28 Nisan 2012 Cumartesi

Deutscher Meister!


Bir kült kulüp düşünün. Simgeleşmiş bir forma, harika bir taraftar grubu, şampiyonluklar, aşk, sevgi, bağlılık böyle uzar gider bu özellikler. Peki ya vasat bir kült kulüp düşünebilir misiniz? Zor ama bu yazıdaki oksimoron da bu işte.

Deutscher Meister… Yani Borussia Dortmund. Fosforlu sarı formasıyla küçüklükten beri gönlümde taht kuran takımlardan sanırım birisi -Benimki de biraz futbol meşrepliği sanırım. Denizci misali her limanda bir sevgili olur ya, benim de her ülkede bir bağım bulunuyor işte.- . Her şey bir yana sırf güney kale arkası tribünlerini izlemek bile fazlasıyla tatmin edici olmakta. Kulüplerine bağlılıkları gerçekten muazzam. Şu günlerde yaşadıkları tatmin duygusunu uzun süredir yaşayamıyorlardı. İki yıl üst üste BundesLiga şampiyonluğu özledikleri şeylerdendi. Oysa ki bu yıl onlar için pek de beklentinin yüksek olduğu bir yıl değildi. Özellikle Nuri Şahin’in Real Madrid’e gidişi biraz da önceki yılın zafer sarhoşluğu her zamanki gibi taraftara “Şampiyon olmasanız da biz buradayız.” dedirtiyordu. Kolay değil tabii onca sıkıntının ardından bu noktalara gelmek. Taraftardaki eldekiyle yetinme durumu aslında çok da mağrur bir duruş olarak göze batıyor. Daha önce sonuncusu 2002 yılında alınan şampiyonluk da dahil altı şampiyonluğu bulunan kulüp o yıl UEFA Kupası’nda finalde Feyenoord’a kaybedince işler biraz sarpa sarmaya başlıyordu –Fenerbahçe’nin efsane yabancılarından Hooijdonk’un da bir golü vardı.- . Asıl hikayemiz de buradan itibaren başlıyor işte.

Hikaye dediğime bakmayın. Biraz da “Anka Kuşu Efsanesi” tadında masalımsı bir futbol realitesi. 2002 ile biten sezon Dortmund yeni bir sayfa açtı. Frankfurt Borsası’na giren kulüp bu bağlamda o dönemin ilk ve tek kulübü oldu. Kısacası sportif başarısını biraz da mali alana taşımışlardı. Hisse senedi satımı da gerçekleştiriliyordu. Bunun neticesinde biraz da maymun iştahı ve değer arttırma amacıyla büyük yatırımlar yapıldı. Önemli isimler transfer edildi. Sonun başlangıcı da biraz bu nokta oldu. Ertesi yıl değil Şampiyonlar Ligi’ne katılma vizesi, kümede kalmayı zar zor başardılar. CEO Hans Joachim Watzke’den kötü açıklamalar geliyordu. Durumun iyi olmadığı ve mali sıkıntılar yaşanacağını bildiren açıklamalar kısacası. Beterin beteri var derler ya şu anki Beşiktaş’tan bile beter duruma geleceklerdi.  Krizden kurtulmak için bizdeki temlik olayını abartıp, Westfalenstadion’u bir emlak şirketine devretmişler. İflasın eşiğinden son anda bu hamle ile kurtulurlar. Övdüğüm taraftarı da bu durumda boş durmaz tabii. Bir kampanya düzenlerler ve özel şirketler ile kamu kuruluşlarını da bir araya getirip, güzel bir sinerji oluştururlar. İçlerindeki ruh da onlara ekstra motivasyon verir pek tabii. Yine de durumlar iç açıcı değildir. Öyle ki en büyük rakiplerinden olan Bayern München onlara yardım teklif eder. Teklifi kabul etmek zorunda kalırlar zira ikinci bir teklif bir seks shop zincirinden gelmiştir. Bayern’den gelen bu yardım eli onları tekrardan iflasın eşiğinden döndürür ve bir kırılma noktası haline gelir.

Bir süre daha düşe kalka devam edip ufak da olsa bir istikrar yakalarlar. 2006 yılında ise bu istikrarın karşılığını bir bankadan aldıkları yüksek düzeydeki kredi ile taçlandırırlar. İlk yaptıkları şey mabedlerinin çoğunluk hissesini almak olur –Daha sonra tamamını alırlar.- . Geri kalan parayı da sicillerini temizlemede kullanırlar. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen futbolda işler pek iyi gitmez. Oyuncu satımına devam ederler. Giden oyuncuların getirileri de ancak Borussia Dortmund Academi’sinin yeniden düzenlenmesinde kullanılabilir. Taraftar tarafından ikinci bir kampanya daha düzenlenir ve futbol dışı gelirler çok yüksek boyutlara ulaşır. Öyle ki Avrupa’nın bazı büyük kulüplerini bile geride bırakırlar. Bütçeye direkt olarak etki eden bu durum işlerin biraz daha düzelmesini sağlar. Artan bütçe borçlara giderken Akademi çıkışlı futbolcular takıma monte edilmeye başlanır. Takımın başına da hem teknik direktörlüğü ile hem de insanlığı ile üst düzeyde olan Jürgen Klopp getirilir. En somut örneği bizler için Nuri’dir sanırım. Hummels,Götze,Grosskreutz gibi hem taraftar hem de milli takım düzeyinde oynayan adamların gelişi onlar için ilaç niteliğindeydi. Dışarıdan bir milyon Euro üzerinde oyuncu transfer edilmedi ki transfer edilen isimlerin hepsi bu takımda kendi markalarını yarattılar. Nereden geldiğini şu an bile hatırlayamadığım Kagawa’nın ManU’nun radarında olduğunu düşününce ne kadar muazzam bir iş yaptıklarını somut bir düzleme indirebiliriz. Bu muazzam iş de ezeli rakipleri Bayern’in önünde iki yıl üst üste şampiyonluğu almayı getirdi. Bayern'in de son üç yılda ikinci kez Şampiyonlar Ligi oynayacak kalibrede bir ekip olduğunu belirtmekte fayda var.  Mükemmel bir teknik direktör, mükemmel oyuncular, mükemmel taraftar… Kesinlikle bu onların ödülüydü.

Sportif başarının yanı sıra 25.000 kişilik güney kale arkasının bilet fiyatlarıyla bir kez bile oynanamaması bu kulübün taraftarına ne kadar sahip çıktığının göstergesidir. Taraftarın yaptıkları da aşikar. Karşılıklı sadakat şüphesiz ki mükemmel sıcaklıkta aile ortamı yaratıyor. En önemlisi de bu işte. Buna bir de dışarıdan gelen kişiler de ayak uydurunca  “Şampiyonluk kimin umrunda…” diye başlayan beste ister istemez akıllara geliyor. Benim yazacağım şu son iki kelime aslında her şeyin ne kadar imrendirici olduğunu da göstermekte: HELAL OLSUN!

NOT:Jürgen Klopp’ün şu videosuna rastladım. Aile ortamından kastım da budur işte.

NOT2:Alt yapının küçümsenmesi ve Barcelona’da yaratılan ütopya algısı insanları bu düzenin uygulanamayacağı fikrine saplıyor. Dortmund bu iş için biçilmiş kaftan. Hele ki önümüzde böylesine benzer durumda bulunan bir Beşiktaş da varken insan neden olmasın diyemiyor?

Ufuk Tolga Aldırmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...