burası. Gol yemeyen bir savunma anlayışı kağıt üstünde kusursuz olarak nitelendirilebilir. Buna karşın karşınızdaki rakip ligin en az gol atan takımı ve en önemli hücum silahının kontra ataklar olduğunu düşünecek olursak pek de önemli bir aksiyon olarak göze çarpmayacaktır. Kilit nokta ise takım savunması. Beşiktaş'ın özellikle Bursa deplasmanında uyguladığı o boğucu, Almeida'dan başlayan pres yerini yellere bırakmış durumda. Ligde üç büyükler dahil herhangi bir takıma ön alanda baskı yaptığınızda nasıl geri dönüşler aldığınız malumunuz. Sırf bu sebepten ötürü yapılabilecek olan baskının bir türlü gelmemesi belki de gelememesi sıkıntının ana unsuru olmakta. Bilic'in Beşiktaş'ı için yapılmış en güzel tabir sanırım "oynatmayarak oynayan" bir takım olunuşudur. Bu baskının gelmeyişi neticesinde top kazanma süresinin uzaması, Beşiktaş'ın bir türlü rakip kaleye oyunu yıkamaması anlamına gelecekti. Nitekim öyle de oldu. Mutlaka dikkatleri çekmiştir, Beşiktaş bu noktada vitesi bir tık dahi olsa yükselttiği anda pozisyonları bulmayı becerdi.
Velhasıl kelam, benim yazı yazmaya heves etmemi sağlayan kişilerin başında geldiğini söyleyebileceğim insanlardan olan rahmetli Vedat Okyar'ın bir sözü vardı; "Eğer şampiyon olmak istiyorsan atanın da tutanın da iyi olacak." minvalinde. Beşiktaş'ı ilgilendiren kısmı ise ilk nokta. Beşiktaş'ın atanı son yıllarda hiç iyi olmadı. Şu son periyotta da bunun sıkıntısı net biçimde gözüküyor. Bu takım üzerine yazılacak belki milyon tane şey daha var lakin şimdilik bununla yetinmeli ve beklemeliyiz. O zamana kadar sanırım en doğru şey Ercan Taner'in son yazısına atıfta bulunmak olacak: "Hayat zor, Beşiktaşlı olmak daha zor."
Ufuk Tolga Aldırmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder