Sonunda başladı. İlk günün günahı olmaz derler. Ben de uydurmuş olabilirim bu sözü. Çeşitli spor dallarının çeşitli müsabakalarından ötürü izlediğim ancak yarım yamalak izlediğim hissine kapıldığım maçları bu seferlik tek yazıya sığdıracağım. Başlamadan önce izlediğim en rezil başlangıç seramonisine imza atan kim var ise selam olsun.
Polonya-Yunanistan:
Polonya herkesin tahmin etmekte zorlanmadığı kadrosu ile sahada yerini alırken Yunanistan'da ise sürprizler vardı. İlk olarak kalede Sifakis oynayacak derken Chalkias fileyi koruma görevini üstleniyordu. Bir de Sotiris Ninis-Salpingidis tercihi vardı ki onu anlamam pek mümkün olmadı. Büyük ihtimal Fernando Santos kenadar oyuna etki edebilecek birinin oturmasını istiyordu. En azından maç öyle gidecekti.
Ev sahibi, ev sahipliğinin farkında olarak ağır bir karşılama yapıyordu. Açıkçası beklentimi aşan bir ilk yarı çıkardılar. Güzel oyun beraberinde hoş atak girişimlerini getirdi. Özellikle beklediğimiz o sağ kanat atakları çok yıpratıcı oldu. Hele ki karşılarında Holebas var iken bunun olmaması çok düşük ihtimal idi. Bu verimli ataklar meyvesini Kuba'nın tek gol silahları olan Lewandowski'ye asisti ile verdi. Yunanistan ise beklentimin aksine çok savruk ve saçma bir oyun oynuyordu. Özellikle Samaras'ın varlığı takımı eksik bıraktı diyebiliriz.Üstüne bir de kırmızı kartın gelmesi sıkıntıları daha da büyütüyordu.
İkinci yarı ise bambaşka bir hal aldı. Ninis'in yerine oyuna giren Salpingidis muazzam bir etki yarattı ve takımını diriltti. Oyun bilgisinin muazzamlığı beni gerçekten şaşırttı. Yetenekleri sınırlı fakat çok mütevazi bir şekilde bu kısıtlı yeteneklerini avantaja çevirmeyi net şekilde beceriyor. Nitekim gol de ondan geldi. Szczesny'nin atılışı ile Karagounis penaltıyı atabilse günün en karlı takımı Yunanistan ve ismi de büyük ihtimalle Salpingidis olacaktı.
Fernando Santos takımına olumlu etki yaparken Smuda adeta oyunu boş gözlerle izledi. Bu çok büyük dezavantaj. Polonya'nın bu mükemmel takım havasının avantajını da götürüyor maalesef. Zevkli bir başlangıç mücadelesi oldu düşüncesindeyim. Puanlar paylaşıldı.
Rusya-Çek Cumhuriyeti:
Çek Cumhuriyet'nin gerçekten adı ve birkaç oyuncusu dışında hiçbir şeyi yok. Bunu maçın başından sonuna kadar net biçimde gösterdiler. Bana kalırsa turnuvanın en kötü takımı olmak için rakipleriyle yarışabilirler. Grupta şu takımı yenebilir diyemiyorum. Sanırım uzun zamandır bu kadar güçsüz olmamışlardı. Sonda denilecek şeyleri başta söyledim.
Çek Cumhuriyeti'nin oyununu bu kadar kötü gösteren de Rusya'nın iyi oyunuydu pek tabii. Rusya gerçekten önemli oyuncuları olan bir ekip. Aynı zamanda bu oyuncuların çoğunun yaş itibariyle son büyük turnuvası da bu şampiyona olacak gibi. Futbolun olgunluğunu yaşayan ve çoğunun Zenit'li damgası olmasının yararı olarak bilinçli aynı zamanda da bir kulüp takımı gibi takır takı toplarını oynuyorlar. Maçın genelinde mükemmel bir şekilde top dağılımı yapıp, hücum alanında çok güzel çoğaldılar. Burada da Çekler'in orta sahası ile defansı arasındaki boşluk da etken. Çok rahat kopabilecek olan maç, Kerzhakov'un "bidonluğu" yüzünden ancak Pavlychenko'nun girişi ile çözülebildi. Roman, Euro 2008'de bıraktığı noktadan devam etmeye başladı ve bu takımın birinci santraforu olduğunu ispatladı.
Çekler'de ise Küçük Mozart ve kavruk sağ bek Selassie dışında ayakta durabilen yoktu. İkisi gerçekten çok çabaladılar ve kalitelerini sahaya yansıttılar fakat üç puanın Ruslar'a gitmesine engel olamadılar.
Maçtan bağımsız olarak Rusya bu oyunu ile adeta "Ben kolay lokma değilim." diyordu. Şanslarının çok fazla olduğunu düşünmüyorum lakin Euro 2008'de de düşünmüyordum. Ömer Üründül'ün de dediği gibi "Golü atan kazanır." Golü atan taraf Rusya olursa neden olmasın?
Ufuk Tolga Aldırmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder