Dönemin başkanı Serdar Bilgili, Galatasaray ile sözleşmesi fesih edilen Mircea Lucescu'yu takımın başına getirir. Yüzüncü yılda hedeflenen ve özlenen şampiyonluk için büyük bir adım atılmıştır. Ardından gelen Carlos Zago, Oscar Cordoba, Daniel Pancu, Kaan Dobra transferleri ile aslında şampiyon kadronun temelleri oturtulacaktır. Bu transferlerin yanı sıra taraftarın göz bebeği Pascal Nouma takıma tekrar kazandırılır. Son hamle olarak da(devre arası "yama" sayılabilecek Federico Guinti transferini es geçelim) takıma yıldız ve "marka" isim kontenjanından Sergen Yalçın katılacaktır.
Önder Özen'in Futbol Genel Koordinatörlüğü'ne getirilmesinin ardından profesyonellik adımını atan Beşiktaş, çeşitli antrenörleri kulübe kazandırdıktan sonra A takımın kontrolünü de yine Önder Özen'in isteği ile Slaven Bilic'e bırakacaktır. Önder Özen'in dün öğlenki toplantısında dile getirdiği gibi en önemli hamlelerden biri gerçekleşmiştir. Taraftarın uzun süredir üzerinde sinerji yarattığı ve kulübede görmek istediği isimlerin başında gelen Bilic, aslında taraflı tarafsız herkesin sempati ile baktığı ve saygı duyduğu bir isim olarak göze çarpıyor. "Dış mihrakları" es geçecek olursak içinde benim de bulunduğum Bilic'e soğuk bakan grubun dahi heyecan duymasını sağlayan bir isimin tercih edilmesi tıpkı 100. Yıl'da Lucescu'nun takımın başına getirilmesine basit biçimde benzeyen bir hamle. Karizmatik Lider kategorisine sokabileceğimiz Bilic öyle veya böyle yakın geçmişte arkasında durulmaya değer tek isim olarak göze çarpmakta. Taraftarın bu yaklaşımı ile birlikte Bilic'in de Önder Özen ile "çalışma arkadaşı" olmaya hevesli bir durumda imzayı atması doğru hamlelerin art arda geleceğinin de bir göstergesi olmakta, en azından benim açımdan.
Adı geçen isimlerin dahi doğruluğu ve sorgulandığında arkasında bir aklın olduğunun açık seçik görülebilmesi neticesinde yapılacak diğer transferleri bir kenara bırakacak olursak kafalarda bir soru işareti oluşmakta. Evvelden bahsedilen ve yukarıda değindiğim Sergen Yalçın misalı yıldız ve "marka" isim kontenjanına yapılacak/yapılması gereken o yatırımın işaret ettiği futbolcu kim olmalı?
Ronaldinho'nun gerek Ahmet Nur Çebi gerekse Fikret Orman tarafından dillendirilmesi ister istemez bir heyecan yarattı. Görüşmelerin olduğu ve belirli tekliflerin Brezilya'ya ulaştığı Ronaldinho tarafından basına yapılan demeçler ile karşı taraftan da doğrulandı. Sosyal medyada ve Beşiktaş'ın kendi içinde yarattığı medyada sıkça dillendirilen şey ise sponsor desteği ile bu transferin gerçekleştirilmesi için elden gelen her şeyin yapılacağı yönünde. Peki Ronaldinho doğru isim mi? Açıkçası çocukluğumun yıldızı olduğu ve büyük bir hayranı olduğum su götürmeyen cinsten bir doğruluk. Objektif biçimde yaklaşmaya çalıştığımda karşıma çıkan en büyük artı Ronaldinho'nun ülkesinde yapılacak olan Dünya Kupası'na katılmak için elinden gelen her şeyi yapacağı gerçeği oluyor. Somut olarak eldeki tek avantaj bu iken dezavantajlar tartının diğer kefesinde ağır bir yük oluşturmakta. Bu noktada sayabileceğim şeyler:
1. Manuel Fernandes'in varlığı. Birlikte oynarlar oynamazlar noktasına girmeyeceğim. Buna karşın Fernandes'in takımın tek lideri olma isteği ve basına oluşturduğu malzeme ortada iken Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak gerek.
2. Ronaldinho'nun tıpkı Manuel Fernandes gibi, hatta çok daha ağır biçimde gece hayatına olan tutkusu ön planda. Öyle ki Barcelona'dan yollanış sebeplerinin başında bu noktadaki abartı tavırları geliyor. Pep Guardiola'nın Lionel Messi'ye onunla takılmaya devam etmesi durumunda takımında yer almayacağını çok açık biçimde belirtmesi de bu durumdan kaynaklanmakta. Ersan Gülüm, Oğuzhan Özyakup gibi yurt dışındaki rahat yaşama alışmış futbolcuların buradaki liderleri ile gece hayatına aktıklarını bir an düşündüm de... Felaket.
3. Avrupa futbolu ile bağlarının kopmuş olup, yeniden uyum süreci yaşayacak olması.
4. Vücudunun artık belirli bir seviyede kalmasına ve baremin üstüne çıkmasına engel olması.
5. Taktik düzende Bilic'in ona bağımlı olmak zorunda olması ki oyuncuların hamuru ile oynamayı seven bir teknik direktör için daha kötü ne olabilir ki?
6. Beşiktaş'ın savunma anlayışı zaten dipte yaşam savaşı verirken takımın üstüne bindireceği ekstra yük.
7. Kazanacağı paranın takım içinde yaratacağı adaletsizlik.
8. Ricardo Quaresma derdinden kurtulmuşken camia içinde net biçimde ayrılık oluşturacağı ve Özen-Bilic ikilisinin yakın zamanda negatif anlamda sorgulanmaya açık hale geleceği gerçeği.
9. Zamanını devirmiş "über yıldız" içselleştirme çabasının hiçbir zaman Beşiktaş'a uymadığı gerçeği.
10. Net biçimde ölü yatırım olması.
Biraz beyin fırtınası ile bu maddeleri çoğaltabiliriz. Peki önerimiz nedir? Takımın ihtiyacının olduğu ve taraftar ile etkileşimi sağlayabilecek ilk mevkii olan santrafora geçtiğimiz günlerde Fiorentina'ya imza atan Mario Gomez minvalinde isimlerin alınması. Belki bu tip bir yatırım maddi olarak bir kazanç sağlamaz fakat hem profesyonelliği ile örnek olacak hem de takıma katkı sağlayacaktır. Bu isim Adebayor olabilir mi? Belki. Artık Football Manager oyunumda yarattığım profillerde dahi böyle maliyetli isimlere yönlenirken içim acıyor. Feda sezonunun etkileri kolay kolay geçmeyecek. İşte bu noktada Cartalete Mustafa Ağabey'in geçen günlerde attığı bir tweet aklıma geliyor: "Hatta santrafora da Serie A'da bakınmak lazım. Direkt katkı verecek transferler mümkün abi'ler: Gilardino, Amauri, Floccari, taca çıkan Matri." Gilardino, Amauri, Matri... Özellikle de Matri! Neden olmasın? Yıldız fetişizmine sahip taraftara hitap etmeyecektir kabul; o taraftar grubuna umarım yıllar boyu ekmek çıkmayacak, çıkmamalı.
Ufuk Tolga Aldırmaz
29 Haziran 2013 Cumartesi
Dersim 62
Deniz Naki... Bu sözlerim bir kesimi rahatsız edebilir(istemem ama realite) lakin özel bir adam. Öyle ki benliğine sımsıkı tutunmuş biri. Kolundaki dövme de bunun en büyük kanıtıdır. Kimilerine göre bir başkaldırı kimilerine göre "ayrıştırıcı" hareket. Zamanında Bild gazetesine yaptığı açıklamalar aslında durumun özeti. Lütfen ters algılamayıp biraz olsun empati kurunuz:
"Babam Doğu Anadolu'dan yani bu şehirden geliyor. Biz Kürdüz..
Ben nereden geldiğimi bilmediğim için değil daha çok çocukların Kürt kökenine sahip olduğu için utanmaması adına bu dövmeyi yaptırdım. Kürtlerin pek çoğu Türk olduklarını söylüyor.Bence her insan sahip olduğu etnik kökeni ile gurur duyabilmelidir"
"Babam Doğu Anadolu'dan yani bu şehirden geliyor. Biz Kürdüz..
Ben nereden geldiğimi bilmediğim için değil daha çok çocukların Kürt kökenine sahip olduğu için utanmaması adına bu dövmeyi yaptırdım. Kürtlerin pek çoğu Türk olduklarını söylüyor.Bence her insan sahip olduğu etnik kökeni ile gurur duyabilmelidir"
Öyle ki bu açıklamaları ve kolundaki "benliğini" simgeleyen dövmesi Deniz'in geçtiğimiz sezon Beşiktaş'a olan transferini engelleyecektir. Ötekileştirmenin ayan beyan açık biçimde yapıldığı şu ortamda, Gençlerbirliği'ne transfer olan Deniz'i daha büyük bir desteklemek benim boynumun borcudur. Umarım tepkilerin doğallığı neticesinde oyunu ile sezon sonunda özellikle Beşiktaş'ı peşine takar. İşte o zaman ikiyüzlülüğü yöneticilerin suratına vurur.
Haşarı karakteri neticesinde sanırım son durağa geldi. Yıl içinde özel bir "hayran" kitlesi olacaktır. Umarım kendisini kanıtlar ve o takipçilerini de mutlu eder. Yolun açık olsun Deniz Naki!
Ufuk Tolga Aldırmaz
28 Haziran 2013 Cuma
Futbol Endüstrisinde Kulüplerin Stratejileri-Riskli Büyüme!
Özellikle son yıllarda taraftarlar tarafından çok tartışılıyor kulübün küçülmesi-büyümesi kavramları...Peki kulüplerde büyüdüğünü zannedip küçülme mümkün müdür? İşte bu soruya Türk ve Dünya futbolundan örnekler vererek cevap bulmaya çalışacağız.
Futbol endüstrisinde kulüplerin stratejilerini üç farklı grupta inceleyebiliriz.Bu grupların ilki "Lider ve küresel marka olmayı amaçlayan kulüpler" bir diğeri "Kendi ülkelerinde hem kazanmayı hem kar etmeyi amaçlayan takımlar" ve son olarak da "Yalnızca kendi üst liglerinde kalmayı hedefleyen kulüpler".Biz büyüme ve küçülme kavramlarının daha sık gerçekleştiği ilk 2 grubumuz üzerinde duracağız genellikle...
Öncelikle futbol kulüplerinin kar etme amacı gütmeyen şirketler olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.Yani açık bir şekilde futbol kulüpleri sportif anlamda başarılı olduğu sezonda bile zarar edebilirler ve bu genellikle de böyle olur.Örnek vermek gerekirse,bir sezonda 6 kupa kazanan Barcelona bile o sezon mali açıdan sadece birkaç milyon euro kar edebilmiştir.Görece benzer bir durum Porto için de söz konusudur.Kulüp başarılı olduğu sezonlarda bile normal etkinliklerden pek para kazanamaz;tam tersine gelir-gider dengesi yılda 10 milyon euro civarında bir kayıp üzerine kuruludur.
"Kendi ülkelerinde hem kazanmayı hem kar etmeyi amaçlayan takımlar " grubuna ülkemizin takımları Beşiktaş,Fenerbahçe ve Galatasaray'ı kısmen dahil edebiliriz.Kısmen diyorum çünkü bu takımlarımızda bir başarı yakaladıktan sonra kar etmek ve yeni bir atılım yapmak hiç düşünülmez.Hemen "Lider ve küresel marka olmayı amaçlayan kulüpler" arasına girmek hedeflenir.Bu kulüplerin arasına girmek uzun bir süreç gerektirdiğinden başarısız olunur.Ülkemizde son 2 yılın şampiyonu Galatasaray'ın da aynı hataya düştüğünü söylemek isterim.Kulüp başkanı Ünal Aysal "küreselleşme" hedefini dilinden düşürmüyor ve bu hedefe illaki başarı yakalanan kadro ile gidildiğini düşünüyor ya da yaptığı icraatlar bunu gösteriyor diyelim.Yaptığı icraatlardan kastım Avrupa'da "top" seviyede bir performans gösterdikten sonra oyuncularına gelen teklifleri reddetmesi ve takım içerisinde uyguladığı yüksek ücret politikası.(Kadroya giremeyen Furkan Özçal'a verilen yıllık 700 bin euro bu söylediğime kanıt oluşturmaya yeter sanırım) Porto Şampiyonlar Ligi Kupasını kazandıktan sonra oyuncu satışından yaklaşık 80 milyon euroluk bir gelir sağlamıştır.Yani bu rakam Porto için sonraki sekiz yılda oluşabilecek işletme bütçesi açığını karşılamaya yetecek para anlamına geliyordu.
Galatasaray'ın şuan yaşadığı hedef karmaşasını daha iyi anlatmak için Valencia örneğini vermek isterim.Valencia "Kendi ülkelerinde hem kazanmayı hem kar etmeyi amaçlayan takımlar" arasında iken "Lider ve küresel marka olmayı amaçlayan kulüpler" arasına girmek istemişti.Kulübün başarılı sayıldığı ve maliyetini akladığı en son dönem,Şampiyonlar Ligi finaline iki kez çıkıp İspanyol Ligi dahil altı şampiyonluk kazandığı 1999-2004 arasındaki süreçti.Valencia'nın o dönemdeki genel müdürü,eskiden bir süpermarket zincirinin yöneticiliğini yapan Manole Llorente adlı,doğru kararlar veren ve ayakları yere basan bir adamdı.Örneğin ücret tavanını yıllık net 1.5 milyon euroda sabitledi.Daha sonra Valencia Llorente'nin görevini bırakması ile farklı bir strateji izlemiş ve şuan yeni stadına çivi bile çakamayacak duruma gelmiştir.Real Sociedad ve Leeds United vak'alarını da örnek verebiliriz.Bu iki kulüp,kendilerini Şampiyonlar Ligi'ne taşıyan,çok hızlı sportif başarılar elde etti.Amaçlarının ötesinde harcama yaptılar,finansal sorunlar girdabına kapıldılar ve sonunda ülkelerinde ikinci liglerine düştüler.
Tüm bu verdiğimiz örnekleri bir sonuca bağlayacak olursak,"küresel" olmak uzun zaman gerektirecek bir süreçtir.Bu süreçte akıllı hamleler yapmak ve örneklerimizden de yola çıkacak olursak mali yapıyı her zaman daha çok düşünmek zorunda kulüpler.Aksi takdirde denizde yüzmeye alışkın olan bu kulüpler okyanusta boğulmaya her zaman ama her zaman mahkum olurlar.
Not:Bu düşüncelerimin fikir babası olan Manchester City'nin CEO'su Ferran Soriano'ya teşekkürler...
Buğra Kaan Süer
27 Haziran 2013 Perşembe
Aga Bu Nedir?: #16 Sterling ve İhtirası
Liverpool'un ve Premier League'in en genç futbolcularından biri olan Raheem Sterling buna rağmen bir kız çocuğa sahip. Geçtiğimiz günlerde Sterling kızının doğum gününü Twitter'da takipçilerine deklare ederek kutlar. Buna karşın kızının annesi olan hanımefendi cevabı yapıştırır.
"Şüphesiz ki sosyal medya toplumların baş belasıdır." Recep Tayyip Erdoğan
"Şüphesiz ki sosyal medya toplumların baş belasıdır." Recep Tayyip Erdoğan
Ufuk Tolga Aldırmaz
24 Haziran 2013 Pazartesi
Suçlu Kim?
Futbol Direktörümüz Önder Özen'in basın toplantısında sağlık ekibi ile ilgili açıklamaları ve açıklamadan sonra oluşan tartışma ortamnından sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.Olayları kısaca özetleyecek olursak,geride bıraktığımız sezon sakatlıklardan takımımız çok çekmiş,üst üste sakatlıklar yaşamasının yanı sıra sakatlanan oyuncular tekrar sakatlanmış ya da oyuncu tahmini süreden çok sonra geri dönebilmişti sahalara.Yani rehabilitasyon süreci iyi geçirilmemişti.Bu durum taraftar arasında da çok konuşulmuştu.Bunun üzerine Önder Hoca basın toplantısında sağlık ekibi ile ilgili olarak "Performanlarını görmedim,sağlık ekibine takviye olabilir ama sağlık ekibi sakatlıkların sorumlusu değildir bence." demiş.Ayrıca sözlerine "Oyuncuların sakatlıklarına etki eden faktörler bellidir.Antrenman planlaması,temposu,antrenmanın şiddeti,süresi ve sıklığı belli başlı faktörler arasındadır" diyerek devam etmişti.
Not:Daniele Tognaccini'nin sözleri Simon Kuper'in "Futbolun Şifreleri" kitabından alınmıştır
Buğra Kaan Süer
Önder Hoca ile aynı fikirde olduğumu belirteyim öncelikle.Ancak aynı fikirde olmamanın temel sebebi Önder Özen'in sözleri değil Futbol dünyasının en başarılı sağlık ekibi olan AC Milan'ın (Milan LAB) baş kondisyoneri Daniele Tognaccini'nin sözleridir.Tognaccini bir oyuncunun bir sezon içerisinde 12 üst düzey maç oynaması sonucunda "Performans en üst düzeyde olmaz,sakatlanma riski yüksektir.Bir haftalık idmanın ardından maç sırasında sakatlanma riski %10 iki gün sonra tekrar oyunda olursa bu risk %30 hatta %40 olabiliyor.Eğer tam anlamıyla dinlenmeden peş peşe dört ya da beş maç yaparsanız sakatlanma riski çok yüksektir.Performansının düşmesi ihtimali de bir o kadar yüksek" demiştir.Şimdi Tognaccini'nin bu sözlerinden kendi adımıza bir çıkarımda bulunalım.Bolca sakatlık yaşadığımız geride bıraktığımız sezonda ne 12 üst düzey maç oynadık ne de haftada 2-3 maç olayına girdik.Kupadan da erken elenmemizle sadece haftada bir kez lig maçı oynadık.Yani oyuncular kendilerini dinlendirecek süre bulma şansına sahip oldular.Peki neden uzun bir süre 2-3 kulvarda yarışan rakiplerimiz Fenerbahçe ve Galatasaray'dan daha çok sakatlık yaşadık? İşte burada Özen'in "Antrenman planlaması,temposu,şiddeti,süresi ve sıklığı sakatlığa etki edebilir" sözleri akıllara geliyor.Tognaccini'nin sözlerini iyice süzersek ve sık bir şekilde maç programımızın olmadığını düşünürsek sakatlıklara neden olan şeyin büyük ölçüde antrenman programının yanlışlığı olduğuna varıyoruz.
Hatayı yanlış yerde yani sağlık ekibinde aradık 1 senedir.Her zaman söylediğim gibi oyuncu sakatlık yaşadıktan sonra sağlık ekibinin kucağına düşer.Sağlık ekibini sadece tedavi süreci ile yargılıyabiliriz.Umarım bundan sonra insanları boş düşüncelerimizle mesnetsiz bir şekilde suçlamaz ve onlara destek olarak işlerini yapmalarında yardımcı oluruz…
Not:Daniele Tognaccini'nin sözleri Simon Kuper'in "Futbolun Şifreleri" kitabından alınmıştır
Buğra Kaan Süer
23 Haziran 2013 Pazar
Das Parfum
Çok önceleriydi. Kaç yıl oldu hatırlamıyorum. Kuzenim bizdeki adı ile "Koku" adlı romanı okuyordu. Kendisi "gurbetçi" olduğundan ötürü kitabı orijinal dilinde okuyordu pek tabii. Daha okuma alışkanlığımın olmadığı yıllara rastlayan, Koku ile tanışmamı sağlayan bu olay daha sonra Patrick Süskind'in baya bir sükse yapmasını da sağlıyordu. Tabii ki Almanya'daki halini bilemem, Türkiye adına konuşuyorum.
***
Daha sonraları kitabı Taksim/Aslıhan Pasajı'nda dolaşırken gördüm ve nereden hatırladığımı düşündüm. Almadan edemedim. Yaklaşık bir yıl öncesine rastlayan bu satın alma durumu ile hayatımın şu anki noktası arasında bir uçurum olması da çok ironiktir. Bir kitabın aslında ne denli önem arz edebileceğini düşününce ilginç hissettiğimi söylersem yalan olmayacaktır, bunu da özel bir not olarak düşeyim buraya.
***
Bu alegorik şaheserin Nirvana'nın "Scentless Apprentice" adlı şarkısına da ilham kaynağı olduğunu internette araştırırken öğrendim. Müzik zevkim iyi değildir şarkı hakkında yorum yapamayacağım ama kitap farklı yapısı ile kendini büyük bir zevkle okutturuyor diyeyim, gerisi size kalsın.
Ufuk Tolga Aldırmaz
***
Daha sonraları kitabı Taksim/Aslıhan Pasajı'nda dolaşırken gördüm ve nereden hatırladığımı düşündüm. Almadan edemedim. Yaklaşık bir yıl öncesine rastlayan bu satın alma durumu ile hayatımın şu anki noktası arasında bir uçurum olması da çok ironiktir. Bir kitabın aslında ne denli önem arz edebileceğini düşününce ilginç hissettiğimi söylersem yalan olmayacaktır, bunu da özel bir not olarak düşeyim buraya.
***
Bu alegorik şaheserin Nirvana'nın "Scentless Apprentice" adlı şarkısına da ilham kaynağı olduğunu internette araştırırken öğrendim. Müzik zevkim iyi değildir şarkı hakkında yorum yapamayacağım ama kitap farklı yapısı ile kendini büyük bir zevkle okutturuyor diyeyim, gerisi size kalsın.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Açlık-Çaresizlik Daha Güzel Betimlenmemeşti
"En güzel hediye nedir?" sorusuna çeşitli cevaplar verilebilir. Subjektif cevapların gelecek olması ise aşikardır. Bana göre(bir süre sonra bayabilme potansiyelini kabul etmeliyiz) kitaptır. Kitapların o gizemli dünyaları gibi süs kokan cümleler etmeye benim gücüm yetmez. Sanırım bu konudaki en afili cümlem de "Kitap her şeydir." ya da "Kitap büyük bir zevktir." olacaktır. Konuyu dağıtmadan hediye kısmına döneyim. Açlık maalesef biraz zoraki gibi olmuş olsa da hediye olarak gelmişti. Okumak için büyük bir istenç duyuyordum. Başlarda "Akmıyor" diye mesnetsiz bir eleştiride bulunmuş olsam da ciddi anlamda doluydu.
***
Kitap, adını taşıyan kelimeyi inanılmaz bir noktada tasvir ediyordu. Öyle ki boş mide ile okuduğum kısımlarda (eğer denk geldiysem) fazlasıyla kusma arzusu hissettiren betimlere sahip bir eser olarak karşıma çıkıyordu. Abartı olmasın lakin okurken bir durumu bu kadar net hissettiren ikinci kitap oldu. İlki Peyami Safa'nın Hariciye Koğuşu idi. O kitapta da acının kör halini bir çocuğun çektiği cinsten hissediyorsunuz.
***
Karakterin idealistliğinden dem vurmazsam olmaz. Şüphesiz ki hayat her zaman istenileni vermez. Hamsun da bunu romanının sonunda net biçimde göstermiş. Okuyana net bir şeyler katacak romandır, arz ederim.
***
Çaresizliği en güzel betimleyen roman.
Ufuk Tolga Aldırmaz
***
Kitap, adını taşıyan kelimeyi inanılmaz bir noktada tasvir ediyordu. Öyle ki boş mide ile okuduğum kısımlarda (eğer denk geldiysem) fazlasıyla kusma arzusu hissettiren betimlere sahip bir eser olarak karşıma çıkıyordu. Abartı olmasın lakin okurken bir durumu bu kadar net hissettiren ikinci kitap oldu. İlki Peyami Safa'nın Hariciye Koğuşu idi. O kitapta da acının kör halini bir çocuğun çektiği cinsten hissediyorsunuz.
***
Karakterin idealistliğinden dem vurmazsam olmaz. Şüphesiz ki hayat her zaman istenileni vermez. Hamsun da bunu romanının sonunda net biçimde göstermiş. Okuyana net bir şeyler katacak romandır, arz ederim.
***
Çaresizliği en güzel betimleyen roman.
Ufuk Tolga Aldırmaz
21 Haziran 2013 Cuma
Aga Bu Nedir?: #15 Ya Yılmaz Vural Olsaydı?
Ukrayna Premier Ligi'nde yer alan Hoverla Uzhhorod'un Volodymyr Lysenko adlı oyuncusu bakın nasıl kırmızı kart görüyor:
Kafayı yiyen(hayır gerçek anlamda yiyen) arkadaşı Mirko Raicevic. Teknik direktörün mimikleri muazzam. Cumhurbaşkanımızın deyimi ile "İnsan gerçekten hayret ediyor.". Bir de düşünmeden edemedim, ya Yılmaz Vural olsaydı?
Ufuk Tolga Aldırmaz
Kafayı yiyen(hayır gerçek anlamda yiyen) arkadaşı Mirko Raicevic. Teknik direktörün mimikleri muazzam. Cumhurbaşkanımızın deyimi ile "İnsan gerçekten hayret ediyor.". Bir de düşünmeden edemedim, ya Yılmaz Vural olsaydı?
Ufuk Tolga Aldırmaz
Aga Bu Nedir?: #14 Beckham Çılgınlığı
Simon Kuper'in yazılarını derleyip oluşturduğu "Futbol Adamları" adlı kitabının David Beckham'a ayrılmış olan bölümünde (tam ifadeleri yazamayacağım kitap ulaşabileceğim bir yerde değil) onun bir futbol yıldızı olmaktan öte "dış mihraklar" tarafında yaratılmış bir portre olduğunu dillendiriyordu. Ne demek istediğini tabii ki anlamıştım ama şu görüntüler bir kez daha idrak etmemi sağladı. Güzel bir biçimde anmış da olduk Bay Kuper'i.
Beckham'ın Çin ziyareti esnasında kuvvetle muhtemel bir okulda ya da öğrencilerle karşılaşmış. İngiliz tarihinin en büyük felaketlerinden olan Heysel ve Hillsborough facialarından sonra bir İngiliz yine futbol yüzünden bir faciaya sebep olacakmış neredeyse. Şaka değil, ezilen insanlar var. Kim olursa olsun, ne olursa olsun bir insana bu kadar ilgi göstermek şahsım adına utanç verici olmaktan öteye gitmiyor. Elbette bir insanı merak edebilirsiniz, bir adım daha öteye gidelim,ünlü bir kişiliğin tıpkı sizin gibi yaratılmış ya da inancınız nasıl varoluşu açıklıyorsa o biçimde var olduğunu görebilmek adına bir girişimde bulunabilirsiniz. Buna karşın bu, Justin Bieber hayranı Türk kızlarının "Justin bize "Hi!" bile demedi!?" tribinden öteye gitmiyor. Allah akıl fikir versin diyeyim. Buyurun efendim videomuz:
Ufuk Tolga Aldırmaz
Beckham'ın Çin ziyareti esnasında kuvvetle muhtemel bir okulda ya da öğrencilerle karşılaşmış. İngiliz tarihinin en büyük felaketlerinden olan Heysel ve Hillsborough facialarından sonra bir İngiliz yine futbol yüzünden bir faciaya sebep olacakmış neredeyse. Şaka değil, ezilen insanlar var. Kim olursa olsun, ne olursa olsun bir insana bu kadar ilgi göstermek şahsım adına utanç verici olmaktan öteye gitmiyor. Elbette bir insanı merak edebilirsiniz, bir adım daha öteye gidelim,ünlü bir kişiliğin tıpkı sizin gibi yaratılmış ya da inancınız nasıl varoluşu açıklıyorsa o biçimde var olduğunu görebilmek adına bir girişimde bulunabilirsiniz. Buna karşın bu, Justin Bieber hayranı Türk kızlarının "Justin bize "Hi!" bile demedi!?" tribinden öteye gitmiyor. Allah akıl fikir versin diyeyim. Buyurun efendim videomuz:
Ufuk Tolga Aldırmaz
Etiketler:
Çin,
David Beckham,
Justin Bieber,
Simon Kuper
20 Haziran 2013 Perşembe
Super Heroes
Malumunuz, ülkemizde yarın başlayacak olan U20 Dünya Kupası'na katılan birbirinden güçlü ülkeler mevcut. Kendi adıma şanslı olduğum nokta İstanbul'da en güçlü ikisini izleyebilmek olacak. İspanya ve Fransa...
İlerleyen günlerde eleminasyon sistemi izin verirse(karışık bir sistem mevcut, açıkçası açıp bakmadım bile) bu iki ülke finalin en güçlü adaylarıdır diyebiliriz. Küçüklüğümden beri İspanya milli takımını çeşitli sebeplerden ötürü tutmam ve son yıllardaki başarıları sayesinde bu durumun taçlanmasına rağmen bu kez Fransa diyorum. Muhteşem bir kadro ile geliyorlar. İlerleyen yıllarda über noktalara ulaşabilecek isimler mevcut. Öyle ki bu isimlerin birkaçı tarihe geçecek duruma dahi gelirse şaşırmayacağım. Açıkçası bu kupaya dair beni en çok heyecanlandıran da son zamanlarda yakından takip etmeye başladığım ve sürekli "kovaladığım" Fransız futbolunda yakından takip ettiğim isimlerin mevcut olması. Tek tek tanıtmak çok uzun ve sıkıcı olacaktır o yüzden böyle bir yol seçtim(Bu aralar süper kahramanlara fecii sardım da).
Alphonse Areola:
Paris Saint-Germain'li oyuncunun yakın zamanda Paris temsilcisinin kalesini devralacağı kulislerde konuşuluyor. Şüphesiz ki önündeki en önemli sınavlardan birisi bu turnuva. Fantastik Dörtlü'nün beyin takımı da diyebileceğimiz Reed Richards nam-ı diğer Mr.Fantastic
Lucas Digne:
Lille'in sol beki Digne, tartışmasız biçimde kendi jenerasyonunun en iyisi. Hakikaten üst seviyede oynayan bir genç olmasına rağmen futbolu oturaklı hale gelmeye başladı dersem abartı saymayın. Çok farklı bir isim. Adını farklı durumlar olmadığı sürecek çok fazla duyacağız. Daha şimdiden 20 milyyon Euro'ya Paris Saint-Germain'e geçeceği konuşuluyor. O evrenin en güçlü adamı. Gümüş sörfçü...
Kurt Zouma:
Lucas Digne gibi çok farklı bir isim daha. St.Etienne'de futbolunu olgunlaştırıyor. 18 yaşında 28 yaşındaki çoğu futbolcudan daha iyi bir fiziğe sahip. Ali Ece Ağabey'in nitelendirdiği gibi "18 yaşında 18 takım istiyor.". Dahası da isteyecek. O Batman olmayı hak ediyor.
Samuel Umtiti:
Olympique Lyon'da yerini söke söke aldı. Önünde uzun bir yol var lakin kalitesini Tottenham'a attığı golden dahi anlayabilirsiniz. Partneri Batman'in "sidekick"i Robin...
Dimitri Foulquier:
Kadronun tamamlayıcı parçalarından biri olacak. Belki çok göz önüne gelmeyecek ama görevini de iyi bir biçimde yapacak. Rennes'in sağ beki... Bretonya takımının bende yeri ayrıdır. Sırf bu sebepten özel bir sempatim olan Hellboy'u da ona adayabilirim, adadım bile.
Jordan Veretout:
Nantes'ın defansif orta sahası... Onu iki sezon önce birkaç defa izleme şansım oldu. "Aklıyla savunma yapan isimlerden" diye bir not almışım. Nantes'ın forma rengi olan yeşilden de etkilenerek "Green Arrow" diyoruz.
Geoffrey Kondogbia:
Akıl ve özel yetenek... Sanırım Sevilla'nın yıldızı için en güzel betimleme şu üç sözcük olurdu. Akıllara gelen ilk kahraman sanırım Iron Man olur. Tony Stark...
Paul Pogba:
Kaptan denince akla hemen onun adı gelir: Captan America!
Florian Thauvin:
Daha önce hakkında uzun uzadıya bir yazı yazmıştım. O benim gözümün bebeğidir dersem yeri olur. Şaka bir yana çok özel bir adam. Hem karakter hem de yeteneği çok farklı noktalarda. Bu turnuvanın "en iyisi" olabilir. Hatta açık oynuyorum, sakatlık ya da Fransa'nın sürpriz biçimde elenmesi dışında "en iyi" seçilecektir. Onun bendeki karşılığı tek: Superman!
Jean-Christophe Bahebeck:
Paris Saint-Germain'in geçen sene Troyes'a kiraladığı haşarı çocuğu. Bu yıl da Valenciennes forması giyecek. Kariyeri ne yönde ilerler kestirmek güç lakin önemli bir potansiyele sahip. Wolverine!
Yaya Sanogo:
Arsenal'ın çiçeği burnunda transferi, Football Manager'ı düstur olarak benimseyenlerin büyük "aşkı"... Yer vermezsem olmazdı: The Hulk!
İlerleyen günlerde eleminasyon sistemi izin verirse(karışık bir sistem mevcut, açıkçası açıp bakmadım bile) bu iki ülke finalin en güçlü adaylarıdır diyebiliriz. Küçüklüğümden beri İspanya milli takımını çeşitli sebeplerden ötürü tutmam ve son yıllardaki başarıları sayesinde bu durumun taçlanmasına rağmen bu kez Fransa diyorum. Muhteşem bir kadro ile geliyorlar. İlerleyen yıllarda über noktalara ulaşabilecek isimler mevcut. Öyle ki bu isimlerin birkaçı tarihe geçecek duruma dahi gelirse şaşırmayacağım. Açıkçası bu kupaya dair beni en çok heyecanlandıran da son zamanlarda yakından takip etmeye başladığım ve sürekli "kovaladığım" Fransız futbolunda yakından takip ettiğim isimlerin mevcut olması. Tek tek tanıtmak çok uzun ve sıkıcı olacaktır o yüzden böyle bir yol seçtim(Bu aralar süper kahramanlara fecii sardım da).
Alphonse Areola:
Paris Saint-Germain'li oyuncunun yakın zamanda Paris temsilcisinin kalesini devralacağı kulislerde konuşuluyor. Şüphesiz ki önündeki en önemli sınavlardan birisi bu turnuva. Fantastik Dörtlü'nün beyin takımı da diyebileceğimiz Reed Richards nam-ı diğer Mr.Fantastic
Lucas Digne:
Lille'in sol beki Digne, tartışmasız biçimde kendi jenerasyonunun en iyisi. Hakikaten üst seviyede oynayan bir genç olmasına rağmen futbolu oturaklı hale gelmeye başladı dersem abartı saymayın. Çok farklı bir isim. Adını farklı durumlar olmadığı sürecek çok fazla duyacağız. Daha şimdiden 20 milyyon Euro'ya Paris Saint-Germain'e geçeceği konuşuluyor. O evrenin en güçlü adamı. Gümüş sörfçü...
Kurt Zouma:
Lucas Digne gibi çok farklı bir isim daha. St.Etienne'de futbolunu olgunlaştırıyor. 18 yaşında 28 yaşındaki çoğu futbolcudan daha iyi bir fiziğe sahip. Ali Ece Ağabey'in nitelendirdiği gibi "18 yaşında 18 takım istiyor.". Dahası da isteyecek. O Batman olmayı hak ediyor.
Samuel Umtiti:
Olympique Lyon'da yerini söke söke aldı. Önünde uzun bir yol var lakin kalitesini Tottenham'a attığı golden dahi anlayabilirsiniz. Partneri Batman'in "sidekick"i Robin...
Dimitri Foulquier:
Kadronun tamamlayıcı parçalarından biri olacak. Belki çok göz önüne gelmeyecek ama görevini de iyi bir biçimde yapacak. Rennes'in sağ beki... Bretonya takımının bende yeri ayrıdır. Sırf bu sebepten özel bir sempatim olan Hellboy'u da ona adayabilirim, adadım bile.
Jordan Veretout:
Nantes'ın defansif orta sahası... Onu iki sezon önce birkaç defa izleme şansım oldu. "Aklıyla savunma yapan isimlerden" diye bir not almışım. Nantes'ın forma rengi olan yeşilden de etkilenerek "Green Arrow" diyoruz.
Geoffrey Kondogbia:
Akıl ve özel yetenek... Sanırım Sevilla'nın yıldızı için en güzel betimleme şu üç sözcük olurdu. Akıllara gelen ilk kahraman sanırım Iron Man olur. Tony Stark...
Paul Pogba:
Kaptan denince akla hemen onun adı gelir: Captan America!
Florian Thauvin:
Daha önce hakkında uzun uzadıya bir yazı yazmıştım. O benim gözümün bebeğidir dersem yeri olur. Şaka bir yana çok özel bir adam. Hem karakter hem de yeteneği çok farklı noktalarda. Bu turnuvanın "en iyisi" olabilir. Hatta açık oynuyorum, sakatlık ya da Fransa'nın sürpriz biçimde elenmesi dışında "en iyi" seçilecektir. Onun bendeki karşılığı tek: Superman!
Jean-Christophe Bahebeck:
Paris Saint-Germain'in geçen sene Troyes'a kiraladığı haşarı çocuğu. Bu yıl da Valenciennes forması giyecek. Kariyeri ne yönde ilerler kestirmek güç lakin önemli bir potansiyele sahip. Wolverine!
Yaya Sanogo:
Arsenal'ın çiçeği burnunda transferi, Football Manager'ı düstur olarak benimseyenlerin büyük "aşkı"... Yer vermezsem olmazdı: The Hulk!
Süper kahramanlar umarım beni yanıltmaz. Türkiye'deki büyük destekçilerinden biriyim. Bizim çocuklardan sonra tüm iyi dileklerim onlarla. Haydi bakalım.
Ufuk Tolga Aldırmaz
17 Haziran 2013 Pazartesi
Obiang
Pedro Obiang, İspanya'nın Madrid Özerk Bölgesi'nde doğmuş; Ekvator Ginesi asıllı bir isim. 1992 Doğumlu olan Obiang, İtalya'nın Sampdoria takımında top koşturan bir orta saha oyuncusu.
15 yaşında alt yapısına girdiği Atletico Madrid, onun için önemli bir kariyerin başlangıcı olacaktı. Burada İspanyol gözlemcilerin dikkatini çeken Obiang, milli takımın alt yaş kategorilerine seçilmeye başlayarak adını ufak çapta da olsa uluslararası arenada duyuracaktır. 2008'de Sampdoria'ya transfer olarak genç takım ile maçlara çıkmaya başlar. Buna karşın zamanın teknik direktörü Walter Mazzari'nin görüşleri doğrultusunda zaman zaman A takımda yedek soyunmaya başlayacaktır. Daha sonra 2010'da, mevkiidaşlarının sakatlıkları sonuncunda Juventus karşısında ilk kez resmi bir karşılaşmada forma şansı bulur. Toplamda Sampdoria forması ile 64 maça çıkıp bir gol dokuz asistlik performans kaydeden Obiang, zaman zaman İspanya'nın U21 formasını da sırtına geçiriyor.
Güçlü fizik, sağlam ayaklar, iyi bir oyun görüşü ile hakikaten üst düzey bir kariyer vaad ediyor. Buna karşın henüz skor tabelasını değiştirememesi en büyük eksisi. Seria A'nın fiziğine ve savunma yönüne katkısı yadsınamaz lakin La Liga gibi bir ligde daha "rahat" oynayabilir.
Manchester City, Tottenham gibi kulüplerle adı anılsa da herhangi bir girişim mevcut değil. Buna karşın ilerleyen yıllarda Sampdoria'yı basamak olarak kullanması iş değil. Buraya adını not edelim, lazım olacak.
Ufuk Tolga Aldırmaz
15 yaşında alt yapısına girdiği Atletico Madrid, onun için önemli bir kariyerin başlangıcı olacaktı. Burada İspanyol gözlemcilerin dikkatini çeken Obiang, milli takımın alt yaş kategorilerine seçilmeye başlayarak adını ufak çapta da olsa uluslararası arenada duyuracaktır. 2008'de Sampdoria'ya transfer olarak genç takım ile maçlara çıkmaya başlar. Buna karşın zamanın teknik direktörü Walter Mazzari'nin görüşleri doğrultusunda zaman zaman A takımda yedek soyunmaya başlayacaktır. Daha sonra 2010'da, mevkiidaşlarının sakatlıkları sonuncunda Juventus karşısında ilk kez resmi bir karşılaşmada forma şansı bulur. Toplamda Sampdoria forması ile 64 maça çıkıp bir gol dokuz asistlik performans kaydeden Obiang, zaman zaman İspanya'nın U21 formasını da sırtına geçiriyor.
Güçlü fizik, sağlam ayaklar, iyi bir oyun görüşü ile hakikaten üst düzey bir kariyer vaad ediyor. Buna karşın henüz skor tabelasını değiştirememesi en büyük eksisi. Seria A'nın fiziğine ve savunma yönüne katkısı yadsınamaz lakin La Liga gibi bir ligde daha "rahat" oynayabilir.
Manchester City, Tottenham gibi kulüplerle adı anılsa da herhangi bir girişim mevcut değil. Buna karşın ilerleyen yıllarda Sampdoria'yı basamak olarak kullanması iş değil. Buraya adını not edelim, lazım olacak.
Ufuk Tolga Aldırmaz
Etiketler:
Atletico Madrid,
İspanya,
Pedro Obiang,
Sampdoria,
Serie A
Gözlemcinin Not Defteri: #13 Aymen Abdennour
Aymen Abdennour... 6 Ağustos 1989 Sousse, Tunus doğumlu olan futbolcu; Tunus'un en önemli kulüplerinin başında gelen Etoile Sportive du Sahel'de futbol hayatına başlar. Evvel dönemlerde sol bek ve özellikle sol kanatta forma şansı bulur. 2008'de imza atarak başladığı profesyonel kariyerinde Etoile forması ile toplamda 33 maça çıkıp beş de gol bulacaktır. Bu dönem boyunca Avrupa'dan gelen bir çok gözlemci ondaki cevheri görecektir. Werder Bremen kulübü 2009-2010 sezonunun ikinci yarısında onu kiralayarak somut bir girişimde bulunur. Toplamda altı karşılaşmada forma şansı yakalayabilen Abdennour'un geri döneceği konuşulur, geri de döner. Bir sezon daha Etoil'de forma giyecektir. 2011-2012 sezonunda ise tekrar Avrupa'ya, bu kez Fransa'nın Toulouse kulübüne imzayı atacaktır. Bremen ekibinde yaşadığı tecrübe onun Fransa'daki adımlarını sağlamlaştıracaktır. Bonservis bedeli açıklanmayan Abdennour, Toulouse'da toplamda 67 maça çıkar ve üç gol iki asistlik bir istatistik oluşturur. Burada bir fark vardır: Abdennour artık stoper oynamaktadır. Kariyerinde toplam 139 maç 10 gol ve üç asist bulunduran Abdennour, 2009'dan beri Tunus Milli Takımı'nda forma giymekte. Milli forma ile 26 maça çıkmış durumda.
Özellikler
Evrim geçirmiş hali ile asli bölgesi sol stoper olan Abdennour yukarıda belirttiğim gibi futbolda ilk profesyonel adımlarını sol kanat ve sol bekte atmıştı. Çok klişe olacak lakin bunun avantajını oyun kurma yönünden sağlamakta. Ciddi anlamda üst düzey stoperlere has o oyun kuruş özelliği, hanesindeki en büyük artı oluyor. Bunun getirisi olarak kendine güveni de üst düzey bir seviyeye çıkıyor. Maç içinde topla Gerard Piquevari çıkışlarını sık sık görebilmekteyiz. Zaman zaman bu güven onu hataya sevk etse de geneli itibari ile fark yaratması açısından yarar kat sayısı daha fazla. Topla olan bu ilişiğini de istatistik kağıdına pozitif olarak yansıtıyor. Maç başına 45 pasla oynaya Abdennour'un başarılı pas yüzdesi 86. Ligue 1 standardında ciddi rakamlar. Ayağının temizliğinin yanı sıra hava toplarında da iyi seviyede bir stoper olarak göze çarpmakta. Bunlara ek olarak açık alanda yakalandığında uzun bacaklarının da getirisi ile hızlı oluşu büyük önem arz etmekte.
Eksi hanesine yazılabilecek şeyler ise tıpkı artı hanesine yazılmış olanlar gibi somut şeyler. İlk olarak rakipleri ile temaslı oynamayı sevdiğinden ötürü maç içinde sarı kart görmeye meyilli bir isim. Tabii ki abartı bir durumdan söz edemeyiz. Topa agresifliği zaman zaman abartabiliyor. Ligimizin standartları Ligue 1'e sertlik bakımından -görece- yakın olduğundan ötürü pek bir fark yaratmayacaktır lakin belirtmekte fayda görüyorum. Bunun dışında ilk sezonunda yaptığı katkının üzerine çıkması beklenirken belirli bir standartta kalması üst kademeye(Top Class) geçip geçemeyeceği konusunda kafalarda soru işareti yarattı.
İleride Nereye Gider?
Henüz 23 yaşının içinde olan Abdennour'un Avrupa'nın önde gelen bir çok takımı tarafından rapor edildiğini biliyoruz. Buna karşın hiçbirinin somut bir girişimi henüz olmadı. Yüksek ihtimalle yukarıda belirttiğim o kafa karıştırıcı soru işaretleri onları da meşgul ediyordur. Buna karşın ligimizin standartlarında "tertemiz" bir stoper olacağız da transfer edilmesi durumunda aşikar.
Fiyat Aralığı Ne Olur?
Market değeri olarak 5-6 milyon Euro paha biçilen Abdennour için başkan Olivier Sadran'ın tok satıcı rolünü üstlenmesi bekleniyor. Buna karşın market fiyatının çok üstünde bir bedel ödenmeden Abdennour kadroya katılabilir. Bonservise bu parayı yatırıp yatırmamak ise kulübün elinde var olduğu söylenen "Pedro Franco" vb. kalitedeki isimlere bağlı. Şu da aşikar ki Abdennour ciddi anlamda defansif açıdan sınıf atlatacak bir isimdir.
Oyuncu hakkında fikre sahip olmak isteyenlerin şu videoyu izlemesini tavsiye ederim.
Ufuk Tolga Aldırmaz
14 Haziran 2013 Cuma
Aga Bu Nedir? #13: Yabancı Madde Polis
Romanya 4. Ligi'ndeki Chişoda ile Sannicolaul Mare arasındaki karşılaşma esnasında çok acayip işler oluyor.
Maç esnasında sahaya giren Özel Tim bütün oyuncuları ve teknik ekibi yere yatırıyor. Tek tek yapılan kontrollerin amacı Sorin Udrea adındaki bir çete liderini ele geçirmek. Peki neden maç esnasında diye soruyorsanız onun da cevabı şudur: Sorin Udrea Chişoda adına forma giymektedir. Udrea'nın şike dahil kabarık bir suç protföyü mevcut. İşte o görüntüler:
Maç esnasında sahaya giren Özel Tim bütün oyuncuları ve teknik ekibi yere yatırıyor. Tek tek yapılan kontrollerin amacı Sorin Udrea adındaki bir çete liderini ele geçirmek. Peki neden maç esnasında diye soruyorsanız onun da cevabı şudur: Sorin Udrea Chişoda adına forma giymektedir. Udrea'nın şike dahil kabarık bir suç protföyü mevcut. İşte o görüntüler:
Ufuk Tolga Aldırmaz
Etiketler:
Chişoda,
Romanya,
Sannicolaul Mare,
Sorin Udrea
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)