"I'm a fascist, not a racist" |
29 Ağustos 2012 Çarşamba
Faşist Di Canio!
Paolo Di Canio'nun kendi ağzından söyledikleri fotoğrafın altında. Kendi nitelemem değil. Hoş söylediği sözler, yaptığı açıklamalardan dolayı bu nitelendirmeyi yapmak da pek zor olmaz.
Alttaki fotoğrafımızda da Di Canio'nun çalıştırdğı Swindon Town'un Lig Kupası'nda Stoke City'e karşı golünü atan James Collins'i kutlayış şeklini göreceksiniz. Boşuna demiyorum bu tarz adamların çocukluğuna inmek gerek diye. "Ainesi siyasi görüştür kişinin lafa bakılmaz."
27 Ağustos 2012 Pazartesi
Burak Yılmaz "Sorunsalı"
Beşiktaşlıyım. Beni uzaktan, yakından tanıyan ve tanımayanlar da dahil herkes bunu bilir. Bunu söylemekten ve bir şekilde "taraf" olmaktan hiçbir zaman gocunmadım ya da çekinmedim. Bunlara karşın her şekilde ve durumda objektif de kalmayı başardım. En azından böyle düşünüyorum(Eleştirilere son derece açık bir insanım, tersini iddia edebilirsiniz.).
Her şeyi bir kenara bırakıyorum. Maç içinde yaptığım teknik-taktik naçizane gözlemler de bunun içinde. Direkt olarak son penaltı pozisyonuyla ilgileniyorum. O böyle demiş, şu şöyle demiş inanın hiç umurumda değil. Maçın kazanılması veya kaybedilmesi ya da dün geceki gibi beraberlikle sonuçlanması da keza böyle. Sorun Burak Yılmaz'ın yaptığı.
Burak Yılmaz geçtiğimiz yaz transfer döneminin başında iken yaptığı "Çocukluğumun, gençliğimin takımı Beşiktaş. Tekrar orada oynamak isterim." minvalinde bir açıklama yapmıştı. Penaltı kararı verilen pozisyonu görünce aklıma direkt olarak bu açıklama geldi. Kendi içimde maçtan sonra gelip evde bu vuruşları yaparken geçen süreye kadar sürekli bunun üzerinde kendi kendimle iç muhasebeye girdim. "Ben olsam bunu yapar mıydım?", "Profesyonel yaşamda bunların yeri var mıdır?", "Etik midir?" tarzında soruları kendime sorup sorup durdum. Her seferinde ise sonuç noktam aynıydı: Benim çocukluk ve içinde bulunduğum gençlik döneminin saf duyguları ve dokunulmaz değerleri varmış. Profesyonel dünyada da bunlara yer yokmuş. Gariptir ki (!) insanı insan yapan bu duygu ve değerler "profesyonellik" adı altında sömürülüyormuş. Endüstriyel futbolun getirisi olan futbolda profesyonellik de tam da dün geceki pozisyonda devreye giriyor. Kimse Burak'dan "Hayır, bu pozisyon penaltı değil." demesini beklemedi, beklemiyor da. Büyüklerimizin anlattığı o efsaneleşmiş anektodlar da profesyonellik sayesinde yok oldu. Ben ise direkt olarak Burak'ın o pozisyonda malum hareketi yapmaması gerektiğini savunuyorum. Bunu yapmasını gerektiren şey ciddi anlamda insanların emeğine göz dikmek ise yemişim böyle profesyonelliği.
Son günlerde çokça anmaya başladığım Javi Poves'in endüstriyel futbol ve dolayısı ile "profesyonelliğe" çekmiş olduğu ha-siktir bugünlerde benim gibi birçok kişi için de daha bir anlamlı hale geliyor. Çok şey istediğimi düşünmüyorum. İnsan kendinden ve değerlerinden vazgeçmesin, yeter. Bir de kendim için bir ders çıkarıyorum: Üç kuruş para beni etkiliyorsa ben adam olamamışım. Gerisi boş.
NOT: "Aklını aut çizgisi dışına taşıyabilen" adam Metin Kurt'un da geçtiğimiz günlerde vefat etmiş olması da daha önce varlığından haberdar olmayan beni açıkçası dün geceden sonra daha da bir yaraladı. Şuraya da bir göz atın derim.
DİP NOT:Art niyetli bakan olursa diye yazma gereksinimi hissettim. Burak ya da farklı bir futbolcunun tuttuğu takım dışında başka bir takımda top oynayamayacağı düşüncesinde değilim. Bu yazıyı öyle algıladıysanız istirham ediyorum buna benzer karalamaya çalıştığım hiçbir yazıyı okumayınız.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Her şeyi bir kenara bırakıyorum. Maç içinde yaptığım teknik-taktik naçizane gözlemler de bunun içinde. Direkt olarak son penaltı pozisyonuyla ilgileniyorum. O böyle demiş, şu şöyle demiş inanın hiç umurumda değil. Maçın kazanılması veya kaybedilmesi ya da dün geceki gibi beraberlikle sonuçlanması da keza böyle. Sorun Burak Yılmaz'ın yaptığı.
Burak Yılmaz geçtiğimiz yaz transfer döneminin başında iken yaptığı "Çocukluğumun, gençliğimin takımı Beşiktaş. Tekrar orada oynamak isterim." minvalinde bir açıklama yapmıştı. Penaltı kararı verilen pozisyonu görünce aklıma direkt olarak bu açıklama geldi. Kendi içimde maçtan sonra gelip evde bu vuruşları yaparken geçen süreye kadar sürekli bunun üzerinde kendi kendimle iç muhasebeye girdim. "Ben olsam bunu yapar mıydım?", "Profesyonel yaşamda bunların yeri var mıdır?", "Etik midir?" tarzında soruları kendime sorup sorup durdum. Her seferinde ise sonuç noktam aynıydı: Benim çocukluk ve içinde bulunduğum gençlik döneminin saf duyguları ve dokunulmaz değerleri varmış. Profesyonel dünyada da bunlara yer yokmuş. Gariptir ki (!) insanı insan yapan bu duygu ve değerler "profesyonellik" adı altında sömürülüyormuş. Endüstriyel futbolun getirisi olan futbolda profesyonellik de tam da dün geceki pozisyonda devreye giriyor. Kimse Burak'dan "Hayır, bu pozisyon penaltı değil." demesini beklemedi, beklemiyor da. Büyüklerimizin anlattığı o efsaneleşmiş anektodlar da profesyonellik sayesinde yok oldu. Ben ise direkt olarak Burak'ın o pozisyonda malum hareketi yapmaması gerektiğini savunuyorum. Bunu yapmasını gerektiren şey ciddi anlamda insanların emeğine göz dikmek ise yemişim böyle profesyonelliği.
Son günlerde çokça anmaya başladığım Javi Poves'in endüstriyel futbol ve dolayısı ile "profesyonelliğe" çekmiş olduğu ha-siktir bugünlerde benim gibi birçok kişi için de daha bir anlamlı hale geliyor. Çok şey istediğimi düşünmüyorum. İnsan kendinden ve değerlerinden vazgeçmesin, yeter. Bir de kendim için bir ders çıkarıyorum: Üç kuruş para beni etkiliyorsa ben adam olamamışım. Gerisi boş.
NOT: "Aklını aut çizgisi dışına taşıyabilen" adam Metin Kurt'un da geçtiğimiz günlerde vefat etmiş olması da daha önce varlığından haberdar olmayan beni açıkçası dün geceden sonra daha da bir yaraladı. Şuraya da bir göz atın derim.
DİP NOT:Art niyetli bakan olursa diye yazma gereksinimi hissettim. Burak ya da farklı bir futbolcunun tuttuğu takım dışında başka bir takımda top oynayamayacağı düşüncesinde değilim. Bu yazıyı öyle algıladıysanız istirham ediyorum buna benzer karalamaya çalıştığım hiçbir yazıyı okumayınız.
Ufuk Tolga Aldırmaz
26 Ağustos 2012 Pazar
Hayırlısı Olsun
Sezonun ilk derbisi. Bir tarafta "mükemmele" doğru yol alan Galatasaray, diğer yanda ise şunu da yapalım bunu da alalım şu eksiği de kapayalım diye çabalayan Beşiktaş.
Klasikleşmiş "Bu maç bir derbi. Ne olacağı belli olmaz!" minvalinde sözler sarf etmeyeceğim. Değil derbi, herhangi bir maç için bu kalıbı kullanmamak ahmaklık olur. Futbolun çekici yanları, madde 16215'de bu belirtilmiştir(!).
Son şampiyon, kazanma alışkanlığını bir yılın ardından artık cebine koydu. Bunun yanı sıra Fatih Terim gibi bir hocanın varlığı her daim işlerini kolaylaştıran cinsten. Euro 2008 öncesi milli takımı da çalıştıran ve mucizelere ön ayak olan Scott Piri ile birlikte çalışması da farklı, ancak işe yarar özellikleri takımına katmış durumda. Ligin başı olmasına rağmen önemli bir seviyede addetmek yanlış olmayacaktır. Bunun en büyük getirisi olarak sahada rakibi boğan bir pres yapmaları da Spor Toto Süper Lig ve Türkiye sınırlarındanki herhangi değerde bir maç için bariz ekstra katkı demektir. Takım oyununa Umut Bulut-Johan Elmander ön ikilisinden başlayarak her bir parça olarak ayrıca katkı sağlamaları Fatih Terim'in Galatasaray'ının şifreleri olmasa bile genel anlamda giriş kodudur. Çıkacak kadroyu az çok tahmin edebiliyoruz. Birbirine yakın kalitede isimlerin olması isimleri silip az önce vuruşunu yaptığım kelimlerin -takım olmanın- önemini bir kez daha belli ediyor. Tüm bunların yanında sahada ciddi anlamda Selçuk İnan beyincik görevinde. Yanında kimin oynadığı ise performansını direkt olarak etkilemese de etkenlerden biri olacaktır. Burada seçim Felipe Melo mu yoksa Emre Çolak mı olacak en önemli soru Galatasaray cephesinde bence budur. Eğer Emre oynarsa teknik anlamda geçişi daha esnek olan bir takım olacaktır fakat Melo ile hem geçen yıldan kalma "büyük maç uyumu" hem de fizik olarak bir yerindelik sağlanacak. Bunun dışında ekstra silahların varlığı, boğucu atak organizasyonları vb. şeyler hakkında nutuk atmayacağım.
Geçiyoruz Beşiktaş'a. Ev sahibi avantajına sahip olan Beşiktaş yenik duruma düşüldüğü anda bunun sancısını dahi çekebilir. Malumunuz konular yüzünden efendim. Bu kısmın handikapını geçecek olursak sezon başı değerlendirmesinde belirttiğim o ev sahibi düzeni olan 4-1-3-2 taktiği mi uygulanacak yoksa İBB maçında da uygulanan deplasman diziliminde mi sahaya çıkılacak ilk soru işareti. Bence seçim ikincisinden yana olacak. Böylece orta saha üstünlüğünü Veli Kavlak- X ikilisi ile kırmak istenecektir. X dememdeki gaye Hasan Türk ile çıkılmayacağını düşünmem. Yine de Samet Aybaba'nın CV'sinden ötürü orada bir açık kapı bırakıyorum. Veli'nin Avusturya ile oynadığımız milli maçta Selçuk'a yapmış olduğu bunaltıcı baskı ve Samet Hoca'nın da belirttiği gibi koşu kalitesinin yüksek olması orta saha dinamizminin üzerinde olacağının göstergesi. Yanındaki ismin Oğuzhan olmasını dilerdim. Defalarca dile getirdiğim sebeplerden ötürü Oğuzhan'ın varlığı takıma çok şey katacaktır lakin maç kondüsyonuna daha ulaşamadığı ve riske edilmek istenmediği belirtilmişti. Saygı duymak gerekiyor. Bunun yanı sıra genel anlamda takım olarak bir baskı yapılması elzem. Galatasaray'ın saha görüşünü ne kadar kapatırsanız işiniz o kadar kolaylaşacaktır. Bu baskıyı yaparken oyun içinde kaptırıp gidilmemesi de gerek. Geçen haftaki İBB maçından sonra fizik üstünlüğünün Galatasaray'dan yana olduğu bariz. Forvette Almeida'nın yokluğu Batuhan'a müthiş bir geri dönüş şansı tanıyor. Destekleyici olarak da yine Mustafa Pektemek'in kullanılacağını düşünmekteyim. Son soru işareti ise defans hattında. İbrahim Toraman'ın tercihi İBB maçından sonra anlaşılabilirdi fakat bu maçta Julien Escude'nin oynaması son derece önemli. Pozisyon bilgisi ile savunmada fark yaratacak unsur olabilir ki azımsanacak bir olasılık da değil.
Velhasıl kelam, Galatasaray neresinden tutarsanız tutun favori. Beşiktaş'ın gerçek sınanma maçı ise bu olacak ve sezonun geneli için önemli bir fikir verecek. Galatasaray bu maçı kaybederse bir şey kaybetmeyecektir fakat Beşiktaş camia olarak kötü noktalara sürüklenebilir. Net bir biçimde iki takım adına da tek bir dileğim var: Hayırlısı olsun.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Klasikleşmiş "Bu maç bir derbi. Ne olacağı belli olmaz!" minvalinde sözler sarf etmeyeceğim. Değil derbi, herhangi bir maç için bu kalıbı kullanmamak ahmaklık olur. Futbolun çekici yanları, madde 16215'de bu belirtilmiştir(!).
Son şampiyon, kazanma alışkanlığını bir yılın ardından artık cebine koydu. Bunun yanı sıra Fatih Terim gibi bir hocanın varlığı her daim işlerini kolaylaştıran cinsten. Euro 2008 öncesi milli takımı da çalıştıran ve mucizelere ön ayak olan Scott Piri ile birlikte çalışması da farklı, ancak işe yarar özellikleri takımına katmış durumda. Ligin başı olmasına rağmen önemli bir seviyede addetmek yanlış olmayacaktır. Bunun en büyük getirisi olarak sahada rakibi boğan bir pres yapmaları da Spor Toto Süper Lig ve Türkiye sınırlarındanki herhangi değerde bir maç için bariz ekstra katkı demektir. Takım oyununa Umut Bulut-Johan Elmander ön ikilisinden başlayarak her bir parça olarak ayrıca katkı sağlamaları Fatih Terim'in Galatasaray'ının şifreleri olmasa bile genel anlamda giriş kodudur. Çıkacak kadroyu az çok tahmin edebiliyoruz. Birbirine yakın kalitede isimlerin olması isimleri silip az önce vuruşunu yaptığım kelimlerin -takım olmanın- önemini bir kez daha belli ediyor. Tüm bunların yanında sahada ciddi anlamda Selçuk İnan beyincik görevinde. Yanında kimin oynadığı ise performansını direkt olarak etkilemese de etkenlerden biri olacaktır. Burada seçim Felipe Melo mu yoksa Emre Çolak mı olacak en önemli soru Galatasaray cephesinde bence budur. Eğer Emre oynarsa teknik anlamda geçişi daha esnek olan bir takım olacaktır fakat Melo ile hem geçen yıldan kalma "büyük maç uyumu" hem de fizik olarak bir yerindelik sağlanacak. Bunun dışında ekstra silahların varlığı, boğucu atak organizasyonları vb. şeyler hakkında nutuk atmayacağım.
Scott Piri ve Fatih Terim(Scott Bey abimiz de kuul adam) |
Geçiyoruz Beşiktaş'a. Ev sahibi avantajına sahip olan Beşiktaş yenik duruma düşüldüğü anda bunun sancısını dahi çekebilir. Malumunuz konular yüzünden efendim. Bu kısmın handikapını geçecek olursak sezon başı değerlendirmesinde belirttiğim o ev sahibi düzeni olan 4-1-3-2 taktiği mi uygulanacak yoksa İBB maçında da uygulanan deplasman diziliminde mi sahaya çıkılacak ilk soru işareti. Bence seçim ikincisinden yana olacak. Böylece orta saha üstünlüğünü Veli Kavlak- X ikilisi ile kırmak istenecektir. X dememdeki gaye Hasan Türk ile çıkılmayacağını düşünmem. Yine de Samet Aybaba'nın CV'sinden ötürü orada bir açık kapı bırakıyorum. Veli'nin Avusturya ile oynadığımız milli maçta Selçuk'a yapmış olduğu bunaltıcı baskı ve Samet Hoca'nın da belirttiği gibi koşu kalitesinin yüksek olması orta saha dinamizminin üzerinde olacağının göstergesi. Yanındaki ismin Oğuzhan olmasını dilerdim. Defalarca dile getirdiğim sebeplerden ötürü Oğuzhan'ın varlığı takıma çok şey katacaktır lakin maç kondüsyonuna daha ulaşamadığı ve riske edilmek istenmediği belirtilmişti. Saygı duymak gerekiyor. Bunun yanı sıra genel anlamda takım olarak bir baskı yapılması elzem. Galatasaray'ın saha görüşünü ne kadar kapatırsanız işiniz o kadar kolaylaşacaktır. Bu baskıyı yaparken oyun içinde kaptırıp gidilmemesi de gerek. Geçen haftaki İBB maçından sonra fizik üstünlüğünün Galatasaray'dan yana olduğu bariz. Forvette Almeida'nın yokluğu Batuhan'a müthiş bir geri dönüş şansı tanıyor. Destekleyici olarak da yine Mustafa Pektemek'in kullanılacağını düşünmekteyim. Son soru işareti ise defans hattında. İbrahim Toraman'ın tercihi İBB maçından sonra anlaşılabilirdi fakat bu maçta Julien Escude'nin oynaması son derece önemli. Pozisyon bilgisi ile savunmada fark yaratacak unsur olabilir ki azımsanacak bir olasılık da değil.
Velhasıl kelam, Galatasaray neresinden tutarsanız tutun favori. Beşiktaş'ın gerçek sınanma maçı ise bu olacak ve sezonun geneli için önemli bir fikir verecek. Galatasaray bu maçı kaybederse bir şey kaybetmeyecektir fakat Beşiktaş camia olarak kötü noktalara sürüklenebilir. Net bir biçimde iki takım adına da tek bir dileğim var: Hayırlısı olsun.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Dirk "Küaeyt" Neden Böyle?
Kuijt, bu gece itibari ile son beş maçta altıncı golünü Gaziantepspor ağlarına yollamış oldu. Muazzam bir performans sergileyerek transferinin ne kadar doğru olduğunu ispat etti.
Fenerbahçe camiasının şu son iki günde yaşadığı Alex olayı, maçta yaşanan Aziz Yıldırım'ın anons durumu ile çok başka boyutlara gidecek. Bu belli oldu. Camianın tutunacağı ve etrafında birleşeceği tek olgu da Fenerbahçe futbol takımı oldu, olacak. Bu süreçte takımın saha içi liderliğine soyunan ve haklı olarak da üstlenen isim Kuijt oldu. Muazzam bir iş ahlakına sahip olması da bu noktada haklı sebeplerden biri. İş ahlakından yola çıkarak gelmek istediğim nokta ise akranları ve vatandaşlarından farklı olarak bir futbol mentalitesine sahip olduğu gerçeği. Geçen gün internette dolaşırken bu bağlamda ufak bir röportajını da okudum. Röportaj İngiliz kaynaklı. Muhabir ya da gazeticiden gelen soru ise: "Bir forvet oyuncususun ancak neden bu kadar fazla koşuyorsun?" Cevap şu sıralar oynadığı oyun gibi muazzam: "Çocukken babam saatlerce balık temizlemekle uğraşırdı ve çok az bir para kazanarak eve dönerdi. Ben hayatımda en sevdiğim işi yapıyorum ve bana milyon dolarlar veriyorlar. Neden daha fazla koşmayayım ki?"
Biraz daha araştırma yaptım bu konu üzerinde. Yanılmıyorsam Simon Kuper'in Futbol Adamları kitabında Kuijt ile ilgili bölümünde de bu konuya değiniyor: "Katwijk'te taze balık, süt ve batı rüzgarlarıyla tüm çocuklar birer Dirk Kuijt'tır... Dünyanın en iyi futbolcuları orada yetişmiyordu. Kuijt da doğuştan yetenekli değildi. Çok çalışırlar; disiplinli bir yerdir.Çoğu golcü enerjisini gol için saklar, Kuijt ise kanatlara koşar, kendi yarı sahasında rakiplerle mücadele eder. Bir savunma oyuncusundan daha iyi savunmacı, bir kanat oyuncusundan daha fazla asistçi."
Açıkçası Kuijt'ın verdiği cevap dahil olay totalinde çok özel. Bize safsata gibi gelen "istediğin işi yap" cümleciği bu noktada arz-ı endam ediyor.
Maça gelecek olursak, Fenerbahçe zaman zaman zorlansa da net bir biçimde kazandı. Aykut Kocaman'ın doğru hamleleri olduğunu da belirtmek gerek. Gaziantepspor ise bireyselliğe dayalı bir oyun oynama peşinde. Geçtiğimiz yıllardaki Beşiktaş'ı hatırlatıyorlar.
NOT: Fenerbahçe'nin çokça beğenilen bu oyununun dahi Spartak Moskova'yı eleyecek düzeyde olduğunu düşünmüyorum. Umarım yanılırım.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Fenerbahçe camiasının şu son iki günde yaşadığı Alex olayı, maçta yaşanan Aziz Yıldırım'ın anons durumu ile çok başka boyutlara gidecek. Bu belli oldu. Camianın tutunacağı ve etrafında birleşeceği tek olgu da Fenerbahçe futbol takımı oldu, olacak. Bu süreçte takımın saha içi liderliğine soyunan ve haklı olarak da üstlenen isim Kuijt oldu. Muazzam bir iş ahlakına sahip olması da bu noktada haklı sebeplerden biri. İş ahlakından yola çıkarak gelmek istediğim nokta ise akranları ve vatandaşlarından farklı olarak bir futbol mentalitesine sahip olduğu gerçeği. Geçen gün internette dolaşırken bu bağlamda ufak bir röportajını da okudum. Röportaj İngiliz kaynaklı. Muhabir ya da gazeticiden gelen soru ise: "Bir forvet oyuncususun ancak neden bu kadar fazla koşuyorsun?" Cevap şu sıralar oynadığı oyun gibi muazzam: "Çocukken babam saatlerce balık temizlemekle uğraşırdı ve çok az bir para kazanarak eve dönerdi. Ben hayatımda en sevdiğim işi yapıyorum ve bana milyon dolarlar veriyorlar. Neden daha fazla koşmayayım ki?"
Biraz daha araştırma yaptım bu konu üzerinde. Yanılmıyorsam Simon Kuper'in Futbol Adamları kitabında Kuijt ile ilgili bölümünde de bu konuya değiniyor: "Katwijk'te taze balık, süt ve batı rüzgarlarıyla tüm çocuklar birer Dirk Kuijt'tır... Dünyanın en iyi futbolcuları orada yetişmiyordu. Kuijt da doğuştan yetenekli değildi. Çok çalışırlar; disiplinli bir yerdir.Çoğu golcü enerjisini gol için saklar, Kuijt ise kanatlara koşar, kendi yarı sahasında rakiplerle mücadele eder. Bir savunma oyuncusundan daha iyi savunmacı, bir kanat oyuncusundan daha fazla asistçi."
Açıkçası Kuijt'ın verdiği cevap dahil olay totalinde çok özel. Bize safsata gibi gelen "istediğin işi yap" cümleciği bu noktada arz-ı endam ediyor.
Maça gelecek olursak, Fenerbahçe zaman zaman zorlansa da net bir biçimde kazandı. Aykut Kocaman'ın doğru hamleleri olduğunu da belirtmek gerek. Gaziantepspor ise bireyselliğe dayalı bir oyun oynama peşinde. Geçtiğimiz yıllardaki Beşiktaş'ı hatırlatıyorlar.
NOT: Fenerbahçe'nin çokça beğenilen bu oyununun dahi Spartak Moskova'yı eleyecek düzeyde olduğunu düşünmüyorum. Umarım yanılırım.
Ufuk Tolga Aldırmaz
20 Ağustos 2012 Pazartesi
"Siz Olmadan İmkansızdı"
2011'in Aralık ayı... David Villa ve Barcelona için belki de bir kırılma anı oluyordu. Dolaylı yoldan Real Madrid'e de Jose Mourinho'ya da ve hatta aklımıza gelmeyen, sayabileceğimiz yığınla şahıs ve tüzel kişi işin de.
Kendisi dün gece döndü. Hem de golle. 2012'nin Ağustos ayı. Onsuz geçen bir turnuvanın ardından aslında herkesin yerinin bir şekilde dolacağını da görmüş olduk. Javi Poves gibi deyimi yerindeyse futbolu siktiri çekebilecek insanlardan değilim fakat amatör ruhun da kaybolduğu aşikar. "Mes que un club" bir kulüpten fazlası, kapitalizmin beşiği. Gün geçtikçe robotik bir hal almaya başlayan bu sektörde çalışanların da insan olduğu bir kez daha hatırladık. El Guaje sağ olsun. "Siz olmadan imkansızdı."
Kendisi dün gece döndü. Hem de golle. 2012'nin Ağustos ayı. Onsuz geçen bir turnuvanın ardından aslında herkesin yerinin bir şekilde dolacağını da görmüş olduk. Javi Poves gibi deyimi yerindeyse futbolu siktiri çekebilecek insanlardan değilim fakat amatör ruhun da kaybolduğu aşikar. "Mes que un club" bir kulüpten fazlası, kapitalizmin beşiği. Gün geçtikçe robotik bir hal almaya başlayan bu sektörde çalışanların da insan olduğu bir kez daha hatırladık. El Guaje sağ olsun. "Siz olmadan imkansızdı."
Etiketler:
Barcelona,
David Villa,
El Guaje,
Javi Poves
19 Ağustos 2012 Pazar
Murphy Kanunları
Özgür Ansiklopedi'nin konu hakkındaki ilk cümlesini aktarıyorum: "Murphy Kanunları, Amerikalı mühendis Edward Murphy JR tarafından, başarısızlıklar ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi üzerine ortaya konan özdeyişlerdir." Kısacası genel olarak lanse ediliş biçimiyle, "Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir."
Ününü çokça duyduğumuz ve günlük hayatta da belki de çoğu kez dile getirdiğimiz bu kanun, İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısındaki Beşiktaş'ın da durumunu özetleyen cinsten. İstisna galibiyetler dışında genel rekabetlerde Beşiktaş'ın bu kadar net geriye düştüğü "underdog" bir takım daha genel itibari ile mevcut değil. Kimler geldi, kimler geçti. Buna karşın sonuç her zaman puslu bulutlar ardında da olsa gün gibi ortada.
İbrahim Toraman ve Hasan Türk ikilisi dışında beklenen bir on bir, aynı zamanda da diziliş ile sahada yer alındı. Veli Kavlak'ın sakatlanana kadar geçen on dokuz dakikada Beşiktaş ciddi anlamda önemli bir şekilde sahaya hükmetti. Veli'nin çıkışı ile birlikte yumuşak karın haline gelen o kilit bölge neticesinde orta saha üstünlüğü net biçimde kaybedildi ki Carlos Carvalhal'in Beşiktaş macerasında buna benzer "büyük maç" stratejilerini defalarca gördüğümüzden ötürü ben pek garipsemedim. Orta üçlüleri ile topa sahip olmaları neticesinde Beşiktaş'ın aksatacak şekilde kanatlardan hücumlar gerçekleşti. Özellikle Tom-Uğur Boral ikilisinin bulunduğu kanat Samet Aybaba'ya öğüt verecek mücadelelere sahne oldu. Edilgen yapıya geçen Beşiktaş karşısında İBB için gol geldim geliyorum diyordu. İlk yarının golsüz geçilmesinin ardından basit bir eşleşme hatası sebebiyeti ile Cihan Haspolatlı ile gol geldi. Samet Aybaba hamlelerine başvurmak zorunda kaldı. Bu noktada iki değişikliğin de teorik olarak çok doğru olduğu aşikar. Bu iki hamle:
1.Sezon öncesi değerlendirme yazımda deplasman dizilimi olarak öngördüğüm 4-2-3-1'in üçlüsündeki bir kanadın forveti destekleyici olmasının düşünülmesi neticesinde verim vermeyen Mustafa Pektemek'in yerine Mahmet Akyüz'ün girmesi.
2.Orta sahada topa sahip olan rakibe karşı tek başına abartısız yüzde beşlik bir artış getirecek olan Oğuzhan Özyakup'un Hasan Türk yerine oyuna girmesi.
Aynı zamanda bu iki hamle Beşiktaş adına direkt olarak topa sahip olmanın imkanını vererek edilgen yapıdan çıkmasının da anahtarını veriyordu. Ozzie'nin Fernandes'i rahatlatacak şekilde hareket etmesi de işin cabası. Nitekim her ne kadar akan oyunda bir gol gelmese de klasik Fernandes kesişi ile gol bulundu. Buna rağmen atılan ara paslar ve kurulan baskı da yine Samet Aybaba'ya mesaj veren bir durum oluyordu.
Velhasıl kelam, İstanbul BB maçlarında ilk iki paragraftan ötürü Beşiktaş'ın asılıp kesilmesi çok yanlış olur. Buna karşın bu eşleşmeden de fikirler elde etmek gerekir. Veli ve Ozzie'nin Beşiktaş orta sahası adına yakın gelecekte vazgeçilmez olacağı, Uğur Boral'ın sol bekte yapamayacağı, Fernandes'i verimli kılan unsurun yanındaki arkadaşlarının topla oynama becerisinden geçtiği gibi. Aynı zamanda fizik gücün bu takım için en büyük silah olacağı da aşikar. Fizik olarak hazır görünmeyenlerin olması bu noktada sıkıntının en büyüğü olarak göze çarpıyor.
NOT: Hasan Türk güzel bir başlangıç yaptı. Önemli bir değer.
DİP NOT: Savunmadan top çıkarmada sorun yaşayan stoper ikililerinden birinin Julien Escude olmaması da büyük soru işareti.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Ününü çokça duyduğumuz ve günlük hayatta da belki de çoğu kez dile getirdiğimiz bu kanun, İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısındaki Beşiktaş'ın da durumunu özetleyen cinsten. İstisna galibiyetler dışında genel rekabetlerde Beşiktaş'ın bu kadar net geriye düştüğü "underdog" bir takım daha genel itibari ile mevcut değil. Kimler geldi, kimler geçti. Buna karşın sonuç her zaman puslu bulutlar ardında da olsa gün gibi ortada.
İbrahim Toraman ve Hasan Türk ikilisi dışında beklenen bir on bir, aynı zamanda da diziliş ile sahada yer alındı. Veli Kavlak'ın sakatlanana kadar geçen on dokuz dakikada Beşiktaş ciddi anlamda önemli bir şekilde sahaya hükmetti. Veli'nin çıkışı ile birlikte yumuşak karın haline gelen o kilit bölge neticesinde orta saha üstünlüğü net biçimde kaybedildi ki Carlos Carvalhal'in Beşiktaş macerasında buna benzer "büyük maç" stratejilerini defalarca gördüğümüzden ötürü ben pek garipsemedim. Orta üçlüleri ile topa sahip olmaları neticesinde Beşiktaş'ın aksatacak şekilde kanatlardan hücumlar gerçekleşti. Özellikle Tom-Uğur Boral ikilisinin bulunduğu kanat Samet Aybaba'ya öğüt verecek mücadelelere sahne oldu. Edilgen yapıya geçen Beşiktaş karşısında İBB için gol geldim geliyorum diyordu. İlk yarının golsüz geçilmesinin ardından basit bir eşleşme hatası sebebiyeti ile Cihan Haspolatlı ile gol geldi. Samet Aybaba hamlelerine başvurmak zorunda kaldı. Bu noktada iki değişikliğin de teorik olarak çok doğru olduğu aşikar. Bu iki hamle:
1.Sezon öncesi değerlendirme yazımda deplasman dizilimi olarak öngördüğüm 4-2-3-1'in üçlüsündeki bir kanadın forveti destekleyici olmasının düşünülmesi neticesinde verim vermeyen Mustafa Pektemek'in yerine Mahmet Akyüz'ün girmesi.
2.Orta sahada topa sahip olan rakibe karşı tek başına abartısız yüzde beşlik bir artış getirecek olan Oğuzhan Özyakup'un Hasan Türk yerine oyuna girmesi.
Aynı zamanda bu iki hamle Beşiktaş adına direkt olarak topa sahip olmanın imkanını vererek edilgen yapıdan çıkmasının da anahtarını veriyordu. Ozzie'nin Fernandes'i rahatlatacak şekilde hareket etmesi de işin cabası. Nitekim her ne kadar akan oyunda bir gol gelmese de klasik Fernandes kesişi ile gol bulundu. Buna rağmen atılan ara paslar ve kurulan baskı da yine Samet Aybaba'ya mesaj veren bir durum oluyordu.
Velhasıl kelam, İstanbul BB maçlarında ilk iki paragraftan ötürü Beşiktaş'ın asılıp kesilmesi çok yanlış olur. Buna karşın bu eşleşmeden de fikirler elde etmek gerekir. Veli ve Ozzie'nin Beşiktaş orta sahası adına yakın gelecekte vazgeçilmez olacağı, Uğur Boral'ın sol bekte yapamayacağı, Fernandes'i verimli kılan unsurun yanındaki arkadaşlarının topla oynama becerisinden geçtiği gibi. Aynı zamanda fizik gücün bu takım için en büyük silah olacağı da aşikar. Fizik olarak hazır görünmeyenlerin olması bu noktada sıkıntının en büyüğü olarak göze çarpıyor.
NOT: Hasan Türk güzel bir başlangıç yaptı. Önemli bir değer.
DİP NOT: Savunmadan top çıkarmada sorun yaşayan stoper ikililerinden birinin Julien Escude olmaması da büyük soru işareti.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Yeğen Song
Alex Song… Barcelona’nın yeni transferi. On dokuz milyon Euro
bonservisine verilerek beş yıllık kontrat yapıldı. Sözleşmeye de seksen milyona serbest kalır ibaresi kondu.
Barcelona böylesine yetenekli orta saha oyuncuları çıkaracak
potansiyele sahip olmasına rağmen niçin bu transfere imza attı peki? Çeşitli
sebepler mevcut. Hali hazırda Sergio Busquets’in yerini doldurabilecek bir
ismin olmaması(Javier Mascherano’nun artık stoper olarak kullanılacağını ve
tarz farklılıkları olduğunu görmeliyiz), varyasyon şansının artması, Tito'nun elinin genişlemesi, rotasyona
kaliteli bir parçanın eklenmesi ve en önemlisi de Arsenal/Arsene Wenger
tedrisatından geçmiş olması. Barça her açıdan karlı bir transfere imza atmış
oldu kısacası.
Ayrıca Jordi Alba ile birlikte bu iki önemli parçayı toplamda otuz
üç milyon Euro gibi cüzzi bir miktarda harcama yaparak kadroya katmak da Andoni
Zubizaretta’nın bir “helal olsunu” hak ettiğinin göstergesidir. Aynı şekilde
Arsenal’in de on küsur yılda yüz milyon geçik bir meblağı sadece
Barcelona ile alışverişten ötürü kasasına koyması da kilit noktalardan.
Bu transfer sanırım bizleri de ilgilendiriyor. Nuri Şahin’in
yakın zamanda Arsene Wenger’in yanına uğraması onun adına muazzam bir şey olacaktır.
Ufuk Tolga Aldırmaz
15 Ağustos 2012 Çarşamba
Yeni Eklenen(Çıkarılan) Parçalar ve Beşiktaş
Geldik Beşiktaş’a. Aslında Beşiktaş, transfer politikası,
taraftarın algısı ve yönetimin saçmalıkları üzerine sabaha kadar bir şeyler
karalayabilirim lakin ne benim ruhum kaldırır ne de siz okuyabilirsiniz. O
yüzden her şeyi tadında bırakmaya çalışacağım.
İlk etapta söylemek istediğim şey İbrahim Altınsay’ın ne
olursa olsun bu kulüpten uzaklaşmasını hazmedememem. Her platformda dile
getirdiğim gibi onun vizyonuna hayran bir kişiyim. Futbol şubesinin başında
olması beraberinde bir güveni de beraberinde getiriyordu. Tıpkı basketbolda Erman
Kunter’in varlığının getirdiği güven gibi. Ek olarak kadro yapılanmasının mali
kriterlere uygun biçimde oluştuğunu unutmamalıyız(yönetimin yanlışlarına
rağmen). Son olarak da bu takımın iki
kulvarda yarışacağı gerçeğini her bir taraftarın göz önünde bulundurması
gerekmekte. Şöyle bir gelenlere bakalım:
Mehmet Akgün-Bonservis Bedeli Yok
Oğuzhan Özyakup-500.000 Euro
Berat Çetinkaya-480.000 TL
Olcay Şahan-800.000 Euro
Uğur Boral-Bonservis Bedeli Yok
Julien Escude-Bonservis Bedeli Yok
Allan McGregor-Bonservis Bedeli Yok
Batuhan Karadeniz-250.000 Euro Kiralama Bedeli
Rüştü
Reçber’in gidişi ile birlikte Cenk Gönen’in yanına bir ismin daha geleceği
aşikardı. Samet Aybaba’nın belki de üstünde sıkı sıkıya durduğu tek isim olan
David Ospina’nın ortaya teminat mektubu konulamaması nedeniyle alınamaması,
aslında Beşiktaş’ın bu transfer sezonunda nasıl bir durumda olduğunun da
göstergesiydi. Yerine gelen isim Allan McGregor oldu. McGregor’u uzun uzadıya
dikkatlice izleme şansım olmadı. İzlediğim maçlara ek olarak topladığım bilgiler
neticesinde güven veren bir yapısı olduğunu görebiliyorum. Onun gelişi aslında
biraz da Cenk’e aba altından sopa göstermek oluyordu. Uzun lig maratonunda
rotasyona gidileceğini; ancak ilk tercihin McGregor’dan yana olacağını
düşünmekteyim. Hata yapma potansiyeli zira Cenk’e göre çok daha minimize. Geçen
yılı göz önünde bulundurursak, kaleci konusunda ağzı yanan Beşiktaş’ın yine de
an itibari ile endişeleri ortadan kaldıramadığını belirtelim. McGregor için
geneli itibari ile potansiyelli Cenk’i “gazlayacak” bir transfer hamlesi olur
diye umut etmekteyim.
Bir anda Tomas Sivok ve Egemen Korkmaz ikilisini kaybeden
Beşiktaş, Sivok ile sözleşme tazeleyip bir nevi kaybını en aza indirgeme peşindeydi.
Burada Egemen’in gidişi ile oluşturulan bütçeden taviz verilip Sivok’a aktarım
yapıldığını net biçimde görebiliyoruz. Egemen’in gidişi ile oluşan boşluğu da
Fransız Julien Escude ile doldurma peşindeler. Bu transfer kendi içinde çok
eleştiriye maruz kalabilir lakin teknik heyeti eleştiremeyeceğimiz tek nokta
var ise o da stoper ihtiyacının olduğunun farkında olmalarıdır. O bölgede
fazlaca alternatife sahip olunmasına rağmen nitelikli futbolcu sayısı gerçekten
de nicelik kadar fazla değildi hala da değil. Escude ile bu biraz olsun tölere
edilmeye çalışıldı. Egemen gibi cengaver bir stoper olmamasına rağmen daha
fazla aklıyla oynama çabasında olan bir isim. Bu kumar Beşiktaş’a neler
kazandırır veyahut kaybettirir uzun vadede göreceğiz. Mali açıdan kazanım
olduğu ise su götürmeyen cinsten. İbrahim
Toraman ve Ersan Gülüm’ün varlığı da soru işaretlerini barındırmaya devam
edecek. İki isimin de kaliteli olduğu aşikar lakin özellikle Ersan’ın sakatlık
sonrası dönüşü beklendiği gibi olmadı. Aynı zamanda İbrahim’in alan ya da adam
değil de topa odaklı bir stoper olması direkt olarak bir handikap olarak göze
batmakta. Samet Hoca da bu ikiliye pek güvenememiş olsa gerek ki Escude’ye onay
verdi. Kanat beklerine baktığımız zaman son yıllarda milyonlarca kez
söylediğiniz/söylediğimiz gibi sıkıntı devam etmekte. Mehmet
Akgün-İbrahim-Hilbert üçlüsü ile sağ bek mevkii kotarılmaya çalışılacak.
Kelimenin tam anlamıyla kotarılmaya çalışılacak evet. Tercih bu noktada Hilbert
olmalı. Kendisi bu üçlü içinde en fazla verim verecek isim. Sol bekte ise İsmail’in yokluğu işi yokuşa
süren şey. Uğur Boral’ın özellikle Manchester City ile oynanan hazırlık
karşılaşmasında o mevkiide oynatılması sinyali verdi. Uğur’un iyi bir transfer
olduğunu savunuyorum lakin o bölgede değil. Bu apaçık bir macera arama olacak.
Onun hırsı ve yırtıcılığından faydalanmak istenebilir fakat daha önceleri o bölgede
oynadığında ne denli aksadığını ve pozisyon bilgisinden ötürü sırıttığını
görmüştük. Takımda kalacağı son
Kayserispor hazırlık maçı ile garantilenen müzmin kiralık Emre Özkan’ın o
bölgede oynaması takımın daha fazla yararına olacaktır. Modern kıstaslar içinde
değerlendirilemeyecek olmasına rağmen üst düzey karşılaşmalar hariç o bölgeye
İsmail gelene kadar sahip çıkabilir. Başka bir çare ve olasılık da açıkçası
gözükmüyor. Tanju Kayhan’ın ismini bilhakis veremiyorum çünkü adı sürekli
gönderilecekler listesinde yazılıp çiziliyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz
demekte fayda var.
Geçelim orta sahaya.
Ricardo Quaresma, Simao Sabrosa, Filip Holosko gibi isimler gözden
çıkarıldığı için rotasyonda kullanılabilecekler arasında isimlerini
yazmayacağım. Quaresma için söylenebilecek tek şey ise atsan atılmaz, satsan
satılmaz olur. Ailenin şımarık çocuğundan da beter bir konumda.
Samet Aybaba’nın 4-1-3-2 oynayacağız açıklamalarından sonra
hazırlık karşılaşmalarında bu formasyon ile birlikte 4-2-3-1’i de kullandığını
net biçimde gördük. Büyük sezon içinde bu iki formasyondan şaşmayacaktır.
İlk olarak 4-1-3-2’ye göre orta sahayı inceleyelim. Defans
hattının belirgin diziliminden sonra orta sahayı yorumlamak insanı açıkçası
yoruyor. Çok fazla seçenek olmamasına rağmen, çok yönlü adam sayısı dizilimi
kestirmek açısından zorlayan faktör oluyor. Öncelikle Fabian Ernst… Şu
dizilimde belki de net biçimde aranacak fakat yaş faktörü, düşen performans ve
mali tablo bu iç yakan ayrılığı getirdi. Sanırım Tümer Metin’in gidişinden
sonra beni en çok yaralayan ayrılık bu ayrılık oluyordu. Olmuşla ölmüşe çare
yok derler, bizimkisi de o misal. Ernst’in gidişi ile benzer özelliklere sahip
olmasa da Veli Kavlak’ın o bölgeye göre daha bir yontulmuş olduğu ve hamallığı
üstlenebileceği görülmekte. Buna ek olarak yukarıda belirttiğim Toraman’ın topa
odaklı olması neticesinde o bölgede iyi bir süpürücü görevi üstlenebilme de söz
konusu. O bölgede Veli’den daha fazla yarar verebileceğini düşünmekteyim.
Bekleyip göreceğiz. Ön üçlünün ortasında ise Manuel Fernandes’in yeri garanti.
Sağında Olcay Şahan ve solunda seçime göre Uğur Boral ya da Oğuzhan Özyakup
oynayacak gibi gözükmekte. Oğuzhan demişken ufak bir parantez açmakta fayda
var. Oğuzhan tam anlamıyla bir modern orta saha. Bunun yanında topla olan üst
düzey ilişkisi Beşiktaş’ın özellikle geçen yıl çektiği “orta sahada yaratıcı
ayak” eksikliğini ortadan kaldıracak cinsten. Açıkçası kişisel beklentimin
yüksek olduğu iki isimden ilki. Tek soru işareti de uzun bir lig maratonunu
kaldırıp kaldıramayacağı. Fiziksel anlamda değil lakin mental anlamda daha önce
böyle bir tecrübesi -A takım seviyesinde- olmamıştı. Uzatmadan 4-2-3-1’li orta
saha dizilimine geçelim. Dip ikiliden
birisi garanti biçimde Veli olacaktır. Yanındaki isim ise macera aramadan
Oğuzhan olmalı. Yukarıda da bahsettiğim gibi topa olan hakimiyeti sayesinde
Fernandes’i rahatlatacaktır ve Fenerbahçe örnekleminde olduğu gibi top
çıkaramayan bir ismin eksikliği hissedilmeyecektir. Ön üçlünün merkezi
Fernandes, sağ ya da sol Olcay, Olcay’ın bulunduğu kanadın aksinde ise çok
yüksek ihtimalle Mehmet Akyüz(Tuncay bu işi müthiş yapabilirdi) oynayacak
izlenimi en azından hazırlık maçlarında yaratıldı. Mehmet Akyüz’ün oynama
sebebi çok büyük ihtimalle ceza sahasına girip o bölgeyi karıştıracak isim
ihtiyacından ötürüdür. Genel anlamda bu isimlerin yanına Necip Uysal, Hasan
Türk(ki kendisi beklentimin yüksek olduğu o ikinci isimdir), Muhammed Demirci,
Mertcan Aktaş, Erkan Kaş ve Kadir Arı gibi gençler ve Mehmet Akgün gibi de çok
düşük maaş ile alınmış bir kadro elamanı da bulunuyor. Rotasyonda bu isimlerin
hepsi yer bulacaktır. Gençlerden söz etmişken “Gençleşen Beşiktaş nerede?” diye
serzenişlerde bulunan taraftara da bir çift lafım var. Bu isimleri tabiri
caizse manyak gibi kadroya oturtmaya kalkarsanız Barcelona istiyordu denilen
Muhammed’den dahi bir verim alamazsınız. Açıkçası hepsi ileriki yıllarda on
birde oynayabilecek oyuncular, fakat bir ikisi dışında direkt olarak ilk on
bire oturtmaya çabalamak hayalcilikten öte de olmaz.
Son
olarak da ileri hücum bölgesi… Samet Hoca’nın ister 4-1-3-2 olsun isterse de
4-2-3-1 olsun ileride banko oynatacağı isim Almeida gibi görünüyor. Almeida’nın
son vuruşları geldiği vakit onları havaalanında karşılamaya giden taraftar
güruhunun gırtlak performansı(!) kadar iyi olmasa da takım
oyununda(bkz.Kayserispor karşılaşmasındaki asisti) yararlı bir birey olarak
önem arz ediyor. Kendisi kadar yanındaki arkadaşlarını da düşünüyor.
Alternatifi olarak bin bir soru işareti ile birlikte bugün imzayı atan Batuhan’ın
ise daha farklı meziyetlerinin olduğunu da bilmek lazım. Eğer takımın dengesini
bozmaz ve aklı başında bir oyun oynarsa işe çok yarayacaktır. Yönetimin dile
getirdiği standartlarda(!) bir isim olmasa da saha içinde büyük bir yetenek
olduğunu unutmamak gerek. Samet Aybaba kelimenin her anlamında döve döve onu
oynatacaktır. Beşiktaş bir şey kazanıp kaybeder mi sezon içinde göreceğiz ama
en önemlisi Batuhan’ın kendisinin kazanıp kazanmamak istemesi. Batuhan gibi potansiyelli ama onun tamı
tamına zıt karakteri olan Mustafa Pektemek ise çift santrafor oynandığında
sahaya sürülecek gibi duruyor. Mehmet Akyüz’ün santraforun yanında ceza
sahasını destekleme beklentisi bu formasyonda Mustafa’dan beklenecektir. Bu
konuda soru işaretleri gereksiz olur. O işleri belki de en rahat yapabilecek
isimlerden. Bir de beklenen Danko
Lazovic var ki gelişi, Samet Aybaba’nın elini daha da rahatlatır. İsim olarak
ne yapar ya da ne katar bir şey söylemek çok güç lakin bambaşka özelliklerde santrafora
sahip olunacak ki Lazovic de Beşiktaş’ın eksikliğini çektiği o ceza sahası
golcüsü kisvesini de tölere edebilecek bir isimdir diyebiliriz.
Tüm bunlara göre ilk on bir iki formasyona göre de şöyle
oluşacak gibi gözükmekte:
SONUÇ:
Mali kesintiye giden takımdan beklenti çok büyük değil. Önce
bunun farkında olunmalı. Uzun zamandır özlenilen gençlerle bezeli takım oyunu
da bu sene oynanacak gibi gözüküyor. Takım nereye kadar gider veyahut kaçıncı
olur kestirmek çok güç. Biraz da üzülerek söylüyorum ki bu yıl rakipler
Galatasaray ve Fenerbahçe değil. En
azından fikri açıdan değil. Samet Aybaba’nın bu vizyondaki yönetimin ilk adımı
için doğru isim olduğu kanaatindeyim. Hele ki Altınsay gittikten sonra facia
isimler gelebilirdi ki çok şükür Aybaba ile anlaşıldı. Aybaba’nın yıllardır
beklediği görev bu. Uzun yıllar bir takımda sabit çalışmaması şu an için en
büyük handikap gibi duruyor. Gençleri korkusuzca oynatması ise en önemli
özelliği. Beşiktaşlılar’a kişisel olarak temin edebileceğim şey ise Samet
Aybaba’nın Aykut Kocaman’dan aşağı teknik direktörlük yapmayacağıdır. Zor bir
süreç olacak lakin önemli olan mali disiplin. Oyuncuların parası günü gününe
ödenirse “başarı” gelecektir. Tüm bunlara rağmen bir Türkiye Kupası geçiş
dönemi için somut başarı kriteri olarak görülebilir. Lig uzun bir maraton ve ne
olacak hepimiz birlikte yaşayacağız.
Ufuk Tolga Aldırmaz
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Arayışlar ve Sorunlar
Süper Finalli Spor Toto Süper Ligimiz’in yine Süper olan (!)
Kupa’sı ile geçen sezonun son kupası da sahibini buldu. Bundan ziyade sezonun
ilk mücadelesi olması açısından bu mücadele çok daha büyük bir önem arz ediyor.
Tabii ki Erzurum’da alınan kupanın hem manevi hem de iki takımın arasındaki
rekabetten dolayı çok daha büyük bir anlamı olduğunu görmezden gelmek olmaz.
Genel itibari ile iki takımın da daha tam anlamıyla hazır
olmadığını ve birçok eksik ile mücadeleye çıktıklarını unutmayıp, maçı bu eksende
yorumlamak gerek. İki takımı da ne göklere çıkarmalıyız ne de yerin dibine
sokmalıyız. Tüm bunlara rağmen bu maçın ışık tutucu taraflarının da olduğu
aşikar. Önce maça ufak bir göz atıp eksiklere bir bakalım istiyorum.
Maçı
devre devre incelemekte fayda görüyorum. İlk devre geneli itibari ile doğruları
yapan bir Galatasaray ve edilgen bir Fenerbahçe vardı. Galatasaray akil bir biçimde
önde bastı. Zaman zaman sekteye uğrasa da alan daraltma işini iyi becerdi. Yine zaman zaman takım halinde topun gerisine
gelip, hızlı biçimde saldırı konumuna geçti.
Bunların efektifliğe dökülmesi ise Fenerbahçe’nin yukarıda belirttiğim
edilgen yapısından kaynaklanıyordu. Çok yumuşak bir defansif hat ile oynanan ve
bu hattın topla arasının iyi olmaması baskı yapan Galatasaray’ın işini
kolaylaştırıyordu. Nitekim böylece pozisyonlar üst üste geldi. Aynı zamanda
Cristian’ın stoperlerin arasına girecek kadar fazlaca geriye gelip top “çıkaramaması”
da yenilen baskının savuşturulamamasına neden oluyordu. Dikkat çekici olan
burada Mehmet Topal yerine Cristian’ın kullanılması. Kısacası Aykut Kocaman arayışlarda.
“Yeni Eklenen Parçalar ve Fenerbahçe” yazımda belirttiğim gibi, oraya transfer
yapılmaması halinde takım anlamında çöküşe kadar gidilebileceğinin
işaretçisidir. Emre Belözoğlu lig ve özellikle Avrupa’da çok aranacaktır. Aykut
Kocaman’ın, kocaman egosu maalesef an itibari ile Fenerbahçe’nin zararına bir
eyleme dönüşmüştür. On dokuzuncu
dakikada Mert’in hatası ile gelen gole, Alex 45+1. Dakikada biraz da şans işi
bir gol ile cevap vermiş oldu:1-1…
İkinci devre ise Fenerbahçe ölü toprağını üzerinden atarak
sahaya çıkmıştı. Defans hattı daha dengeliydi.
Top biraz daha rahat bir biçimde ön bölgeye aktarılabiliyordu ki bundan
etken Galatasaray’ın ön alan presinde vitesi düşürmesinden kaynaklanıyordu. İlk
yarıya göre pozisyon anlamında daha kısır giden mücadelede elli sekizinci
dakikada Kuyt’ın ön alanda düşmesi(çok tartışılır) ile kapılan topta Selçuk’un
yine Umut’u müthiş bir şekilde topla buluşturması neticesinde Umut da güzelce
bir son vuruş ile topu ağlara gönderiyordu. İzmir’de Lazio ile yapılan hazırlık
maçındaki golün bir benzeri atılmıştı. Aktör bana kalırsa yine aynı: Selçuk
İnan. Golden sonra altmış beşinci
dakikada kullanılan korner neticesinde oluşan karambolde Kuyt yine o öldürücü
ceza sahası bitiriciliğini konuşturdu. Golden daha önemli olan bir şey varsa
sanırım o da Engin’in atılış şekli. Kendi kendime “Bu adam sanırım şizofren.” dedim.
Zaten mimli olan bir adamın artık cezasını çekme vakti gelmiştir. Bakalım Fatih
Terim ve akabinde yönetim nasıl bir cezayı ona layık görecekler. On kişi
kalınınca Terim hemen 4-4-1’e dönüldü. Elmander yerini Amrabat’a bırakıyordu.
Aynı zamanda Topal yerini Krasic’e bırakıyordu ve Topuz da o bölgeye
kaydırılıyordu. Kısacası Aykut Kocaman “yine” arayışlarda. İstenilen etki bu
değişiklik ile de görülmedi. Aksine Galatasaray Selçuk’un yanına Hamit’in
çekilmesi ile onu daha rahat kullanmaya başlamıştı. Bu da direkt olarak topa
sahip olmada ve dirence etki etti. Fenerbahçe tekrar edilgen görüntüsüne
dönüyordu. Performans anlamında gittikçe
düşen iki ekibin de son darbeleri vurma çabaları doğal olarak baş gösteriyordu.
Neticesinde doksanıncı dakikada kazanılan penaltı da fişi çekiyordu. Yaklaşık
yirmi beş dakika on kişi oynamasına rağmen Galatasaray’ın kupayı alması da son
derece enteresandı: 3-2…
Gelelim sorunlara.
Galatasaray:
1.Hakan Balta’nın lig ve Şampiyonlar Ligi temposunu
kaldırması zor gözüküyor. Bir transfer elzem gibi duruyor.
2.Semih Kaya artık acemilik dönemini atlattı. Daha sezonun
başı fakat hatalarına hoşgörüyle bakılmayacağının da bilincinde olmalı.
3.Melo’nun ve özellikle de Selçuk’un bir alternatifi daha
yok. Hamit dahil o etkiyi yapabilecek bir isim kadroda yok ki üst düzey iki
oyuncu olması açısından normal gözüyle bakalabiliriz. Buna rağmen yokluklarında
çok zorlanılacaktır. Fatih Hoca bir çözüm yaratabilmeli.
4.Engin Baytar’ın kadroda bulunması başlı başına bir sorun
yaratacak ve mental yorgunluğu da teknik ekip adına getirecek.
5. Forvet hattında tatlı bir sorun yaşanacak. Fazlalık,
futbolculara form tutturmada sıkıntı yaratabilir, dikkat.
Fenerbahçe:
1.Defans hattı Gökhan Gönül ve Joseph Yobo’nun gelişi ile
kendini toparlayacaktır lakin alternatifsiz olduklarını gördük. Kaliteli isim
eksikliği var.
2.Sow mu Kuyt mı tartışmaları yakında yaşanmaya
başlayacaktır. Stoch ve Caner tercihi de bir o kadar…
3.Pas takımı olarak bilinen Fenerbahçe’nin pas ayaklarının
azalması ve transferin kapandığının dile getirilmesi.
4.Deplasman sıkıntısının tekrir olacağının gözükmesi.
5.En büyük sorun: Aykut Kocaman…
NOT: Selçuk İnan ve Dirk Kuyt. Tartışmaya kapalı iki isim.
Ufuk Tolga Aldırmaz
9 Ağustos 2012 Perşembe
Yeni Eklenen Parçalar ve Fenerbahçe
Geldik ligi ikinci bitirip, sezonu kupayla tamamlayan
Fenerbahçe’ye. Sonda söyleyeceğimi peşin peşin başta söyleyeyim: “Üç Temmuz ile
Başlayan Süreçte” adlı parodinin bir
şekilde bitmiş olması gerçekten de çok sevindirici.
Hemen gelenlere bakalım. Yanlarında göreceğiniz meblağlar
yine bonservis bedelleri olacak:
Dirk Kuyt-1.000.000 Euro
Salih Uçan-1.550.000 Euro
Hasan Ali Kaldırım-3.750.000 Euro
Mehmet Topal-4.500.000
Egemen Korkmaz-Bonservis Yok
Milos Krasic-7.000.000 Euro
Joseph Yobo-2.500.000 Euro
Mevkii mevkii gitmeye devam edeceğiz. Doğal
olarak yine kaleden başlıyoruz.
Fenerbahçe’nin kaleci rotasyonunda Volkan Demirel, Serkan Kırıntılı ve
Mert Günok gibi üç kalburüstü isim mevcut. Volkan, diğer ikiliden dünya
standartlarında bir kaleci olarak ayrılıyor. Büyük bir sakatlık geçirmediği
takdirde ve kupa maçlarında yersiz bulduğum rotasyon dışında kaleye ambargo
koyacağı kesin. Olağan dışı durumlarda ise yerini tölere edebilecek isimlerin
varlığı kendini kesinlikle gösteriyor. Bu noktada
sıkıntı yaşanmayacaktır. Hatta Fenerbahçe’nin en güçlü olduğu mevkiilerden biri
de diyebiliriz.
Defans hattına geçtiğimiz zaman Egemen ve Hasan Ali
ikilisinin monte edileceği bir dörtlü göreceğiz. Bu hattı, Gökhan-Yobo-Egemen-Hasan
Ali şeklinde realize edebiliriz. Yobo’nun alınışı ile taraftarın derin bir oh
çektiği su götürmeyen cinsten. Onun partnerinin kim olacağı geçen yıl itlaflı
bir konuydu. Bonservis verilmeden bu noktaya alınan Egemen, bu bağlamda önemli
bir transfer olarak bir adım öne çıkıyor. Egemen’in geçen yıl oynadığı üst
düzey futbolu devam ettirip ettiremeyeceği belki de bu transferdeki –diğer
konulara Fenerbahçe taraftarı Diego Lugano’dan dolayı alışkın- tek soru
işareti. Ayrıca kenarda geçen yıl iyi performans sergileyen Bekir İrtegün ve
potansiyelli kontenjanından Serdar Kesimal’in de bulunması el rahatlatan
cinsten. Gelelim beklere. Reto Ziegler’in derbi maçlar dışında vasatını
aşamayışı ve yabancı kontenjanını işgal edişi Fenerbahçe’yi Hasan Ali’ye
yönlendirdi. Bu yönleniş açıkçası beklediğimden iyi sonuçlar vermeye başladı.
Hasan Ali, bu çizgisini devam ettirse Ziegler’den çok daha verimli bir isim
olacak. Arkasında da Özgür Çek’in varlığı, onu amiyane tabirler fiştekleyecek
unsur olacaktır. Aksi tarafta ise Gökhan
Gönül’ün sık sakatlanmaya başlaması ve Orhan Şam’ın varlığı handikap
oluşturabilecek unsurlar.
Geldik yine en kilit bölüme: Orta Saha. Hemen kötü noktadan
başlayalım da adım her zamanki gibi felaket tellalı olarak anılsın. Aykut
Kocaman’ın bariz şekilde ego problemi yaratarak gönderdiği Emre Belözoğlu’nun
yeri daha şimdiden belli oluyor. Geçen yıl Fenerbahçe’de buraya da defalarca yazdığım üzere, hadi fazlaca
abartmış olayım, Alex kadar önemli bir isim olarak Emre’yi görüyordum. Tıpkı
Melo gibi kişiliğini beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz o nokta önemli değil
lakin takıma katkısı muazzam olan bir isim-idi. Olmuşla ölmüşe çare yok derler.
Yerine diyemesek de aynı mevkiiye Mehmet Topal transferi gerçekleşti. Mehmet,
Emre’nin tam zıttı bir dip dersek yanlış olmaz. Daha çok süpürücü olarak
nitelendirilebilecek bir isme siz box to box özelliği addetmeye çalışırsanız
size “Etme eyleme Aykut Hoca!” denir. Nitekim olmuyor da. Bildiğimiz üzere bu
noktaya bir transfer beklentisi daha var. Tino Costa ismi geçiyordu. Hala
uğraşıldığını biliyorum. Alınabilirse “cuk” oturacak bir isim olacaktır. Olmasa bile topla arası en az onun kadar olan ve pas yüzdesi üst düzey olan bir isim transfer edilmeli. Emre
mevzuusunu bu şekilde kapatıp Mehmet’in varlığı ile geçişimizi yapalım.
Bilindiği gibi Aykut Kocaman çok ilginç zamanlarda 4-3-3
sevdalısı olarak çıkabiliyor. Bu noktada yapılacak transfer ile birlikte
Cristian-Mehmet birlikteliği önemli verim verebilecek vasıflara sahip bir üçlü
olarak göze çarpar. Mehmet de bu noktada üst düzey verim verebilir ki
verecektir. Aynı zamanda 4-3-3’ün ileri üçlüsünün sağ kanadı olabilecek bir
isim yani Krasic’in gelişi bu planları doğrular nitelikte. Saf bir sağ kanat ve
aynı zamanda önemli bir yeteneğe sahip olan Krasic için akıllardaki tek soru
işareti Alex ile uyumunun nasıl olacağıdır. Buna paralel olarak Fenerbahçe’nin
yaralı karnı olan deplasman mücadelelerinde, topu ayağına daha az alan bir
takım olarak iç saha maçlarına oranla çok daha etkili bir isim olabilir diye
düşünmekteyim. İki yıldır Aykut Hoca’nın bu transfer için “yırtınması” da
muradına ermesi ile son bulmuş oluyor diyebiliriz. Gelelim Salih’e. Açıkçası
STSL’yi izlerken zorlanıyorum. BA1L’ini takip ettiğimi bu yüzden iddia edemem.
Salih konusunda gerçekten takipçisi olan isimlerin verilerini gönül rahatlığı
ile sizle paylaşabilirim. Gözüme giren en önemli veri, modern bir orta saha olarak
nitelendirilmesi. Selçuk İnan tarzında bir orta saha oyuncusu denmekte. Bu bile
beni heyecanlandırmaya yetiyor açıkçası. Umarım bir Abdülkadir Kayalı olmaz
diyelim.
Tüm bunlara ek olarak Kuyt’ın gelişi ile forvet hattında da
genel anlamda hücumu da varyasyon anlamında genişletecek bir hamle olacak.
Krasic’in gelişi ile Kuyt’ı daha çok forvet mevkiinde görmemiz az bir olasılık
değil. Hatta ve hatta Moussa Sow’un eksik olduğu tek konu olabilecek o duvar
olma, ileride ekstra top tutabilme ve defansı tabiri caizse tam anlamıyla delik deşik etme özellikleri de sarışın yıldızımızda mevcut. Oyun zekası ile kilitlenen defans anlayışlarını çözmek adına önemli
bir silah olacak. Üstüne üstlük bunu Semih ile yapmaya çalışmak yerine Kuyt ile
yapmanın anlamının ne denli önemli olduğunu –inşallah olursa- Şampiyonlar Ligi
maçlarında göreceksiniz. Ters kanattaki Stoch ve Caner ikilisi ise tam anlamıyla “dengesiz” bir
ikili. Müthiş işler de becerebiliyorlar, tam tersi rezil bir futbol da
oynayabiliyorlar. Buna rağmen Stoch’un geçen yılın son dönemindeki performansı çok
iç açıcıydı. Öyle ki kimi taraftarın fetişi haline de gelebildi. Haksızsınız da
diyemiyorsun tabii ki ve son olarak kaptan. Alex’i anlatmak gibi bir kendini
bilmezlik yapmayacağım ama Aykut Kocaman’ın tercihleri onu da etkileyecektir.
4-3-3’e adapte olan oyunda onun adına işler sarpa sarabilir. Unutmamak lazım, çok basit bir laf ama bir o kadar da büyük bir gerçeklik: Fenerbahçe, Alex ile
var.
Geldik
ileri hücum bölgesine. Sonda söylenecek şeyi başta söyleyerek yine ters
gidelim. Moussa Sow’un gönderilip yerine Batefimbi Gomis’in alınmak istenmesi
tam anlamıyla “faciadır”. Sow’un kalibresi daha üst düzeyde. Gomis’in bu işi
karşılayabilmesi konusunda ciddi şüphelerim var. Üstüne üstlük bir ton sorun
ile transfer etmiş olursunuz. Henri Bienvenu ve Semih ikilisi ile birlikte
yukarıda bahsettiğim gibi Kuijt’ın varlığı Kocaman’ın elini güçlendiren
düzeyde. Pas geçilemeyecek nokta ise ne Bienvenu’nün ne de Semih’in istenileni
karşılayabileceğini düşünmemem. Sahadan yansıyan da bizatihi bu. İşleri zor.
İdeal
kadro şu şekilde oluşacaktır:
SONUÇ:
Defalarca Aykut Kocaman’ın isminin karakterlerini tuşlara
vurmuşum. Demek istediğim Fenerbahçe’yi
ileriye de geriye de götürecek ismin Aykut Kocaman olduğu. Transferler
konusundaki vizyonunu gerçekten çok beğeniyorum lakin bu isimleri kontrol ediş
ve kullanışta o kadar iyi olduğunu düşünmüyorum. Takımın şansını kendisi yaratacak.
Galatasaray’ın favori olduğu yarışta onu zorlayabilecek tek takım Fenerbahçe.
Bir üçüncü takım çıkaramadığım düzende Aykut Kocaman’ın akil işler yapıp artık
rüştünü de ispat etmesi gerekiyor. Benim ve daha da önemlisi kendi
taraftarlarının kafasındaki soru işaretlerini yok etmeli. Zira kendisine karşı
kocaman bir umut besleniyor.
NOT-1: Yukarıda verdiğim diziliş oyuncu değişimleri olsa da bu şekilde olacaktır. Aykut Hoca'nın maçlarda kafasında kuracağı taktik plana göre bu oyuncu değişimleri boy gösterecek. Ekstra olarak ligde yabancı sınırlamasına takılan isimler de doğal olarak ihtimal dahilindedir.
NOT-2:Bu yazı Fenerbahçe'nin Vaslui'yi Kadıköy'de ağırladığı maçtan bir gün önce yazılmıştır. Zaman problemi yayınlamamda engel oluşturdu diyerek ufak da bir özür dilemiş olayım.
Ufuk Tolga Aldırmaz
7 Ağustos 2012 Salı
Yeni Eklenen Parçalar ve Galatasaray
Ligin başlamasına çok kısa bir süre kaldı. Buna göre
takımlarımızın kadro yapılarını yavaştan yavaştan incelemenin vakti geldi.
Geçen yılı ülkemizin en Süper Final’i(!) ile şampiyon olarak
tamamlayan Galatasaray ile başlayıp aşağılara doğru inmeyi planlıyorum. Açıkçası
bu iniş üç büyük takımımız ile sınırlı kalacak lakin dikkat edilesi noktaları
da buraya taşımaya çalışacağım.
Şampiyon apoletli ve ülkemizi direkt olarak Şampiyonlar Ligi
gruplarına kalifiye olarak temsil edecek olan Galatasaray, kadrosunu herkes
tarafından kabul görmüş birçok isim ile takviye etti. İsimleri yanlarında bonservis bedelleri ile
bulabileceksiniz:
Umut Bulut-Kiralama bedeli yok
Dany Noenkue-3.300.000 Euro
Hamit Altıntop-2.000.000 Euro
Nordin Amrabat-8.600.000 Euro
Burak Yılmaz-5.000.000 Euro
Bölge bölge gidelim. Kaleci mevkiisinde Fernando Muslera ve
çeşitli çevrelerce beğenilmese de Fatih Terim’in adam etmesini istediğim
isimlerin başında gelen Ufuk Ceylan var. Büyük ihtimal üçüncü kaleci olarak da
alt yapıdan bir takviye yapılacak. Kaleci konusunda Galatasaray sadece bu
sezon değil önümüzdeki sezonlarda da sıkıntı yaşamayacaktır, o yüzden fazla
uzatmanın bir manası yok.
Defans hattında ise geçen sezondan var olan bir istikrar
var. Eboue-Ujfa-Semih-Hakan dörtlüsü kötü oyunlarında dahi vasatın altına
düşmediler. Bu dörtlü bozulduğunda –özellikle Eboue’nin Afrika Kupası’na gidişi
ile- hem savunma hem de hücum anlamında sıkıntılar yaşanmakta. Stoperleri
yedekleme adına yapıldığını düşündüğüm Dany transferi bu noktada lig için hali
hazırda iyi transfer. Hatta bu bağlamda yedek kulübesine fazla bir isim bile
diyebiliriz. Buna ek olarak Şampiyonlar Ligi için büyük bir soru işareti
taşımakta. Aynı zamanda o bölgede oynayabilecek nam-ı diğer “Cam Adam” Gökhan
Zan ve Ceyhun Gülselam da bulunmakta. Dany için var olan soru işaretleri onlar için de
geçerli. Ek olarak Eboue’nin yokluğunu Hamit gibi son derece tecrübeli ve
kaliteli bir isimin varlığı ile tölere edebilme şansı çok önemli. Geriye, Hakan Balta’nın yokluğunda o bölgedeki
sıkıntıyı ortadan kaldırmak kalıyor. Ne Çağlar Birinci ne de Albert Riera hedef
maçlarda o bölgede oynayabilecek kalibrede değil. Defansta bağıran bölge de
burası. Bu bölgeye bir transferin daha gelmesi hiç şaşırtıcı olmayacak. Bütün
bunlar bir tarafa geçen seneden miras olan en önemli şeylerden biri de belki
çok üst düzey oyunlar sergilemeyen defans hattına rağmen Elmander’den başlayan
bir takım savunması harmonisi yapılması idi. Kilit maçlarda gözen çarpan değil
resmen batan, batarken de “Görün şunu” dedirten muazzam bir alan savunması da
vardı. Es geçmeyelim.
Orta saha, çok kilit bir noktada.Selçuk İnan gibi muazzam
bir isimin varlığının yanına Hamit Altıntop ve Nordin Amrabat gibi öyle veya
böyle kesinlikle önemli isimler eklendi. Hamit’i tartışmaya gerek yok. İş ahlakı
sayesinde bir sezon boyunca çok kötü bile oynasa neden transfer edildi veyahut
maliyet sorularını akıllara getirmeyecektir. Amrabat ise biraz farklı bir
noktada. Geliş yolu ile şimdiden taraftarın gönlünde bir yer ayırdı. Fakat
sorunlu bir tip olduğu aşikar. Kafa olarak ne kadar kendini verirse o kadar
verimli olacaktır. Lig başlangıcında müthiş bir performans sergileyip sonradan
düşüşe geçerse şaşırmamak gerek. Teknik ekibin mentörlüğü de bu noktada ortaya
çıkacak. Dikkatle incelemek farz oldu.
Var olan bu isimlerin yanında beğenirsiniz beğenmezsiniz
Engin Baytar gibi patlamaya hazır –negatif anlamda da- bir bomba olmasa da
fünyeniz var. Ekstraları da sayarsak Emre Çolak gibi yetenekli bir isim ve
Riera gibi sadece ismi ile işi götüren bir “overrated” futbolcunuz da var. Hatta
ve hatta yukarıda adını geçirdiğim gibi çok yönlü bir futbolcunuz da mevcut.Tabii
ki bu isimleri iki gruba ayırmamız gerekiyor. Selçuk, Hamit, Amrabat bir
tarafa; Engin, Emre, Riera, Ceyhun bir tarafa. Kilit mevkiinin en kilit sorusu
da Felipe Melo’nun takıma yeniden katılıp katılmayacağı. Eğer Melo gelirse
muazzam bir hat oluşacak. Geçen sezon oynadığı iyi futbol –kişiliği bir kenara-,
taraflı tarafsız herkesi kendine hayran bıraktı klişesini bana söylettiriyor.
Melo’nun gelişi puzzle’ın hem düzen hem de taktik anlamında tamamlanması
anlamına gelmekte. Buna ek olarak bir de arkadaşlarını motive eden agresifliği
ve takıma ruh katan bir özelliği de var. Hatta biraz daha ileri gideyim o “pitbull”
sevinci bile takım açısından önem arz ediyor. Nitekim eğer bu transfer
gerçekleşmezse diğer tüm gelişmeler biraz havada kalacak. Yepyeni soru
işaretleri oluşacak. O mevkiiye bir transfer yapılacağı aşikar amma ve lakin
bunun için Galatasaray adına tek isim söz konusu olmalı. Hatta Juventus engel
oluyorsa Sicilyalı birkaç tanıdık araya konmalı veya menajer oyunu varsa
menajeri ortadan kaldırmalı. Şaka değil. Galatasaray adına o denli önemli bir
isim. Yerine adı geçen Gargano, Lass gibi futbolcuların hiçbiri o etkiyi
yaratmayacaktır. Bu bir kehanetten öte, Melo ve takım arkadaşlarının onunla
uyumu neticesinde ortaya atılan bir gerçekliktir. Yönetim de bunun farkında
olsa gerek ki her türlü işlevi gerçekleştirme peşinde. Yazı Galatasaray sezon
öncesi değerlendirme yazısı olmaktan çıkıp Melo yazısı olmaya başlamadan önce
konuyu kapayalım.
Son olarak ileri hücum hattına geçelim. Bizim oraların anlamsız
bir lafı vardır. Bir şeyi bol bulduğunda bu başkaları tarafından görülüyorsa, o
başkaları “Hayırdır kardeş, başını mı yıkayacaksın?” derler. Galatasaray’daki
forvet/santrafor bolluğu da o derece. Elmander, Baros, Necati, Sercan
dörtlüsüne Umut ve Burak eklemeleri de yapıldı. Üstüne üstlük bir de şu meşhur
“çilek” mevzusu var. Bir forvet daha alınması olası. Görünen Elmander-Necati
hattı ligi iyi tölere etti. Baros ve Sercan ikilisi zorlama tabirle pastanın
şeker kısmını oluşturacak katkıyı dahi veremedi. Bu yüzden bir oyuncunun daha
bu bölgeye gelmesine normal gözüyle bakıyordum fakat politika işleri
değiştirdi. Sistemin en önemli parçalarından biri olan Elmander’in
prototiplerinden Umut’un transferi akılcı bir iş. Takımı destekleyeceği ve güç
katacağı aşikar. Bunun üstüne Türkiye’nin belki de en önemli ikililerinden biri
olan Zeki Alasya-Metin Akpınar ikilisinin Zeki’si olan Selçuk’u elinde
bulundururken, Metin’i olan Burak’ı da transfer ederek taraftarın yüzünü o
ikiliden daha çok güldürecek bir birleştirme operasyonuna giriştiler. Müthiş
transfer. Aynı zamanda bu uyumun yanında hücum çeşitliliğini de sağlamış
oldular. Fatih Terim’in eli bu noktada son derece genişlemiş oldu. Elmander’in
yeni sezondaki partnerine bir hoş geldin alkışı tutabiliriz.
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda ideal on birin şu şekilde
oluşacağını tahmin etmek pek zor değil: (Melo gelmezse sil baştan. 4-3-3 dahi
oynanabilir. Serdar Ortaç’ın “Kafamda Deli Sorular” modu Fatih Terim’i bekler.)
SONUÇ:
Geçen yıl oluşturulan çekirdek kadro, şampiyonluğu getirdi. Bu kadroya bir-iki
isimin soru işaretli olması dışında güzel de eklemeler yapıldı. Geçen yıldan
farklı olarak bu yıl insan mizacının en doğal getirisi olarak beklenti çok daha
fazla olacak. Bir de zorlu bir Şampiyonlar Ligi periyoduna girilecek. Avrupa
Kupası oynayan takımlarımızın çok yara aldığını hepimiz biliyoruz. Fatih Terim
alternatifli bir kadro oluşturdu fakat hücum hattından geriye doğru gidildikçe alternatiflerin
efektifliğinin azlığı sıkıntı yaratacak düzeyde. Mustafa Denizlivari bir laf edeceğim belki ama
ilk altı hafta sonucunda oturan kadro ve sistemin neticesinde çok daha sağlıklı
bir nutuk atabiliriz. Yine de olağanüstü durumları kenara koyacak olursak (Melo
da gelirse) Galatasaray’ın şu an için ligin favorisi olduğunu söyleyebiliriz.
Tekrar etmekte fayda var. İnişli çıkışlı ve çok zor bir sezon sizleri bekliyor
değerli Galatasaray taraftarı.
Ufuk Tolga Aldırmaz
5 Ağustos 2012 Pazar
Yenilik
Bu blogu neredeyse iki yıl önce açtım. Girdiğim sınavlar ve zamanımı alan şeyler nedeniyle zaman zaman ilk etapta yazmayı düşündüğüm futbol konusunda bile aksadığım olmuştur fakat bir şekilde işleri rayına oturttuğumu düşünüyorum. Çat pat bir şeyler yazabilmenin mutluluğunu her yayında inanın hissediyorum. Bu şekilde de devam edecek lakin biraz yenilikler yapmak istedim/istedik. Sağ olsun bu konularda en büyük destekçim ve kardeşim diye nitelendirebileceğim isim İbrahim Tilki ile bu bahsettiğim yenilikleri yapmaya biraz olsun başladık. Kendisi Salsa Basket'in yazarlarındandır. Aynı zamanda -emin olun yıkama yağlama olmadan- önemli bir tenis takipçisi ve "yazarı". Bu bağlamda kafamızdaki fikirleri birbirimize açıkladığımızda da sadece tenisin konu olduğu bir blog açalım dedik. Bir ayı geride bıraktık. Güzel bir tempoda gidiyoruz. Yanlış anlaşılmasın gözümüzü hırs bürüdü, tenis dünyasının fenomeni olacağız diye bir şey iddia etmiyoruz. Zaten haddimize de değil. Sadece emek veriyoruz. Gerisi okuyanlara ve takip edenlere kalmış. Bir bakalım ne yapıyormuş bunlar derseniz şuradan ulaşabilirsiniz.
Saygılarımızla.
Saygılarımızla.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)