Lyon… Milliyetçilikle en ufak alakası olmayan ama katıksız
bir biçimde ısınamadığım Fransa’nın en büyük şehirlerinden birisi. Paris’in
görkeminden yoksun olduğu söylense de o civarda yaşayan birkaç gurbetçi abimiz
ve ablamıza göre en az Paris kadar güzel bir şehir. Onları fazla lafa tutmadan
ve genel hal hatır muhabbetini de kapadıktan sonra kendi araştırmama giriştim.
Çevresindeki dağlar, iki nehrin arasında kalması gibi fiziki özelliklerine
rağmen( ya da avantaj, görece) sanayileşmenin dibine vurmuş bir şehir olarak göze batıyor. Buna
paralel olarak Lyon'u hizmet sektörünün geliştiği ve orta sınıf vatandaşların da
fazlaca yaşadığı bir şehir olarak da nitelendirebiliriz. Sanayi kollarına tek tek
değinmeye niyetim yok ama önemli olan bir kol var, o da yazılım. Bu yazının
sonu nereye gidiyor soruları gelmeden belirteyim. Yazılım sektöründe yerel bir
girişimcilikten ülke çapında bir insan haline gelen Jean-Michel Aulas ve
şehrinin takımı Olympique Lyon’u didikleyeceğiz.
Jean-Michel Aulas |
Aulas, Lyon şehrinde yaşayan hemen herkesin –özellikle elit
ve elite yakın sosyolojik sınıfın- hasıl olduğu özelliklere fazlası ile sahiptir.
Fransızlığın aktığı bir tip, ortalama üstü bir zeka, akıllı yatırımcılık ve
sermaye. Bunların hepsi birleşip işler de yolunda gidince, kısacası ayıptır
yazması taşaklı bir girişimci haline geldikten sonra yatırım yapmak için 1987
yılında Olympique Lyon’u seçer. Kulübü alır. Lyon o zamana kadar vasat
seviyenin altı olarak sayabileceğimiz asansör kulüp özelliği gösterir. O yıldan
sonra ise işler değişecektir. Kısa sürede Ligue 1’e terfi edip Avrupa
kupalarına katılmaya hak kazanan bir kulüp haline gelirler. Bunda en büyük
etken ise Aulas’ın deyimi ile “karlı yatırım”. Yıllar geçip Lyon da Fransız
basınında dikkat edilesi bir takım haline geldikten sonra bir röportajı
esnasında şunları söyler: “Ne kadar çok paranız varsa o kadar çok galip
gelirsiniz ve galip geldikçe paranız artar. Her açıdan kazanırsınız.”
Futboldan anlamadığını en başından beri gocunmadan
dillendirip gün geçtikçe daha da güçlenecek olan beyin takımını kurar. Her
zaman için en akıllı olan işi(onun için yatırım) yapma düsturunu benimsemiş
olan Aulas’ın takımı “kendi çapında” iyi işler yapmaya başlayınca ardına şehrin
de desteğini alır. Geneli itibari ile futbola düşkün olduğunu
söyleyemeyeceğimiz şehir başarılı bir takımları olması fikrini fazlasıyla
benimser. Başkanlarının para düşkünlüğü neticesinde benimsediği ve belki de şu
an çoğumuzun hoşuna gitmeyen o endüstriyel futbolun gereklerini net olarak
doğru biçimde uygulaması müşterileri(taraftarları) daha da fazla kulübe çekmeyi
başarır. Aynı düzlemde bir örnek olmayacak olsa da paralel olarak bir malın
albenisi ne kadar artarsa bizler de yeter miktarda alım gücümüz olsun veyahut olmasın
o mala yönleniriz. Kapitalizmin en baba şartlarından birisidir bu, tüketim.
Neyse konuyu fazla dağıtıp kendime hakim olarak belirtmeliyim ki Aulas
istediğini başarır. Kısa vadede gelen beklenmedik başarılar aynı zamanda
yönetimin kredisini de yükseltir. Zaten bir futbol şehri olmayan Lyon’dan da
bir Marsilya şehrindeki gibi beklentiye girmek, en azından o dönem için pek
rasyonel olmaz.
Yukarıda karlı yatırım, beyin takımı ve her açıdan kazanmak
derken Lyon’un sistemi haline gelen noktaya değinmemiz gerekiyor. Simon Kuper’in
“Kitlelerin Erdemi” olarak nitelendirdiği, bizim de transfer komitesi olarak
basite indirgeyebileceğimiz o “kurum” Lyon’un belki de “şimdilik” son demlerini
geçtiğimiz o istikrarının anahtarı oluyordu. Moneyball filmini izleyenleriniz
hatırlayacaktır. Brad Pitt’in -karakterin adını unuttum- “teknik direktör” olarak katıldığı bu toplantılar
kulüp için ağır topların katıldığı ve daha çok onların sözünün dinlendiği
toplantılardır. Buradaki kilit nokta ve Lyon'un Oakland'dan farkı teknik direktörlerinin başarı endeksli olduklarından
ötürü kısa vadeli planlara kaçacaklarının bilinmesidir. Eğer teknik
direktörlere kadro planlanma olanağı verilirse kulübün bundan hiçbir yararı
olmayacaktır. Aksine zarar hanesi kabaracaktır. Buradaki yarar ve zarar yazı
konusu Aulas ve Lyon iken tabii ki para ekseninde olmak zorundadır. Aynı
şekilde bu tezin doğruluğunu Lyon’un şampiyon olduğu dönemdeki teknik
direktörlerine bakarak görebiliriz. Belirli başlı bir Fergusonvari (teşbihte
hata olmaz) istikrar kesinlikle söz konusu değildir. Kitlelerin Erdemi icra
edilirken masada bulunan ve futboldan anlamam diyen Aulas modelinin Hollywood filmlerindeki
gibi bir sağ kolunun olması da elzem oluyor. Bu sağ kol –yardımcı erkek rolü-
da bir dönem Fransa’nın önemli futbol yüzlerinden olan Lyon çocuğu Bernard
Lacombe olduğunu belirtelim. Lacombe Fransız futbolu ile ilgilenen çoğu kişi
tarafından önemli bir çift göz olarak nitelendirilmekte. Lacombe’un yanında bu
işten onun kadar olmasa da anlayan ufak çaptaki konsensusun ortak kararları da
Aulas’a ödeme planları hazırlama girişimlerine itiyor. Genel olarak basit ama
uygulayanının bildiğimiz futbol dünyasında az olduğu bir sistemden
bahsediyoruz. Bunun yanında bu “kitleye” bağlı olan entegrasyon ekibi de en az kitlenin
kendisi kadar arz ediyor. Sebebi ise Lyon’a gelen hiçbir futbolcunun hiçbir
şekilde bir sorunla boğuşturulmama geleneğidir. Gelen yabancı futbolcuların
her türlü detay işi kulüp tarafından halledilir. Bunlar pek tabii görünen
işlemler. Gerçi görmediğimiz kısımda ne gibi icraatler olduğunu ve bunların ne
denli profesyonelce yönlendirildiğini düşünememek ahmaklık olur. Tüm bunları
topladığınızda yine Aulas’ın deyimi ile “Marka anlamında iyi bir takım” yaratma
çabasının yattığını görüyoruz. Real Madrid, Manchester United ve hatta Arsenal
şu sıralarda da olsa PSG gibi takımlarla onların oyun kurallarına göre
yarışamayacaklarının farkındalar. Öyle ki futbolculara gelen piyasa üstü
tekliflere her zaman açıklar. Kimleri nerelere sattıklarını hepimiz net biçimde
biliyoruz lakin bu günler biraz da geride kaldı.
Bernard Lacombe |
Klasikleşen tabirle futbolda dün yoktur. Başkan Aulas daha iyi
bir Lyon yaratmak için değişim yaşamaları gerektiğinin farkındadır. Stade
Gerland modern döneme ayak uydurmakta zorluk çeker. Maddiyata olan düşkünlüğünü
“para basan” bir stad ile taçlandırmak da tam ona layık bir iş gibi görünüyor
ki öyle de oldu. OL Arena’nın projesini açıkladılar. Ülkemizdeki TT Arena
modeli olan lakin kulübün maddi külfete gireceği bir şekilde bu projeyi
gerçekleştirecekler. Bu yüzden de takımda kemer sıkma politikası
benimsediler. Bunun yanı sıra Lacombe’un
istifası da geldi. Transfer konusunda muazzam işler başaran konsey büyük bir
darbe aldı. Klasikleşen Lyon transferi çizgisinden uzaklaştılar. Misal Juninho’nun
yerini Gourcuff ile doldurmaya çalıştılar, tutmadı. Sistemin dışına çıkmış
oldunuz bir kere. Arından gelen tüm transferler aslında biraz bunun yarasını
taşıyordu. Şimdilerde ise bir bir o isimlere de veda ediyorlar. Tam anlamıyla
alt yapıya yönelmiş durumdalar. Eskiden genellikle hücum oyuncuları için alt yapıya
başvuran Lyon, şimdilerde daha farklı bir yolda. Heyecan verici mi? Kesinlikle.
Tutacak mı? İlk etapta zor. Stad yapıldıktan sonra çok farklı bir Lyon
göreceğimiz ise su götürmeyen cinsten.
Ne yalan söyleyeyim her yıl ayrı bir şampiyonun çıktığı Ligue
1’in tadı farklı ancak PSG gibi şeyhlerin kirli petrol sermayesi o ligi
kirlettiğinden beri pek fazla şey düşünmez oldum. Lyon yeniden devreye girip
şunlara haddini bildirsin. Bekliyoruz…
Ufuk Tolga Aldırmaz
NOT:Simon Kuper-Stefan Szymanski ikilisinin Futbolun Şifreleri kitabından bilgi alıntısı vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder