İlk maçlara oranla çok daha güzel maçlar izledik D Grubu'nda. Özellikle İsveç-İngiltere mücadelesi herhalde turnuvanın en iyi maçları arasında sayılabilecek bir ikinci yarıya sahne oldu. Önce Ukrayna-Fransa mücadelesi ile başlayalım ama.
Hava şartları nedeniyle sekteye uğrayan mücadele açıkçası biraz da monotonluk bozan cinsten oldu ki bu açıdan güzeldi. Yüksek tempo ile başlayan mücadele yine takımların karakteristik özelliklerine sahne oldu diyebiliriz. Ukrayna oyunu yarı sahasında kabul etti. Hareketli bir alan savunmasına mütevellit takım halinde -Sheva hariç- topun gerisindeydiler. Kaptıkları topları bir an önce Shevchenko ile buluşturup kontra-ataklarla golü bulma çabasındaydılar. Bu noktada araç olarak da kanatlar Yarmolenko-Konoplyanka ikilisi kullanılıyordu. Fransa ise yine topu ayağına alıp pas oyunu oynama çabasındaydı ki İngiltere maçından daha hızlı bir biçimde bunu yapmayı becerdiler. Nasri'nin Malouda yerine içeri çekilmesi ve öne de Menez'in yerleştirilmesi orta saha ve forvet hattını statiklikten kurtarıyordu. Bu noktada daha çok ısıran bir Fransa görüyorduk anca bu ısıran takım ruhunu efektifliğe yansıtamıyor, yansıttıklarında ise bir türlü Pyatov'u geçemiyorlardı.
İkinci yarıya kadar bu seyirde sonuçsuz kalan takımlar ikinci yarıda Fransa'nın tempoyu yükseltmesi neticesinde daha keyifli bir mücadele sergiliyordu. Elli ikinci dakikada Menez ile gelen gol açıkçası artık herkes "Oh be, sonunda." dedirten cinstendi. Pyatov'un da takımını taşıması bir noktaya kadar sürüyordu. Hız kesmeyip akabinde elli altıncı dakikada Cabaye ile golü bulmaları onları rahatlatıyordu. Ukrayna bu golden sonra mental anlamda çöktü. Devic haricinde çabalayan kimse yoktu ki o da yine klasik tabirlerden biri olan "bal yapamayan arı" modeline uyuyordu. Bütün planını kontra-atak üzerine kurmuş bir takım için geri dönüş neredeyse imkansız demekti ki zaten pek mecalleri de yoktu. Sürpriz olmayan bir sonuç geldi.
Gecenin mücadelesinde ise İsveç ilk maç yenilgisinin ardından istediğini alan İngiltere ile karşılaşıyordu. Şaşırtıcı bir şekilde İngiltere'nin yaptığı tempo ile mücadele başladı. Tipik İngiliz takımları gibi özellikle Parker'ın kanatlara indirdiği topları ortalar ile Carroll'a gönderip pozisyon arıyorlardı. İsveç ise ilk maçta yaşadığı sıkıntıyı yaşayıp top tutmayı beceremiyordu. Oyun devamlı sıkışma eğilimindeydi. İbrahimovic'in ayağına gelen topları taşıması ile pozisyon aramaları yapabildikleri tek şey oluyordu. İngilizler buna yine "Chelsea alan savunması" ile cevap veriyordu. İşe de yaradı. Üstüne bir de Gerrard-Caroll organizasyonunda gelen gol işin kaymağı oldu. O dakikadan sonra çok duraksadılar. İkinci yarı ile birlikte iki duran toptan gelen ili Mellberg golüne engel olamamaları da sıkıntı oluşturdu. Üzerinde gelen Walcott hamlesi ise zaten olması gereken şeyin bu olduğunu Hodgson'a hatırlatırcasına maçı değiştiren hamle oldu. Önce golünü atması sonra da harika bir asistle Welbeck'i beslemesi İngilizler'i ipten aldı. İsveç ise elenenler kervanına katıldı. Yine beklentilerle gelinen fakat hayal kırıklığı olan bir turnuva oldu. İngilizler'in öyle veya böyle geri dönmesi ve umutlarını son maça taşıması da gerçekten anlık şanslardan ibaret gibi gelmeye başladı. Son maçta neler olacağını göreceğiz. Umarım yine bugünkü gibi güzel maçlar izleriz.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder